Aktif bir eylem olarak tevekkül ve teslimiyet-II 29 Ekim 2010 Cuma 07:45 S

harp

Well-known member
Aktif bir eylem olarak tevekkül ve teslimiyet-II
29 Ekim 2010 Cuma 07:45
Sanki hava, sararmış yapraklar kendini iyice belli etsin diye, iyice griye çalmıştı. Usul usul yağan yağmurun altında yaprakların yanında ayaklarımın ıslanmasının hiç önemi yoktu. Hatta bu bir ihsandı. Şemsiyenin sapını sol elimden sağ elime geçirdiğimde, "ne zor bir iş bu" dedim, içimden.
İyi ki Hayes'in o kitabını ("Accaptance and Commitment Therapy") okumuşum diye sevinirken, aniden esen rüzgâr ağaçları eğip büktü. Dalların rüzgârla dansı hızlanmıştı ki, yeniden "kabullenme, rıza gösterme"nin tanımına kaydı zihnim.
Gösterişli bir mağazanın önünde durdum. Kapitalizmin bilinen markasını pazarlayan mallar albenili vitrinden "gel beni al!" uyarısı yayıyordu etrafa. Cadde benzer uyarıların istilası altındaydı. İyi ki ağaçlar vardı caddeye nefes veren. Bir de görülebildiği kadarıyla gökyüzü. Yağmur caddeyi yıkıyordu kirlerinden. Kalplerimiz kir ve paslarından nasıl arınacaktı?
Mağazanın vitrinine dalıp gitmişken, şu soru geçiyordu zihnimin içinden: "Kanaat edin, israf etmeyin, en büyük kazanç kanaat ve israftan kaçınmadır" sözlerini en son nerede duyduk? Üç beş arkadaş bir araya gelip okuduğumuz bize hayattan, ahiretten bahseden kitaplar dışında bu sözcüklerin kapitalizmin dünyasında yeri olabilir miydi? İşimiz bayağı zordu.
Kapitalizmin esas düşmanlarından biri tevekkül ve teslimiyet, rıza ve kanaat etmektir desek yanlış bir şey söylemiş olmayız diye içimden geçirirken, buna sosyalizmi de dâhil edip edemeyeceğimizi düşündüm. Sosyalizm de (çok bildiğim bir alan olmadığını da hesaba katarak söylüyorum) tevekkül, rıza ve teslimiyeti devrim inancına engel görüyordu, kim bilir.
Narsisistik arzu çağı, tevekkül ve teslimiyeti lakaytlık, vurdumduymazlık, kendini şartlara teslim etme, mücadele etmeme, kendini bırakma, iradesini ortaya koymama gibi olumsuz anlamlar yükledi. Enaniyet asrında narsisistik benlikler kendini teşhir edip övgü toplamak için, bilhassa başarılarını, birincil malzeme olarak kullanır. "Ben yaptım" demenin narsisistik hazzıyla kendinden geçmek için çetin bir mücadele, tırnaklarıyla kazıma önem kazanır. Bu yüzden de, narsisizmin yayılma politikaları, karşısına çıkan tevekkül ve teslimiyeti, kanaat ve rızayı, kendine büyük bir engel gördü.
Hayes'in kitabındaki tanım tevekkül ve teslimiyetle ilgili önemli bir ayrıntıya işaret ediyordu. Not defterimi çıkarıp bir kere daha okudum, karşıdan karşıya geçmek için ışıklarda beklerken: "Kabullenme insanın kendisine verileni kabul etmesidir. Psikolojik olarak teslimiyet bir durumun ya da olayın olduğu haliyle aktif şekilde kabulüdür. Teslimiyet sadece olay ya da durumun kendisini aktif bir şekilde kabul etmek değil, bu olay ya da durumun kişide uyandırdığı tüm içsel yaşantıları-duygusal, bedensel, düşünsel, davranışsal-uyaranları da kabul etmesidir."
Bu tanıma göre teslimiyet zorunlu olarak kendimizi bırakmışlık hali değil, "aktif olarak" verdiğimiz bir karardı. Kabul etmenin, rıza göstermenin kendisi de bir eylemdi çünkü. Çünkü teslimiyet bir karar vermeydi: "O'nun emrine teslim olmaya karar veriyorum!"
Bazı kararlarımızın sonuçları zahiri olarak davranışlarımıza da hemen yansır. Örneğin, sigarayı bırakmaya karar verdim deriz. Bunun zahiri sonucu bir daha sigara içmemektir. Bazı kararlarımızın sonuçları ise öncelikle duygularımıza tesir eder. "Başıma gelene razı olacağım" demek de, bir karardır, hem de çok ciddi ve benliğimizin rağmına olduğu için, zor bir karardır. O halde, teslimiyet, kadere rızaya karar vermek de bir eylemdir. İsyan etmemek de bir eylemdir. İlk tesirini kalbe gösterir. Kalp isyanın kasvetinden, eleminden kurtulur, nurla dolar, ferah bulup aydınlanır.
Vitrinin ışıltıları ruhumu bunaltmıştı. Başımı yeniden yağan yağmurla ıslanan yapraklara çevirdiğimde, hayalim Roma'da yaşadığım bir ana taşıdı beni. Bir yandan Vatikan'ı geziyor bir yandan da kulaklıkla Mesnevi-i Nuriye'yi İhsan Atasoy'un (Risale-i Nur MP3 seti. Redoks Bilgisayar) sesinden dinliyordum. Yalnız sayılmazdım anlayacağınız. Tam Papa'nın konuşmasını yaptığı balkona gözlerimi diktiğimde şu cümle dikkatimi çekmiş ve bir kenara not etmiştim: "İman ise, kasden ve bizzât takib ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır."
Şöyle yapsam yanlış olur mu, diye sordum kendime, ışıklar yeşile dönüp karşıya geçtiğimde. Bu cümledeki "iman" yerine "tevekkül ve teslimiyeti" koyup öyle okusam. Okudum: "Tevekkül ve teslimiyet, kasden ve bizzat takib ve kabul edilmekle kalbin içine bırakılır." Hayes'in tanımını daha iyi anlamış oldum böylelikle.
Yağmur şiddetlenip ben de yürümemi hızlandırdığımda, zaten dedim, "İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktizâ eder" demiyor mu, Zamanın Garibi.
Zaman
 

