Konuya cevap cer


19.  MECLİS




Bu konuşma  Salı günü öğleden sonra medresede yapıldı.



Konuşma  tarihi: Hicrî 18 Zilkade 545, Milâdî 1150.



 Aziz  ve Celil olan Hak, korkulmaya ve kendisinden bir şey beklenmeye layıktır. O'nun  cenneti ve cehennemi olmasa dahi, çekinmeye değer. O'na itaat ediniz, bu itaati  O'nun varlığı için yapınız.



 O'ndan gelen iyilik ve ceza sizi artık  düşündürmesin. O'nun yolunda itaat, emrini tutmak, yasaklarından kaçmak ve gelen  kader işlerine karşı sabırlı olmaktır.



 O'na  dönünüz. O'nun önünde boynunuzu eğiniz ve ağlayınız. Yaşlar hem gözünüzden hem  de kalbinizden aksın. 




Ağlamak ibâdettir, Hakk'a karşı tevazu göstermenin şiddet  hâlidir. Tevbe ve iyi niyet üzere ölen kurtulur. Temiz iş tutana Hak’tan fayda  gelir. O, mazlumların mükâfatını verir. 




Bu âlemden göçtükten sonra herkes O'nun  önünde durur. Rahmet ve şefkat gösterisi kimseye düşmez. O, kullara acır ve  merhamet eder. Dünya ve âhirette O'nun sevgisi sana yeter. 




Bu sebeple Hak  sevgisini en önemli şey olarak tut. Sana en çok lazım olan odur. Bütün  yaratılmıştan daha ileridir. Herkes seni kendisine çağırır. Aziz ve Celil olan  Hak ise, seni sana çağırır.

 


* *  *



 Ey  cemaat! Nefisleriniz ilâhlık iddiasında, bundan haberiniz yok. O, bu kötü hâlini  her zaman göstermektedir. Hakikat karşısında zor kullanmakta, Hakk'a kafa  tutmakta ve ayrıca O'nun istediğini de istememekte. Dergâhtan kovulan şeytanı  nefis sevmekte; halbuki Mevlâ onu sevmez. Nefis kadere uymuyor ve sabır yolunu  tutmuyor, daima niza çıkarıyor. 




O'nun yanında Hakk'a teslime dair alâmet  yoktur. İslâm'ın sadece ismi ile yetiniyor, bu ona hiçbir zaman için fayda  sağlayamaz ve menfaat getiremez.

 


* *  *



 Ey  evlat! Korku üzere ol. Emin olma. Bu hâlin Rabb’ine kavuşuncaya kadar devam  etsin. Kalbin istikrar buluncaya kadar böyle ol. Niyetini O'na yönelt. Emniyet  hâli önüne serilinceye kadar çekin, bu olursa emin olabilirsin. 




Hak katında  emniyet bulursan bol hayır görürsün. Oradan gelen emniyet hâli devamlıdır. O  verdiği şeyi geri almaz. Aziz olan Hak, kulunu sevince kendine  yaklaştırır.



 Kul  Mevlâ’sından korktuğu müddetçe kötülükleri gider, kalbi ve sırrı sakin olur. Bu  hâli kimse sezemez. Hak’la arasında olur.



 Cahil  adam, Hak’tan dönmektesin ve O'nu kalbin ötesine atmaktasın, yaratılmışla  uğraşmaktasın. Allah yolcularının meşgalesi Hak’tır. O'na hizmet ederler, bu  sayede kalpleri yakınlık bulur ve irfan sahibi olurlar. 




Onlardan her biri  marifet sahibi olunca, nefsini ve şeytanî duyguları yenince, halktan ve dünyadan  kurtulunca Hak yakınlığı perdesi açılır. Bu hâlden sonra Mevlâ’sı ona başka  işler yaptırır. 




Ona şöyle bir hitap gelir:



 “Geriye dön. Halkın hizmeti ile ol  ve onları bize çağır. Bizi isteyen ve arayanlara hizmet  et.”



 Siz  tecrübesiz insanlarsınız. Allah yolcuları sizin önderinizdir. Onlar  kurtarır.

 Eşinizi  razı etmekte ve Mevlâ'nızı darıltmaktasınız. Halkın çoğu, eşinin ve çocuklarının  rızasını Mevlâ'dan öne almaktadır.



 Ben,  senin bütün hareket ve duruşunu, bütün gayretini nefsin için görmekteyim, yalnız  eşin ve çocuğun için çalıştığını sezmekteyim. Sende Hak’tan yana hiçbir haber  yok.



 Yazık  sana; tam olgun erlerden sayılmıyorsun. Kâmil olan kişi, yalnız Hak için iş  yapar. Kalp gözlerin görmez olmuş. 




İç alemindeki temizlik bozulmuş. Rabb’inden  perdelenmişsin, ama bunlardan haberin yok. Bu sebeple bazı büyükler şöyle der  (onlara selam olsun): 




“Hak’tan perdeli olduğunu bilmeyen zavallılara yazıklar  olsun.”



 Yediğin  ekmek içerisinde cam kırıkları vardır, sen onu yemektesin ve durumu  bilmemektesin. 




Çünkü ona karşı iştihan ve arzun çok fazla. Hırsın da sınırsız.  Az sonra miden parçalanacak ve öleceksin. Bütün belâ Mevlâ’ndan uzak olduğun  için geliyor; eğer halkı sevmediğini ve Hakk'ı sevdiğini söylemekte gerçekçi  olsaydın böyle olmazdın.



