Abilere niçin fazla muhabbet ediliyor?

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
İnsan maddi ve manevi duygularla teçhiz edilerek bu dünyaya belirlenmiş bir gaye için gönderilmiştir. Temelde yaratılış gayesi tesbit edilen bu insanın her bir aza ve duygusunun nerede nasıl ne kadar kullanılacağı konusu elbette ki ihmal edilemez. Ve edilmemiştir. Elektronik bir cihazın her bir parçasının kullanım şekli kataloğunda tarif ve tespit edildiği gibi, insandaki binlerce maddi ve manevi cihazatın da tarif ve tesbiti kuran kataloğunda yapılmış ve peygamberimiz (s.a.v.) tarafında da canlandırılmıştır. Kuranın, bu asrın fehmine takdim edilen bir tefsiri olan risale i nur külliyatı ise mezkur mevzuyu ayrıntılarıyla ele alan bir eserdir. Mesela; muhabbet duygusunun kullanılmasıyla ilgili külliyatın muhtelif yerlerinde geçen aşağıdaki tespitlere bakalım;

Suâl: Enbiyâ ve evliyâya muhabbet, nasıl faydasız kalır?

Elcevap: Ehl-i Teslisin İsâ Aleyhisselâma ve Râfızîlerin Hazret-i Ali Radıyallâhü Anha muhabbetleri faydasız kaldığı gibi. Eğer o muhabbetler, Kur'ân'ın irşâd ettiği tarzda ve Cenâb-ı Hakkın hesâbına ve muhabbet-i Rahmân nâmına olsalar, o zaman hem dünyada, hem âhirette güzel neticeleri var.

Enbiyâ ve evliyâya Kur'ân'ın tarif ettiği tarzda muhabbetin neticesi: O enbiyâ ve evliyânın şefaatlerinden berzahta, haşirde istifade etmekle beraber, gayet ulvî ve onlara lâyık makam ve füyüzâttan o muhabbet vâsıtasıyla istifâza etmektir. Evet, sırrınca, âdi bir adam, en yüksek bir makama, muhabbet ettiği âlî-makam bir zâtın tebâiyetiyle girebilir.

Hem enbiyâ ve evliyâyı sevmek, Cenâb-ı Hakkın makbul ibâdı olmak cihetiyle, Cenâb-ı Hakkın nâmına, hesâbınadır ve o nokta-i nazardan Ona âittir

Eğer denilse: "Âl-i Beyte muhabbeti Kur'ân emrediyor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm çok teşvik etmiş. O muhabbet, Şîalar için belki bir özür teşkil eder. Çünkü, ehl-i muhabbet bir derece ehl-i sekirdir. Niçin Şîalar, hususan Râfızîler o muhabbetten istifade etmiyorlar, belki işaret-i Nebeviye ile o fart-ı muhabbete mahkûmdurlar?"

Elcevap: Muhabbet iki kısımdır.

Biri: Mânâ-yı harfiyle, yani Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hesabına, Cenâb-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyti sevmektir. Şu muhabbet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın muhabbetini ziyadeleştirir, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşrudur, ifratı zarar vermez, tecavüz etmez, başkalarının zemmini ve adâvetini iktiza etmez.

İkincisi: Mânâ-yı ismiyle muhabbettir. Yani bizzat onları sever. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı düşünmeden, Hazret-i Ali'nin kahramanlıklarını ve kemâlini ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in yüksek faziletlerini düşünüp sever. Hattâ Allah'ı bilmese de, Peygamberi tanımasa da, yine onları sever. Bu sevmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın muhabbetine ve Cenâb-ı Hakkın muhabbetine sebebiyet vermez. Hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adâvetini iktiza eder.

Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl Sahibine mahsustur; ne vakit Hakiki Sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı Onun nâmiyle ve Onun aynası olduğu cihetle ızdırapsız sevebilirsin.Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa, muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur. Kkâinata dağınık bütün muhabbetlerin,Onun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir; sen sû-i istimâl etmişsin. Cezasını da çekiyorsun. Çünkü, yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-i meşrûanın cezası, merhametsiz bir musîbettir.

Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-i harfiyle sev, mânâ-i ismiyle sevme; "Ne kadar güzel yapılmış" de, "Ne kadar güzeldir" deme.Ve kalbin bâtınına başka muhabbetlerin girmesine meydan verme.

Risale-i nur külliyatının muhtelif yerlerinde geçen yukarıdaki ve ona benzer tespirleri okuyan ve bilen bir cemaatin muhabbet duygusunu yanlış kullanmayacakları kanaatindeyiz. Yaratılanı seviyorlarsa yaradan içindir. Zira her neyi Allah için seviyorsak ibadettir. Ancak hepimiz imtihan ediliyoruz. Bütün duygularımızı olması gerektiği şekilde kullanmayabiliriz. Bu hususi bir durumdur, şahsı ilgilendirir. Eksere teşmil edilemez.

Cemaatin yüzde yetmiş beşi birisinin arkasında gider mevzusuna gelince; "Ümmetim yanlışta ittifak etmez" teminatı veren bir peygamberin ümmetiyiz. Eğer ekseriyeti bir mevzuda ittifak ediyorsa orada bir hakikat vardır.

Üstadımızın lemaatta şöyle diyor; her müslim'in her vasfı müslim olmak vacip iken, haricen her dem vaki', sabit değildir. Yani her müslümanın her davranışı islama uygun olması lazım iken pratikte tahakkuk etmeyebiliyor. Öyıede her Müslümanda olduğu gibi her nur talebesi de hayatında istikameti muhafaza edemeyebilir. Yanlış yapabilir. Ancak şahısların kişisel hatalarını bütün bir cemaate mal etmek elbette ki doğru değildir.


Selam ve dua ile...
Sorularla Risale-i Nur Editör
 
Üst