harp

Well-known member
Cevap: Aktif bir eylem olarak tevekkül ve teslimiyet-II 29 Ekim 2010 Cuma 0

Işıksız ışık yayan ateş böcekleri!
29 Ekim 2010 / 12:30
Ateş böcekleri ve diğer ışık çıkaran canlılar, ışıklarını "luciferin" adı verilen bir karışım sıvıdan elde ederler.

Luciferin, ışık çıkaran organizmalarda hücre içinde depolanan, genişleyebilen, sıcaklığı ayarlanabilen bir karışımdır. Pratik olarak, enzimlerin etkisi ile oksitlenme neticesinde ısısız ışık elde edilir. Yani, bu madde oksijenle temas edince enzimler yardımı ile de oksitlenme olur, bunun sonucunda da tabii soğuk ışık elde edilir.
Bilim adamları, biyolojik olarak ısısız ışık üretiminin en ekonomik enerji yayma sistemi olduğunu söylüyorlar. Eğer bilim adamları, tüm diğer sahalarda olduğu gibi, ısısız ışık elde etmede ve cisimleri aynı anda senkronize olarak etkileştirmede, Yüce Yaratıcı'nın kâinata koyduğu kanunları taklit ederek ilerlerse, bu işi başarmada en kısa ve en güvenilir yolu takip etmiş olurlar.
Bugün
 

harp

Well-known member
Cevap: Aktif bir eylem olarak tevekkül ve teslimiyet-II 29 Ekim 2010 Cuma 0

Kırmızı Kitap'tan iç tehdit tamamen çıkmalı
29 Ekim 2010 / 11:20
Milli Güvenlik Kurulu’nun ‘uygun’ bulduğu yeni ‘Kırmızı Kitap’ta ilk kez ‘irtica’ ve ‘irtica tehdidi’ ifadeleri yer almıyor.

Üsame Karakış'ın haberi
Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB)’nin devletin zirvesine sunulan son taslak metninde, 2005 yılından bu yana uygulanan belgede Türkiye’nin tehdit algılamalarında önemli değişiklikler yer alıyor. Devletin üst noktalarında görüşe sunulan sayfa sayısı artmış yeni MGSB’de, ‘irtica’ tehdit algılaması olmaktan çıkarıldı. Yeni MGSB’nin iç güvenlik bölümünde, din istismarı ile aşırı dinci örgütler tek tek değerlendirilirken, “irtica” ve “irtica tehdidi” ifadeleri ilk kez kullanılmadı.
“İRTİCA DİYEREK MÜSLÜMANLARA ZULÜM ETTİLER”
Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Emekli Albay Prof. Dr. Ahmet Alper, irticanın soyut bir kavram olduğunu ve bu zamana kadar ‘irtica’ teriminin Müslümanlara zulüm aracı olarak kullanıldığını söyledi. Alper, “İrtica, tarifi olmayan soyut bir kavram ve ne olduğu da belli değil. İrtica kelimesi kanunen suç sayılacak somut ibaresi olmayan bir terim. İrtica adı altında bu zamana kadar Müslümanlara yapılanların hepsi zulümdü. Daha önceleri MGK ‘irtica’ kelimesini Müslümanlara baskı aracı olarak kullanıyordu. Hükümet gerekli iradeyi gösterirse zulüm sona erecekti. İrticanın tehdit olarak algılanmasının kaldırılması, hükümetin gerçek bir irade örneği göstermesiyle demokrasi yönünde atılmış güzel bir adımdır. Düşman yaratmanın kimseye kârı olmaz. Toplumumuzu kendi içinde düşmanlara ayırmak en büyük düşmanlıktır. MGSB’nin Türkiye menfaatlerine uygun düzenlendiği kanaatindeyim” şeklinde konuştu.
İRTİCA GİTTİ, İSTİSMAR GELDİ. İÇ TEHDİT TAMAMEN KALDIRILMALI
ASDER Onursal Başkanı Adnan Tanrıverdi de “Aslında MGSB’de iç tehdit olarak tehdidin belirlenmesi, milleti devlete hedef göstermek anlamına geliyor. Suçlar kanunlarla düzenlenmiştir. Bir fiil suçsa, kanunda yeri vardır. Güvenlik güçleri gerekeni yapar. Bu belgede iç tehdit konusunun yer alması gereksizdir. İç tehdit unsurlarının kitapta yer alması devletle milletin arasını açar. İrticanın tehdit olarak algılanmasının kaldırılması güzel bir uygulama ama yerine din istismarcılığı konuldu. İç tehdidin tamamen kaldırılması gerekiyor. Din istismarcısının tanımlaması muğlak olarak irtica tabiri gibi kalmamalı. İrtica gitti, din istismarcısı geldi. Dinini yaşayan insanları devlete tehdit olarak gösterdiler. Gayretleri sadece inançlarını yaşamak olan insanları devletin rejimine tehdit olarak lanse edildi. İki kavram arasında uygulamaya dönük olarak çok farklı bir değişiklik olacağı kanaatinde değilim. Bütün iç tehdit değerlendirmeleri kitaptan kaldırılmalı” dedi.
Yeni Akit
 