 [BILGI]Peygamber  (s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar: “Haberli ol. Halkın sevgisi  azalır.”[/BILGI]



 Bu,  şu demektir: Onları tecrübesiz olarak seviyorsun ve aynı şekilde öfke  duyuyorsun. Ama bir denemeden geçirirsen işin iç yüzünü anlar ve ona göre öfke  duyarsın.



 Akıl  sahibi tecrübelidir. Sende akıl da yoktur. Kalp tecrübe eder; sende kalp de  yoktur. Kalp düşünür, Mevlâ'sını anar ve öğüt alır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: 




[NOT]“Muhakkak kalp sahibi olanlara Kur'ân'da alınacak dersler vardır; o kulağa  geldiğinde huzuru olanlara da aynı öğüt vardır.” (Gâf,  50/37)[/NOT]



 Aklı,  kalbe çevir. Kalbi, sır yap. Sırrı, yokluğa ilet. Yokluğu, varlığa  çevir.

 Âdem  ve diğer peygamberler beşerî duyguların hepsine sahipti. Onların da kendilerine  göre istek duydukları şeyler vardı. 




Ancak onlar, nefislerine karşı durup  Rabb’lerinin rızasını ararlardı. Âdem Peygamber cennette bir arzu duydu, orada  iken bir hata işledi. Sonra tevbe etti, bir daha ona dönmedi. Onun arzusu  övülmeye değer. 




Çünkü iyi niyeti vardı, Hak civarından ayrılmak istemiyordu.  Peygamberler, her zaman nefislerine karşıdırlar, tabiî arzu ve şehvetlerini  yenerler, hakikat yönünden meleklere katılıncaya kadar çalışırlar. Nefislerini  yenmek için çok çabalar ve bu yolda çok gayret sarf ederler. Peygamberler ve  sevgili kullar sabırlıdırlar. Size gereken sabır işinde onlara  uymaktır.



 Ey  evlat! Tam hamle yapacak durumu elde edinceye kadar, düşmanın duruşuna dayan.  Yakında onu tutar yere vurursun. Yalnız zamanını bekle, zamanı gelince onun  bütün varlığını teslim alırsın.



 Ey  evlat! Çalış, hiç kimseye eziyet için gayret etme. Herkese iyi niyet besle.  Ancak cemiyetin düzeni için bir şey yapılacaksa onu da yapmaktan geri durma, bu  ibadet sayılır.



 Aklı  başında ve seçme doğrular, sûrlarına üflediler. Onlar, nefislerinin kıyametini  kopardılar. Kendi gayretleri ile dünyayı bir yana attılar. 




Sırata inandıkları  için geçtiler. Kalple yürüdüler ve cennetin kapısına vardılar. İçeri girmeden  kapı ağzında durdular ve şöyle dediler: “Biz, buranın nimetini yalnız  yemeyeceğiz ve içmeyeceğiz.” İyi insanlar, yalnız canlarını düşünmezler ve  yalnız yemezler.



 Bu  düşünce ile dünyaya döndüler. Maksatları insanları Hakk'ın tâatine çağırmaktı.  Ve orada gördükleri iyi şeyleri haber vermekti, ayrıca güç işleri  kolaylaştırmaktı.



 Bir  kimsenin imanı kuvvet bulur, inancı varlığında yerleşirse, Mevlâ'nın haber  verdiği her şeyi kalbinde bulur. 




Cennet, cehennem ve onlarda olanları, kıyamet  işlerine dair her şeyi sezer, ölüm meleğini görür, sûr sesini duyar. Her şeyi  olduğu gibi görür. Ona göre kıymet biçer. Dünya ve zevalini, değişmesini ve  dünya ehlinin göçünü görür. 




İnsanları mezar taşları gibi görür. Onların duyduğu  azabı ve iyilikleri hisseder. Sanki kıyamet kopmuş. Hak katında cümle halk  divana durmuş gibi bilir. 




İman sahibi, kıyametin koptuğunu, peygamberlerin,  meleklerin ve sevgili kulların sıra sıra divan durduğunu görür. Cennet ehlinin  birbirlerini ziyaretine ve cehennem ehlinin birbirlerine karşı sataşmasına  bakar.



 İyi  görüşe sahip olan baş gözü ile halka bakar, sonra kalbini açar ve Allah'ın fiil  tecellisini onlarda görür. O tecellinin hareketini ve sükûnunu anlar. Buna izzet  nazarı derler; Allah’ın sevgili kulları bu görüşe  sahiptir.



 İman  sahibi o kimsedir ki, bir kişiye baktığı zaman baş gözünü kullanır. İç âlemine  de kalbi ile bakar ve Mevlâ'yı sır gözü ile görür. Bu yolda çalışan bulur. Kader  geldiği zaman uyar. Deniz ve kara onun gözünde aynıdır. Deniz sahili ve dağ başı  eşittir. Acı ile tatlı aynıdır. İzzet ve zilleti ayırmaz. 




Zenginlik ve fakirlik  ayrı mâna taşımaz. İman sahibi kaderle yürür. Kader onu yormaz. Kader, onu  taşımak için yorulur.



 Kader, onu yüklenir. Hak yakınlığına kadar götürür. İman  sahibi kadere tevazu gösterir, onun Hakk'a yakınlığını bilir. İman sahibi  nefsine uymadığı için bu hâle erer. Şahsî arzuları, kütü âdetleri, şeytanî  duyguları ve uygunsuz arkadaşları sevmediği için aradığını  bulur.



 Allah’ım,  bütün halde kadere uymayı bize nasip eyle! “Bize dünyada iyilik ver,  âhirette iyilik ver, bizi ateşten koru.” (el-Bakara,  2/201)


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst