Allah-u Tela Bize Şevkatli mi yoksa Aşk ile mi bakar?

Nur_Yazar

Well-known member
Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) Bize Şevkatli mi yoksa Aşk ile mi bakar?

Risale-i Nur'da geçenlerde mütalaa yapmıstım neresi olduğunu hatırlıyamadım....Allah'ın bize şevkatli olduğunu izah ediyordu....Ama Allah bizden namaz gibi bircok nev-i ibadet bekliyor...ama birde şevkatli dyordu..bunu izah edebilir misiniz:032:
 

Abidin1

Well-known member
Selamın Aleyküm Kardaş;
Aşkla bakmanın diğer manası hayranlıkla bakmaktır. Bu yüzden Biz kullar Yüce Allah'a aşk ile bakarız.
Yüce Allah ise Rahmandır ve Rahimdir. Bu yüzden o kainatta tüm yaratılmışlara Merhametle ve şefkatle bakar. Ahrette ise Rahimdir yanlızca Mü'minlere merhametle bakar.
Saygılar..
 

Nur_Yazar

Well-known member
Abi yanlıs anlamıs olabilirsin...Allah razi olsun ama şevkat karşılıksız sevmek demektir...ama ask ise bir karşılık bekler...anne mesela bize karsı sevkatlidir...öylede risale- nurun bir yerinde Allah bize karsı şevkatlidir yazıyor...nasıl diye soruyorum abi??????
 

Abidin1

Well-known member
şevkat karşılıksız sevmek demektir...ama ask ise bir karşılık bekler...

Sn. Nur_Yazar Eğer gerçekten böyleyse, Yani şefkat karşılıksız sevmek demekse. Aşk ise karşılık bekliyorsa. Demek ki yanlış anlama yok. Çünkü bizlere bu canı ve saymakla bitiremeyeceğimiz nimetleri karşılık bekleyerek vermemiş ki. Onun hiç bir şeye ihtiyacı yok. O zaten her şeyin sahibi. Ol dese ne istese olur. Bizim ibadetlerimiz kendimiz için. Kendi kurtuluşumuz için. Va'd ve Va'id böyle yerine gelecek. Yani zaten öyle olacağı için değil. Biz kazanacağımız yada kaybedeceğimiz için.

Ama şunu yanlış anlamış olabilirim. Risalelerden soruyorsan ve yorum istiyorsan diğer arkadaşlar daha iyi bilir. O zaman Kusura bakma.
Hayırlı akşamlar. saygılar.
 

Abidin1

Well-known member
Ayrıca bakmak kelimesi ile ilgili bir ekleme;

Bakmak görmek demek değildir. Biz yaratılmışlar bakabiliriz ama bakmamız demek görmemiz demek değildir. Misal biz Allah (c.c.) ın ayetlerini görürüz ona iman eder itaat ederiz.
Fakat Allah (c.c.) BASİR dir. (Yani her şeyi en iyi görendir.)
saygılar.
 

Huseyni

Müdavim
Abi yanlıs anlamıs olabilirsin...Allah razi olsun ama şevkat karşılıksız sevmek demektir...ama ask ise bir karşılık bekler...anne mesela bize karsı sevkatlidir...öylede risale- nurun bir yerinde Allah bize karsı şevkatlidir yazıyor...nasıl diye soruyorum abi??????


Rahmân, “bütün canlılara merhamet ederek onların rızıklarını veren ve her türlü ihtiyaçlarını gören,” mânâsına gelir.

Ondördüncü Lem'a'nın İkinci Makamı'nda Bismillahirrahmanirrahim'in sırlarında bu sorunun cevabı da var inşaallah.

"Kâinat sîmasında, arz sîmasında ve insan sîmasında birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var.

Biri: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki, “Bismillah” ona bakıyor.

İkincisi: Küre-i arz sîmasında nebatat ve hayvanatın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüb, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezahür eden Sikke-i Kübra-i Rahmaniyettir ki, “Bismillahirrahman” ona bakıyor."