harp

Well-known member
Cevap: Aktif bir eylem olarak tevekkül ve teslimiyet-II 29 Ekim 2010 Cuma 0

En güzel namaz hediyesi
29 Ekim 2010 / 10:51
Bir gece yolculuğundan bize yadigar kalandır. Alnımıza dokunan şefkatli bir eldir Namaz...

Risale Haber-Haber Merkezi
İnsan sevdiğini nasıl gösterir. Sevildiğini nasıl anlar? Bir tebessüm.. Belki küçük bir hediye.
En sevgiliden hediye verildi avuçlarımıza bir gece.
Gözümün nurudur namaz! Hediyedir ‘Sevilmeye en layık olandan’ En Sevgiliye…
Bir gece yolculuğundan bize yadigar kalandır. Alnımıza dokunan şefkatli bir eldir Namaz...

Yolda kalmışlığımızı unutturan, ebediyetimize kapı aralayan…
Bu kutlu hediyenin kıymetini bilmeli şimdi. Hem kendine hem sevdiğine armağan etmeli.. Paylaşmalı..
Bu kutlu hediyeyi anlamak, hissetmek ve yaşatmak için dile geldi bu kitaplar..
Namazla dirilmek, namazla uyanmak için…
Namaz setini incelemek / satın almak için TIKLAYINIZ
 

harp

Well-known member
Cevap: Aktif bir eylem olarak tevekkül ve teslimiyet-II 29 Ekim 2010 Cuma 0

Bediüzzaman'a göre cumhuriyet ve hürriyet
29 Ekim 2010 / 10:00
Bediüzzaman Said Nursî’nin “cumhuriyet” ve “hürriyet” kavramlarına bakış açısı nasıldır?

