Konuya cevap cer

ALLAH’IN İBADETİMİZE  İHTİYACI VAR MI?


Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, herşey Ona muhtaç olan Yüce Allah’ın,    bizim gibi âciz kulların ibadetine hiç mi, hiç ihtiyacı yoktur. O, bizim    hiçbir şeyimize muhtaç değildir. Çünkü kâinat ve içindekiler, ne  varsa   her şey Onundur, Onun mülküdür.


Son derece âciz ve zayıf birkul olarak bizler muhtaç ve fakiriz.    İhtiyaçlarımız ebede kadar uzanmış; bir çiçeği istediğimiz gibi, bir    baharı da istiyoruz. Hatta ebedî Cenneti de istemekten kendimizi    alamıyoruz. Dünya bizim olsa bile, istek ve arzularımızı tatmin    edemiyoruz. Hal böyle iken, ihtiyaçlarımızın sadece çok az bir kısmını    elde edebiliyoruz. Sonsuzluğa uzanan ihtiyaçlarımızın temin edildiği    mekân, ebedî saadet menzili olan Cennettir.


Yüce Allah’ın ibadetimize ihtiyacının olmadığını ve hakikî muhtaç olanın    asıl bizler olduğumuzu şöyle bir misâlle açıklamamız mümkündür.


Hasta olduğumuzda doktora gideriz. Doktor, hastalığımızı teşhis ettikten    sonra, bir reçete yazar. Sonra da ilâçları belirtilen saatte    kullanmamızı ısrarla ister. Doktorun niyeti, bir an önce hastasının şifa    bulup rahata kavuşmasıdır. Doktorun bu iyi niyetine karşı kalkıp,    “Doktor Bey, bu ilâçları kullanmamın sana bir faydası var mı? Bir    ihtiyacın mı var ki, bu acı ve tatsız ilâçları tavsiye ediyorsun?”    dememiz hem yersiz bir hareket olur, hem de kendimizi gülünç bir duruma    düşürmüş oluruz.


Bu misalde olduğu gibi, insan olarak mânen hastayız. Günah ve şüphelerin    kalb ve ruhumuzda açtığı yaralarla mânen dertliyiz. İşte Yüce   Rabbimiz,  duygu ve lâtifelerimizi günah paslarından temizlememiz,   parlatıp  nurlandırmamız ve bu mânevî dertlerden şifaya kavuşmamız için   yaramıza  bir merhem, dertlerimize bir ilâç olarak ibadeti emretmiştir.   Mesele bu  kadar açık ve berrak iken, yine kalkıp da, “Yâ Rabbî, bizim   ibadetimize  ne ihtiyacın var,niçin ibadet etmemizi bizden ısrarla   istiyorsun?”  dememiz, hastanın doktora çıkışmasından bin defa daha   yersiz ve  gülünçtür.


Bunun yanında kulluk vazifesini yapmayın ibadeti terk eden kişiyi    Cenab-ı Hakkın dünyada mânevî sıkıntıya, âhirette şiddetli azaba    çarptıracağını beyan buyurmasının hikmet tarafını şöyle bir misalle izah    edebiliriz.


Milletin canına, malına ve namusuna zarar veren bir kişi yakalanıp,    hâkim karşısına çıkarıldığı zaman, hâkim suçluyu cürmüne göre cezaya    çarptırır, mahkûm eder. Bu adam cezayı hak ettiği için kimse kendisine    acımaz ve “Yazık oldu” demez.


Mutlak adalet ve kudret sahibi olan Cenab-ı Hak da, ibadeti terk etmekle    bütün varlıkların hukukuna tecavüz eden insanı, dünyada ruhî    sıkıntılara, âhirette de Cehennem azabına çarptırır. Bu da aynı hak ve    adalet olur.


Gerçekten de, canlı cansız her varlık kendilerine mahsus dillerle    Yaratıcısını tesbih eder, verilen vazifeyi eksiksiz olarak yerine    getirir. Meselâ toprak, içine atılan her bir tohuma saksılık eder,    filizlinmesine yardımcı olur. Su, dünyaya hayatı bahşederek vazifesini    mükemmel bir şekilde görür. Ateş, insanların yiyeceğini pişirmek,  onları   ısıtmak ve daha pekçok vazife görmek suretiyle kendine düşeni  eksiksiz   yapar.


İşte, insan kâinata iman gözüyle bakmamak ve kulluk vazifelerini,    ibadeti terk etmekle mahlûkatın da ibadetini göremiyor, onları    başıboşlukla itham ediyor ve sonunda inkâra kalkışıyor. Onların Allah    tarafından vazifelendirilmiş birer unsur olduklarını da inkâr ettiği    için, mânen hukuklarına tecavüz etmiş, zulmetmiş oluyor. Bunun için de,    cezası bir iken, mahlûkat adedince artış gösteriyor.


Ayrıca, ibadetsiz insan kendi nefsine de zulmediyor. Herşeyden önce,    insanın ruhu, bedeni ve bütün âzaları kendisine bir emanettir. İnsan,    sahip olduğu bütün nimetler için ne bir fiyat ödemiştir, ne de ödemeye    gücü yeter. Meseâ gözümüze hangi kuvvetimizle sahip olduk veya eğer    satın alacak olsaydık, değerini takdir edip, ödeyebilir miydikr? Bu    nimetlerin gerçek sahibi Allah olduğuna göre, onları vazifesiz de    bırakmamıştır. Bilhassa namaz kılarken, bütün lâtife ve hislerimiz de    hisselerini almaktadır.


İşte insan ibadeti terk etmekle, bütün âza, duygu ve lâtifelerini âtıl    bir vaziyete sokmuş sayılıyor. Böylece kendi nefsine de zulmederek    cezaya müstahak hâle gelmesine sebep oluyor.


İnsan bilerek veya bilmeyerek yaptığı bütün bu zulüm ve haksızlıkların    cezasını dünyada ve âhirette çekeceği için, kendi kendini azabın içine    atmış oluyor.!

           



Sorularla İslamiyet 


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst