Allah her yerde hazırdır, diyoruz. ..

Ahmet.1

Well-known member
Allah her yerde hazırdır, diyoruz. Allah zatıyla mı her yerde hazır? Ya da bütün icraatları zatıyla mı yapıyor?

Allah, zatı ile değil, isim ve sıfatları ile her yerde hazır ve nazırdır. Allah’ın zatı ile her yerde hazır ve nazır olması, Allah’a zaman ve mekan isnat etmek olur ki, bu da şirktir. Allah’ın zatı zaman ve mekandan münezzehtir. Allah zaman ve mekanın yanında, içinde, dışında gibi kavramlar Allah’a zaman ve mekan ittisal etme veya onlara benzetme olacağı için caiz değildir.

On Altıncı Söz'deki güneş örneği, bu hakikati akla yaklaştırmak için verilmiştir. Güneş, zatı itibarı ile bizden çok uzak olmasına rağmen, ısı ve ışığı ile göz bebeğimizin içine kadar giriyor. Allah da aynı şekilde Zatı itibari ile mahlukattan nihayetsiz uzak ve münezzeh iken, isim ve sıfatları ile bize şah damarımızdan daha yakındır. Bu mana itibari ile Allah, kainatta zatı ile değil, isim ve sıfatları ile iş görüyor. Ama isim ve sıfatların arkasında ve menbaı olarak yine mübarek Zat-ı Akdesi vardır.

Bu yüzden isim ve sıfatları Allah’ın Zatı ile aynı görmek batıl olduğu gibi, Zatından bağımsız, başka bir varlık olarak görmek de aynı derecede batıl ve şirktir. Allah’ın isim ve sıfatları Ehl-i sünnete göre Zatı Akdesine nispetle ne aynıdır ne de gayrıdır. Yani Allah’a isim ve sıfat demek doğru olmadığı gibi, isim ve sıfatlara da Allah demek doğru değildir. Ama Allah’a; kudret sahibi, ilim sahibi demekte bir sakınca yoktur. Zaten ayetin ifadeleri de bu şekildedir.

Batıl olan Mutezile mezhebi sıfat ve isimleri inkar ederek, Allah’ın Zatından başka bir şey yoktur. İsim ve sıfat denilen şeyler Allah’ın Zatının aynıdır demişler. Böyle olunca, Allah denilen şey biribirinden farklı bir çok sıfattan ibaret olur. Onlara göre Allah ilimdir, Allah kudrettir. Halbuki ilim ve kudret hem hüküm, hem de mana olarak biribirinden başkadır. Allah ilim ise, nasıl kudret olabilir. Yani nasıl hem ilim hem kudret olabilir. Ama Ehl-i sünnetin dediği gibi, Allah ilim değil, ilim sahibidir, kudret değil kudret sahibidir, demek hem makul hem de Kuran’a uygun bir tabirdir.

Batıl olan Kerramiye mezhebi ise, isim ve sıfatları Allah’ın Zatından bağımsız farklı bir varlık olarak anlamışlardır. Böyle olunca, taaddüdü kudema hasıl olmuştur. Yani Allah’tan başka ezeli ve ebedi varlıkları kabul etmiş oluyorlar ki, bu şirktir. Bu sapkın mezhebe göre Kudret sıfatı Allah’tan bağımsız, kendi başına ezeli ve ebedi bir varlıktır. Bu mezhebin batıllığı çok zahir olmasından, pek üzerinde durulmaya değmez.
Hak olan Ehl-i sünnete göre Allah’ın yedi sıfatı Allah’ın Zatı ile kaim sıfatlardır. Bu sıfatlar ne Allah’ın Zatının aynıdır, ne de Allah’ın Zatından farklı ve başka bir varlıktırlar. Bu yedi sıfat, Allah’ın Zatına ne ayndır ne de gayrdır. Yani Allah kudret sahibidir, ama kudret değildir.

İşte kainat ve mahlukatta iş yapan, icraat eden ve her yerde hazır ve nazır olan Allah’ın Zatı değil, bu yedi sıfatıdır. Ama bu yedi sıfatı ayakta tutan, onları çekip çeviren, onları idare eden, onlara kaynak olan, onları ezeli ve ebedi yapan, Allah’ın Zatı Akdesidir.

Üstat bu manaya şöyle işaret ediyor:

"Yirmi İkinci Sözde izah edilen şu temsile bak ki: Nasıl mükemmel, muntazam, san'atlı, saray gibi bir eser, bilbedâhe, muntazam bir fiile delâlet eder. Yani, bir bina, bir dülgerliğe delâlet eder. Ve mükemmel, muntazam bir fiil, bizzarure, mükemmel bir fâile ve mahir bir ustaya, bir dülgere delâlet eder. Ve mükemmel usta ve dülger ünvanları, bilbedâhe, mükemmel bir sıfata, yani san'at melekesine delâlet eder. Ve mükemmel sıfat ve o mükemmel meleke-i san'at, bilbedâhe, mükemmel bir istidadın vücuduna delâlet eder. Ve mükemmel bir istidat ise, âli bir ruh ve yüksek bir zâtın vücuduna delâlet eder."

"Öyle de, zeminin yüzünü, belki kâinatı dolduran müteceddid eserler, bilbedâhe, gayet derece-i kemalde bulunan ef'âli gösteriyor."

"Ve şu nihayet derecedeki intizam ve hikmet dairesindeki ef'âl, bilbedâhe, unvanları ve isimleri mükemmel olan bir fâili gösteriyor. Çünkü muntazam, hakîmâne fiiller fâilsiz olmadığı, kat'iyen malûmdur."

"Ve son derece mükemmel unvanlar, o fâilin son derece kemaldeki sıfatlarına delâlet eder. Çünkü, fenn-i sarfça, nasıl ism-i fâil masdardan yapılır. Öyle de, unvanların ve isimlerin dahi masdarları ve menşeleri, sıfatlardır."

"Ve son derece-i kemalde sıfatlar, şüphesiz, son derece mükemmel olan şuûnât-ı zâtiyeye delâlet eder.
Ve kabiliyet-i zâtiye, tabir edemediğimiz o mükemmel şuûn-u zâtiye, bihakkılyakin, hadsiz derece-i kemalde olan bir zâta delâlet eder."

"İşte, bütün âlemdeki âsâr-ı san'at ve bütün mahlûkat, her biri birer eser-i mükemmel olduğundan, her biri bir fiile; ve fiil ise isme; isim ise vasfa; ve vasıf ise şe'ne; ve şe'n ise zâta şehadet ettikleri için, masnuat adedince, birtek Sâni-i Zülcelâlin vücub-u vücuduna şehadet ve ehadiyetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, silsile-i mahlûkat kadar kuvvetli bir tarzda bir mirac-ı marifettir. Hiçbir cihette içine şüphe girmeyen müteselsil bir burhan-ı hakikattir."(1)​

İsim ve sıfatlardan başka bir şey düşünmemek gerektiği fikri doğru bir tespittir. Lakin Allah’ın Zatını isim ve sıfatlardan ibaret kabul etmek, hem Ehl-i sünnete hem de Üstad'ın ibarelerine uygun düşmez. Diğer taraftan da Mutezile mezhebinin fikrini savunmak olur. Bu fikir batıl bir fikirdir. Ama zannımızca o muhterem hoca insanlar Allah’ın Zatını değil isim ve sıfatlarının kainattaki tecellilerini düşünmek ile mükelleftir demek, istemiş.

Diğer bir husus ise, Allah kainatta isim ve sıfatları ile tecelli ederken, mübaşeret ve temastan münezzeh olarak tecelli ediyor. Yani Allah’ın isim ve sıfatları tecelli ve taalluk ederken bile mahlukattan münezzeh ve mukaddes olarak tecelli ve taalluk ediyorlar.


(1) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, On Sekizinci Pencere.

Sorularla Risale
 
Üst