Bediüzzaman Said Nursî’nin “cumhuriyet” ve “hürriyet” kavramlarına bakış açısı nasıldır?
Cevap: ‘Halk yönetimi. Siyasî mekanizması seçimle kurulan, adalet ve hukukun üstünlüğüyle temel hak ve hürriyetleri sağlamayı amaçlayan idare şekli’ olarak tarif edilen cumhuriyet; ve ‘Serbestlik, hür oluş. İnsanın ne kendisine, ne de başkasına zarar vermeden kanun, düzenleme ve değerler çerçevesinde serbestçe hareket edebilmesi’ şeklinde tarif edilen hürriyet kavramlarının Risâle-i Nur’da ele alınış şekli bu kavramları isim ve şekilden ziyade gerçek mânâsıyla yaşatabilmeye yöneliktir.
Saltanat, Meşrûtiyet ve Cumhuriyet olmak üzere üç devir yaşamış, yaşadığı dönemde Osmanlıdaki hürriyet tartışmalarına bizzat katılmış olan Said Nursî, bu kavramları anlatırken, İslâmiyet ile Cumhuriyeti (Meşrûtiyet) bağdaştıramayan İslâm ulemasına ya da bu kavramları yanlış algılayarak dindarlara baskı aracı olarak kullanan yöneticilere, cumhuriyet dersi vermiş, gerçek cumhuriyetin nasıl olması ve uygulanması gerektiğini anlatmıştır.
Meşrûtiyet ve cumhuriyeti aynı anlamda kullanan Bediüzzaman, Divan-ı Harb-i Örfî adlı eserinde cumhuriyeti “Cumhuriyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir” (s. 65) şeklinde tarif eder ve üç temel esasa dayandırır: Adalet, meşveret (meclis) ve kanun hâkimiyeti. Bu esasların kaynağını İslâm olarak gösteren Said Nursî, bunların en mükemmel uygulama örneklerinin de Asr-ı Saadette yaşandığını ifade eder.
Kur’ân’ın dört esasından birinin adalet olduğuna değinen Said Nursî, Asr-ı Saadet uygulamalarını örnek göstererek ve ‘Meşrûtiyet, adalet ve şeriattır’ (D. H. Ö., s. 23) diyerek Cumhuriyete din adına sahip çıkar. Ona göre, Cumhuriyet idaresi mutlaka adaleti sağlamak zorundadır.
“Onların aralarındaki işleri meşveret iledir” (Şûrâ, 38) ve “İşlerde onlarla iştişare et” (Al-i İmran, 159) âyetlerini parlamenter sisteme delil olarak sunan Said Nursî’ye göre, meclis de Cumhuriyet idaresinin vazgeçilmez bir unsurudur. Bediüzzaman’a göre fikir hürriyetine ve şer’î meşverete dayanan meclis, milletin kalbi hükmündedir ve temsil ettiği milletin fikrine, kalbî, manevî hislerine tercüman olabilmelidir. (D. H. Ö., s. 85)
“Kanunda inhisar-ı kuvvet” sözüyle kanun hakimiyetini ifade eden Said Nursî, “Meşrûtiyetin (Cumhuriyet) ağası haktır, kanundur, efkâr-ı ammedir (kamuoyu)” (Münâzarât s. 23) diyerek keyfi, kanun dışı, baskıcı uygulamaların Cumhuriyet idaresi ile bağdaşmadığını vurgular. Bediüzzaman’a göre kuvvet kanunda olmalıdır, yoksa istibdat (baskı, zorlama) ortaya çıkacaktır.
Risâle-i Nur’da ifade edildiği şekilde, ‘isimlerin değişmesiyle hakikat değişmez’ prensibine dayanarak; istibdad-ı mutlaka Cumhuriyet namı vermenin hükümete ve millete tecavüz olduğunu ifade eden Said Nursî, baskı ve zorlamaların, hak ve hürriyetleri kısıtlamanın Cumhuriyet idaresiyle bağdaşmayacağını vurgulamaktadır.
Said Nursî, zulmün meşrûtiyetten değil, kafalardaki cehaletin zulmetinden kaynaklandığını belirtirken (Beyanat ve Tenvirler, s. 89) Cumhuriyet hükümetinin vicdan hürriyeti ile birlikte ilim ve fikir hürriyetini de temin etmesi gerektiğini ifade eder. (Emirdağ Lâhikası, s. 27)
Sonuç olarak, Cumhuriyetin her şeyden önce isim ve resimden ibaret kalmaması gerektiğini belirten Bediüzzaman, başta hakikî adalet ve hürriyet olmak üzere bahsettiğimiz prensiplerin uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır. Kısaca, Bediüzzaman’ın adalet, parlamento/meclis, kanun hakimiyeti, din ve vicdan hürriyeti, ilim ve fikir hürriyetine dayandırdığı Cumhuriyet, bugün hâlâ tam anlamıyla gerçekleştirilemeyen demokrat bir Cumhuriyetten başkası değildir.