Yine Risale-i Nur'da "Rahman Rezzak manasınadır" ifadesi mevcuttur.

Yukarıdaki ifadedelerden de anlaşılacağı gibi Rahman isminin tecelli merkezi dünyamızdır diyebiliriz ve varlıkların terbiye, idare ve rızıklandırılması gibi anlamlara geldiğinden daha çok bu ismin tecelli merkezinde hayat vardır. Hayat sahibi her varlığın terbiyesi, idaresi, rızıklandırılması gibi faaliyetlerin hepsi Rahman isminin bir tecellisidir.

Ve yine insan bu hayat sahiplerinin içinde en şereflisidir. Diğer varlıklar ve o varlıklar içinde hayat sahipleri bir anlamda insana hizmet etmektedir. Ve Rahman siminin tecellisinde ayrım söz konusu değildir. İnsanların en itaatkarı da, en asisi de bu ismin tecellisinden azami derecede istifade etmektedir. Mesela Ebu Cehil gibi insaniyettten sükut etmiş, ömrü Allah'a isyanla geçmiş biri güneşten, geceden, gündüzden, rızıktan, dünyanın türlü türlü güzelliklerinden vs. mahruım kalmamıştır. Yani Allah asi olana da, itaatkar olana da karşılıksız mevcudatı onlara hizmetkar kılmıştır.

Tabi Allahın insana dünyada tek tecelli eden ismi Rahman ismi değildir. Zira insan Allah'ın tüm isimlerine bir fihriste hükmündedir. Az veya çok bütün isimler insanda ve hayatta tecelli eder kısacası.

Ondördüncü Lem'a'nın İkinci Makamını okumanızı tavsiye ederim.


Birde burası. http://www.risaleforum.net/risale-i...rsleri-1-soz-ve-14-lemaquot-nin-2-makami.html


 

FaKiR

Meþveret Bþk.
Sorunuzu cevaplamak için öncelikle ask'in ve sefkatin tanimini yapmak gerekir. Bu kavramlari üstad 8.mektupta cok muthis dile getirmis, buyrun beraber okuyalim:



"Hazret-i Yakub Aleyhisselâm'ın Yusuf Aleyhisselâm'a karşı şedid (şiddetli) ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir; belki şefkattir. Çünki şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir (yüce ve temizdir) ve makam-ı nübüvvete (peygamberlik makamına) lâyıktır.


Fakat muhabbet ve aşk, mecazî mahbublara (dünyevî sevgililere) ve mahluklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor. Demek Kur'an-ı Hakîm'in parlak bir i'caz (mucizelik) ile, parlak bir surette gösterdiği ve ism-i Rahîm'in vusulüne (ulaşmaya) vesile olan hissiyat-ı Yakubiye, yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Vedud'e vesile-i vusul olan aşk ise; Züleyha'nın Yusuf Aleyhisselâm'a karşı olan muhabbet mes'elesindedir.


Demek Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, Hazret-i Yakub Aleyhisselâm'ın hissiyatını, ne derece Züleyha'nın hissiyatından yüksek göstermişse; şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor...


Hem şefkat pek geniştir. Bir zât, şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle bütün yavrulara, hattâ zîruhlara (canlılara) şefkatini ihata eder (kuşattırır) ve Rahîm isminin ihatasına bir nevi âyinedarlık gösterir.


Halbuki aşk, mahbubuna (sevdiğine) hasr-ı nazar (odaklanıp) edip, herşey'i mahbubuna feda eder; yahut mahbubunu i'lâ ve sena etmek (yüceltip övmek) için, başkalarını tenzil (kıymetten düşürüp) ve manen zemmeder (kötüler) ve hürmetlerini kırar.