Bediüzzaman’a göre hürriyet, Allah’ı daha iyi tanımak için insana verilen eşsiz bir ayrıcalıktır. Risâle-i Nur’un fidanlığı olarak nitelendirdiği bir eserinde: “Cenâb-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, ulûhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vahid-i kıyasî vazifesini görüyor. (Mesnevî-i Nuriye, 58)” sözüyle, gerçek anlamda Allah’ı tanımanın hür olmaktan geçtiğini vurgulamıştır.
“Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam. (Emirdağ Lâhikası, 18)” diyecek kadar her şeyden önce hürriyetine önem veren Bediüzzaman, hürriyetin “herkesi bir padişah hükmüne getir”diğini ve her insanın hürriyet sevgisiyle padişah olmaya çalışması gerektiğini söylemiştir. (Münâzarât, 24)
Hürriyeti ‘Başkasına zarar vermemek şartıyla insanın, hatta sefahet ve rezalet de olsa, her istediğini yapması’ şeklinde tarif edenlere karşı Bediüzzaman, Kur’ân âdâbıyla edeplenmiş ve süslenmiş olan hürriyeti şöyle tarif eder: “Sefahat ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki, hayvanlıktır. Şeytanın istibdadıdır. Nefs-i emmareye esir olmaktır. Hürriyetin şe’ni odur ki, ne nefsine ne de başkasına zararı dokunmasın.” (Bey. ve Ten., s. 40) Buna göre; nefsin her türlü çirkin arzularına uyarak sefihçe her istediğini yapabilmeyi hürriyetle bağdaştırmayan Said Nursî, “İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar” diyerek insanların kulluklarını unutmamaları gerektiğini vurgulamakta, mutlak hürriyetin olamayacağını belirtmektedir. “Tahdid-i hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarından zarurîdir.” (Hutbe-i Şamiye, 103) diyerek hürriyetin sınırlandırılmasının gerekliliği üzerine vurgu yapmıştır. İnsanları nefs-i emmâresinin kölesi yaparak hayvanlaştıran, bu şekilde manevî çöküşlerle birlikte insanlığı maddî manevî her türlü hastalığa boğacak yolları açan bir hürriyetin ise, gerçek anlamda bir hürriyet olamayacağını söylemiştir.
“Hürriyet-i şer’iye, Cenâb-ı Hakkın Rahman, Rahîm tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.” (Hutbe-i Şamiye, 67) diyen Bediüzzaman, imanın derecesi oranında hürriyetin parlayacağını ifade etmiştir. Çünkü Allah’ı tanıyan bir kişi başkasının baskısını ve istibdadını kabul etmeyeceği gibi; bilerek hiçbir insanın hürriyet ve hukukuna da tecavüz etmeyecektir. Birincisine, imanından kaynaklanan cesareti, kahramanlığı izin vermediği gibi, ikincisine de yine imanından kaynaklanan şefkati ve merhameti engel teşkil edecektir.
Hürriyet düşüncesi demokrasiyi de canlandırmaktadır. Aileden, okula, mahalleye, şehre, ta ülkeye kadar her dairede hürriyetin etkisinin görülmesiyle sağlam, kalıcı bir demokratik bir yapı oluşur. Bediüzzaman’a göre, Müslümanların ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların zincirlerini açacak ve Asya medeniyetini ayağa kaldıracak en önemli iki unsurdan biri hürriyettir.
Sonuç olarak, İslâmiyetin sınırlarının dışındaki hürriyetin ya istibdada, ya nefsin kölesi olmaya, ya canavarcasına hayvanlığa, ya da medenîlikten uzak bir vahşiliğe dönüşeceğini söyleyen Bediüzzaman’a göre hürriyet, Allah’ı daha iyi tanımak için insana verilen bir ayrıcalık olmakla birlikte, onu yeryüzünün halifesi olarak bütün varlıklar üstündeki yüce makama çıkaran Rahmânî eşsiz bir hediyedir.
Yeni Asya
 

harp

Well-known member
Cevap: Aktif bir eylem olarak tevekkül ve teslimiyet-II 29 Ekim 2010 Cuma 0

Ben dindar bir Cumhuriyetçiyim
29 Ekim 2010 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış, resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir vâkıa-i müdafaayı aynen beyan ediyorum.

Orada benden sordular ki:

“Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

Ben de dedim:

Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyuyla yerdim.

İşitenler benden soruyordular; ben de derdim:

“Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, tanelerini karıncalara verirdim.”

Sonra dediler:

“Sen Selef-i Sâlihîne muhalefet ediyorsun.”

Cevaben diyordum:

“Hulefâ-i Râşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”

İşte, ey müdde-i umûmî ve mahkeme âzâları. Elli seneden beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni itham ediyorsunuz.

Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim. On senedir—şimdi yirmi sene oluyorki—hayat-ı siyâsiye ve içtimâiyeden çekilmişim. Hükümet-i cumhuriye ne hal kesb ettiğini bilmiyorum. El’iyâzü billâh, eğer dinsizlik hesabına imanına ve âhiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmişse, bunu size bilâperva ilân ve ihtar ederim ki, bin canım olsa, imana ve âhiretime feda etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapınız, benim son sözüm “Hasbünallâhu ve ni’mel-vekîl” olarak, siz beni idam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim:

“Ben Risale-i Nur’un keşf-i kat’îsiyle, idam olmuyorum. Belki terhis edilip nur âlemine ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey dalâlet hesabına bizi ezen bedbahtlar, idam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferitle mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamıyla intikamımı sizden alarak kemâl-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım.” (Târihçe-i Hayat)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:


Aşere-i Mübeşşere: Cennetle müjdelenen on sahabî.
bilaperva: Korkusuzca, çekinmeden.
cumhuriyetperver: cumhuriyetçi, cumhuriyet taraftarı, cumhurcu.
El-iyazü billah: Allah'a sığınırız, Allah korusun, Allah saklasın mânâsında duâ.
hakikat-i adalet: adaletin esası, aslı.
haps-i münferid: Tek başına hapis; hücre hapsi.
Hulefâ-i Râşidîn: Doğru yolda olan dört büyük halife.
hülasa: Birşeyin, bir bâhsin özü; kısaca esâsı.
hürriyet-i şer’iye: Şeriatla terbiye edilmiş hürriyet.
inziva: Yalnız başına bir yere çekilip, dünya işleriyle uğraşmamak.
kemal-i rahat-ı kalb: Tam bir kalb rahatlığı.
keşf-i katî: Kesin keşif.
mana-i dindar: Dindar mânâ.
müdde-i umûmi: Savcı
reis-i cumhur: cumhurbaşkanı.
Sahabe-i Kiram: Cömert ve şeref sahibi Sahabeler.
Selef-i Sâlihîn: Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ilk rehberleri ve ashab ile tabiînin ileri gelenleri ile tebe-i tâbiînden olan Müslümanlar.
Sıddîk-ı Ekber: En büyük doğrulayıcı; Hz. Ebû Bekir (ra).
tarihçe-i hayat: hayat tarihçesi.
vâkıa-i müdafaa: müdafaa olayı.
 

harp

Well-known member
Cevap: Aktif bir eylem olarak tevekkül ve teslimiyet-II 29 Ekim 2010 Cuma 0

İşte rektörleri ağlatan başörtülü o kız
29 Ekim 2010 / 09:15
Aldığı puanla istediği üniversiteye girmek yerine başörtüsü nedeniyle Muş Üniversitesi'ni tercih eden Rukiye Işık, herkesi duygulandırdı

Orhan Turan'ın haberi:
Rukiye Işık... Liseyi dışarıdan okuyarak tamamladı. Üniversite sınavında ise TS2 alanında 497.5 puan alarak Türkiye'de ilk 500 arasına girdi. Aldığı puanla Boğaziçi ve ODTÜ'ye gidebilecekken, kendi şehrinde özgürce eğitim alacağını düşünerek Muş Üniversitesi'ni tercih etti. Üniversite'nin Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği bölümüne bu yıl birincilikle yerleşen o öğrenci dün YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan ve 14 üniversite rektörünün katıldığı 2010-2011 Akademik Yıl'ın açılış programında herkesi ağlattı.
Işık, "Bu üniversitenin varlığı başka yerde okuma şansı bulamayan birçok genci tekrar hayata bağladı" cümlesiyle başladığı konuşmasında, "Bundan sekiz yıl önce ortaokulu bitiren bir kız çocuğu, birçok hemcinsi gibi lisede okuma imkânı bulamadı. O zamanlar hayata bir çocuk saflığı ve yaşama sevinciyle baktığı için bunun anlamını tam olarak bilemezdi. Çünkü meslek sahibi olmayı, topluma faydalı olmayı, kendine bir gelecek kurmayı hayal bile edemiyordu. Ama hiçbir zamanda vazgeçmedi, okuma isteğini ve hevesini hep taşıdı. Liseyi dışarıdan okudu. Üniversite okumaya zor gözüyle bakarken kendi ilinde böyle bir üniversitenin açılması onu cesaretlendirdi. ...O kız şimdi karşınızda üniversite birincisi olarak bu konuşmayı yapabiliyorsa bunu sağlayan herkese teşekkür etmeyi bir borç bilir" dedi.
KENDİM OLMAKTAN VAZ GEÇMEDİM
Üniversite okumanın en büyük hayali olduğunu söyleyen Işık'ın konuşmasında en can alıcı cümle ise neden Muş Üniversitesi'ni seçtiğini açıkladığı cümlesi oldu. Işık "...Bu üniversiteyi seçtim çünkü kendim olmaktan vazgeçmem gerekmediği için..." dedi. Muş'lu olarak, kentinde açılan Muş Alparslan Üniversitesi'nin aynı zamanda gurur kaynağı olduğunu söyleyen Işık, "Bu üniversitede eşit fırsatlarla, kimlik ve kişilik kavgasına düşmeden, sadece öğrenci olmanın sıkıntılarını yaşayarak okumak, hedeflere, hayallere ve yarınlara sahip olmak bugüne kadar aştığımız zorlukları bize unutturdu" diyerek bir dönemi de satırlara dökmüş oldu.
İŞTE RUKİYE'NİN AĞLATAN KONUŞMASI
Işık'ın, herkesi ağlatan konuşması: "...Birçok ilden gelen arkadaşlarımızla burada ortak bir amaç için buluştuk. Bir Muş'lu olarak şunu söylemeliyim ki, Doğu'nun bu küçük ilinde geleceğin büyük insanlarını yetiştiren bir üniversiteye sahip olmak Muş halkı olarak bizi de gururlandırmaktadır. Bu üniversitenin varlığı başka yerde okuma şansı bulamayan birçok genci tekrar hayata bağladı. Bundan sekiz yıl önce ortaokulu bitiren bir kız çocuğu, birçok hemcinsi gibi lise okuma imkânı bulamadı. O zamanlar hayatı bir çocuk saflığı ve yaşama sevinciyle baktığı için bunun anlamını tam olarak bilemezdi. Hayat devam ettikçe sadece okulunu değil aslında geleceğinin de kaybolmaya başladığını anladı. Çünkü meslek sahibi olmayı, topluma faydalı olmayı, kendine bir gelecek kurmayı hayal bile edemiyordu. Ama hiçbir zamanda vazgeçmedi, okuma isteğini ve hevesini hep taşıdı. Liseyi dışarıdan okudu. Aldığı yüksek puanla ülkemizdeki tüm üniversitelerde okuma şansı kazandı. Ama bu üniversiteyi seçti. O kız şimdi karşınızda üniversite birincisi olarak bu konuşmayı yapabiliyorsa bunu sağlayan herkese teşekkür etmeyi bir borç bilir..."
Kürsüye çık özgürlüğün için istediğin gibi konuş
Muş Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat İnanç, Rukiye Işık'ı nasıl fark ettiğini açıkladı. İnanç, öğrenci temsilcisi seçmek için, üniversiteye kayıt yaptıran öğrenciler arasından, en yüksek puana sahip üç öğrenciyi odasına çağırdığını söyleyerek, "Üç öğrenci arasında Rukiye de vardı. Puanını öğrendiğimde şok oldum. O puanla, istediği bölüm için Türkiye'nin en iyi üniversitelerini tercih edebilirdi. Neden diye sordum. Bana 'özgürlük için' dedi. Ben de ona, o kürsüye çık ve özgürlüğün için istediğin gibi konuş' dedim" ifadelerini kullandı. Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Nihat İnanç 2008 yılında eğitime başlayan Muş Üniversitesi'nin iddiasını her yıl ortaya koyduğunu ifade ederek, amaçlarının pozitif ya da negatif her türlü ayrımcılıktan uzak, tüm öğrencilere eşit ve özgürlükler içerisinde bir akademik eğitim verebilmek olduğunu söyleyerek, "Bize geleceğini bağlayan çocuklarımızın hakkına girmemek gerekir. Onlara özgür alanlar açarsak onlar da bizlere geleceği açarlar" dedi. Üniversitenin yeni kampus inşaatının tamamlanmak üzere olduğunu söyleyen İnanç, 5 bin metrekare alan üzerine kurulu yeni yapılanmanın içinde 10 bloktan oluşan 80 lojmanın da tamamlanmak üzere olduğunu söyledi.
Üniversite en büyük hayalimdi
Rukiye Işık, en büyük hayalinin üniversitede okuyabilmek olduğunu söyleyerek, "Şimdi burada, içimin ve bedenimin huzur bulduğu yerde olduğum için çok mutluyum. Bana cesaret veren özgürlük aşılayan rektörümüze ve bu süreci yaşatan herkese teşekkür ediyorum. Başörtülü olduğum için olmaz diye düşündüğüm hayalim gerçek oldu. O rektör ki bana "çık ve istediğin gibi konuş" dedi. Şimdi ben ülkeme hizmet etmek için sabırsızlanıyorum. Türkçe öğretmeni olduğum gün ilk dersimde öğrencilerime şunu söylemek isterdim, "Hadi çıkın ve istediğiniz gibi konuşun"
Liseyi dışardan tamamladı
Üniversite sınavında TS2 puan dalında ilk 500'e girdi. Muş İl birincisi Türkiye 497.si oldu. Muş'ta memur çocuğu olarak on kardeşin ortancası olan Rukiye, liseyi de dışarıdan tamamladı. İki ağabeyi mühendis, iki ablası da üniversite mezunu, kardeşleri ise ilköğretim seviyesinde eğitimlerini sürdürüyor.
Hayatımın en duygulu anı
Aralarında Mardin, Ardahan ve Bitlis Üniversitelerinin de bulunduğu 14 üniversitenin rektörünün katıldığı törende, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, göz yaşlarını tutamadı. Dinleyenlere duygulu anlar yaşatan Işık'tan sonra kürsüye gelen YÖK Başkanı ise "Hayatımın en duygulu anlarından birini yaşıyorum" dedi. Özcan, Türkiye'nin ciddi bir değişim geçirdiğini belirterek, "Nerelerden nereye geldik" ifadesini kullandı.
Yeni Şafak
 

harp

Well-known member
Cevap: Aktif bir eylem olarak tevekkül ve teslimiyet-II 29 Ekim 2010 Cuma 0

Türkiye'nin Müslüman olması büyük bir şans
29 Ekim 2010 / 08:45
Ünlü Kalp Cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez, Türkiye'nin Müslüman olmasının büyük bir şans olduğunu söyledi

Selim Karahan'ın haberi:
Ünlü Kalp Cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez, Türkiye'nin Müslüman olmasının büyük bir şans olduğunu söyledi. Sönmez, "Cephede en yakın arkadaşı şehit olan bir asker orada Yaradan'a sığınmanın verdiği güçle bir Alman'dan daha iyi tolore edebiliyor. Mesela, 200 kişi bir anda makineli tüfekle taranıyor, o gece sabaha kadar yaralılar Kur'an okuyorlar. Bu travmayı azaltmıştır." dedi.
10. Ulusal Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi ve Psikosomatik Tıp Kongresi, Erzurum Palandöken Dağı'nda bir otelde başladı. Kongrede ünlü Kalp Cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez de 'Savaş Sonrası Sendrom' konulu sunumda bulundu. Sarıkamış Harekâtı üzerine yaptığı çalışmalar ile bilinen Sönmez, sunumunda Kafkasya Cephesi'nde yaşananlardan örnekler verdi. Savaşa katılanların anılarını anlatan Sönmez, savaş sonrası bir Alman askeri ile Türk askerinin aynı travmayı yaşamadığına dikkat çekti.
Yaptıkları araştırmada Kafkasya Cephesi sonrası Türk askerlerinde ciddi 'savaş sonrası travma' tespit edemediklerini kaydeden Sönmez, Türk askerlerinde travma oluşmamasını ise Müslümanlığın getirdiği 'Yaradan'a sığınma' duygusundan kaynaklandığını savundu. Entelektüel seviyesi yüksek insanlarda savaş sonrası travmanın daha çok görüldüğünü belirten Sönmez, "Savaş sosyal travmadır. İnsanların ruhunda çok ciddi izler bırakır. Savaş sonrası sendrom ilk olarak Amerikan iç savaşında fark edilmiş, ancak bilimsel olarak üzerine gidilememiş. Asıl bilimsel araştırmalar Vietnam Savaşı sonrası yapılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası bunun ciddi bir hastalık olduğu, insanların sosyal hayatını etkilediği ortaya çıkmıştır. Sarıkamış'ta hiçbir zaman panik olmamış, 90 bin kahraman var. Kahramanca savaşan erler tarihte örneği görülmemiş bir şekilde emre itaat ederek, ölüme gitmişler. Kafkas Savaşı sonrası çok ciddi 'savaş sonrası travma' tespit edemedim. Çünkü Kafkas Savaşı o kadar büyük bir savaş ki dönenler konuşmamışlar." diye konuştu.
Ülke olarak Müslüman olmanın büyük bir şans olduğunu ifade eden Sönmez, cephede savaşanlarda bulunan Yaradan'a sığınma duygusunun önemine değindi. Sönmez, "Ülke olarak çok büyük bir şansımız Müslüman olmanın getirdiği sığınma inancımız var. Cephede en yakın arkadaşı şehit olan bir asker orada Yaradan'a sığınmanın verdiği güçle bir Alman'dan daha iyi tolore edebiliyor. Bir şehidin başında Kur'an okuyarak kendi acısını azaltması savaş sonrası sendromu azaltıyor. 200 kişi bir anda makineli tüfekle taranıyor ve o gece yaralılar sabaha kadar Kur'an okuyor. O insanların o gece Kur'an okuması gerçekten dramatik, ama dine sığınma duygusu bu savaş sonrası sendromu azaltıyor." ifadelerini kullandı.
Kafkas Cephesi sonrası Anadolu'da sansür yaşandığını dile getiren Sönmez, şöyle konuştu: "Kafkas cephesinden sonra çok ciddi sansür olmuş. İnsanlar Kafkas cephesini konuşamamışlar. Hatta aileler askerlik şubelerine Sarıkamış'a giden çocuklarına sorduklarında 'çok mahrem bir göreve gittiler, bilgi veremeyiz' şeklinde cevap almışlar. Savaş sonrası travma, cephe gerisi insanlarda daha çok yaşanmış."
 

harp

Well-known member
Cevap: Aktif bir eylem olarak tevekkül ve teslimiyet-II 29 Ekim 2010 Cuma 0

Said Nursi'nin el yazısındaki 29 Ekim notu
29 Ekim 2010 / 06:24
Bir Cumhuriyet Bayramı esnasında Afyon hapishane müdürü, Bediüzzaman'ı tahrik için sinsi bir plan hazırlar ve uygular

Risale Haber-Haber Merkezi

Bir Cumhuriyet Bayramı esnasında Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri Afyon hapishanesinde tutuluyorlardı. Her zamanki gibi gizli cemiyetler kurmak gibi uyduruk bir suçlamayla yargılanıyorlardı.

Bediüzzaman, çok kötü şartlara sahip hapishanenin camları kırık büyük bir koğuşun dondurucu soğuğunda adeta ölüme terk edilmişti. Bunlar yetmiyormuş gibi her fırsatta çeşitli tahrik yolları deneniyordu.

Günlerden 29 Ekim’di. Afyon Hapishanesi Müdürü Mehmet Kayıhan, Said Nursî'nin koğuşuna Türk bayrağı asar. Amacı bellidir: Onu ve talebelerini tahrik etmek.

Her zaman olduğu gibi Bediüzzaman ve talebelerini tanımayan, anlamayan veya anlamak istemeyen yöneticiler bayrak hadisesi ile suçlanacak müşahhas delil peşindeydi. Halbuki, Bediüzzaman’ın hayatı o bayrağın temsil ettiği mana uğruna yapılmış fedakarlıklarla doluydu.

Birinci dünya savaşında Ruslara karşı gönüllü alay kumandanı olarak çarpışmış ve yaralanıp esir düşmüştü. İstanbul’u işgal eden İngilizlere karşı ise kimsenin cesaret edemediği çıkışlarla halkı uyandırmıştı.
nursi_cumhuriyet_yazi.jpg
Bayrağı gören Bediüzzaman Said Nursi, el yazısıyla hapishane müdürü ve o günkü ülke yöneticilerine ders vererek şu notu gönderir.
“Müdür Bey size teşekkür ederim ki;
Kurtuluş Bayramının bayrağını benim koğuşuma taktırdınız. Hareket-i Milliyede İstanbul'da İngiliz ve Yunan aleyhindeki Hutuvat-ı Sitte eserimi tab ve neşrile belki bir fırka kadar hizmet ettiğimi Ankara bildi ki Mustafa Kemal şifre ile iki defa Ankara'ya taltif için istedi.
Hatta demişti: Bu Kahraman Hoca bize lazımdır .
Demek benim bu bayramda bu bayrağı takmak hakkımdır.

Said Nursi"
 
Üst