Meselâ biri demiş: "Güneş mahbubumun hüsnünü (güzelliğini) görüp utanıyor, görmemek için bulut perdesini başına çekiyor." Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz ism-i a'zamın bir sahife-i nuranîsi olan Güneş'i böyle utandırıyorsun?


Hem şefkat hâlistir (safidir), mukabele (karşılık) istemiyor; safi ve ivazsızdır (karşılıksızdır). Hattâ en âdi (basit) mertebede olan hayvanatın yavrularına karşı fedakârane ivazsız şefkatleri buna delildir. Halbuki aşk ücret ister ve mukabele taleb eder. Aşkın ağlamaları, bir nevi talebdir, bir ücret istemektir."
 

bo$ver

Active member
Aşk'ı sevgiliye duyulan hayranlık olarak tanımlarsak bu yanlış anlama ortadan kalkar :) Çünkü bu durumda Yüce Allah'a hayran olmak bize düşer..

hayranlık? yok aşk hayranlıktan öte bi haldir..tutku gibi candan geçmektir...o nedenle keşke mevlaya aşkla bağlaabilsek...

ve de tarihe bakarsanızız bütün aşklar mevlada son buluyor.."hakiki aşklar":)

bu arada imza benden kalmaz güzel:)
 

Abidin1

Well-known member
Hem şefkat pek geniştir. Bir zât, şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle bütün yavrulara, hattâ zîruhlara (canlılara) şefkatini ihata eder (kuşattırır) ve Rahîm isminin ihatasına bir nevi âyinedarlık gösterir.


Halbuki aşk, mahbubuna (sevdiğine) hasr-ı nazar (odaklanıp) edip, herşey'i mahbubuna feda eder; yahut mahbubunu i'lâ ve sena etmek (yüceltip övmek) için, başkalarını tenzil (kıymetten düşürüp) ve manen zemmeder (kötüler) ve hürmetlerini kırar.


Hem şefkat hâlistir (safidir), mukabele (karşılık) istemiyor; safi ve ivazsızdır (karşılıksızdır). Hattâ en âdi (basit) mertebede olan hayvanatın yavrularına karşı fedakârane ivazsız şefkatleri buna delildir. Halbuki aşk ücret ister ve mukabele taleb eder. Aşkın ağlamaları, bir nevi talebdir, bir ücret istemektir."

Üstadınıza tamamen katılıyorum. Bazı anlayamadığım arapça kelimeler olsa da. Tam olarak demek istediklerim bunlardı. :D Hayret ben daha önce risaleleri hiç okumadım :S
 

(-_-)

Member
Aşk ve şefkat

Süleyman Kösmene


Aşağıdaki cümlede Üstad sekiz ism-i azamdan bahsediyor. Acaba bunlar hangileri? “Meselâ biri demiş: ‘Güneş mahbubumun hüsnünü görüp utanıyor; görmemek için bulut perdesini başına çekiyor.’ Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz İsm-i Âzamın bir sahife-i nuranîsi olan güneşi böyle utandırıyorsun? (Mektubat, s. 35)”


Sekizinci Mektupta, Rahmân ve Rahîm isimlerinin bütün kâinâtı kucaklayan, her canın ve her canlının bütün ebedî ihtiyâcını karşılayan ve tatmin eden ve herkesi hadsiz düşmanlarından emîn kılan kuvvetli ve büyük birer nûr olduğu beyan ediliyor. Âcîz ve zayıf insanın bu iki büyük isme ulaşması hem dünyevî, hem uhrevî ihtiyaçları açısından hayatî önem taşımaktadır. İnsanoğlu hadsiz ihtiyaçlarını karşılamak ve kalben sonsuz derece huzur bulmak için bu isimlere ulaşmalıdır. Yoksa en büyük servet sahibi de olsa, en yüksek yatlarda ve katlarda da yaşasa, insan huzursuzluktan yakasını kurtaramayacaktır.


Bedîüzzaman Hazretlerine göre Rahman ve Rahîm isimlerine yetişmek ve bu isimlerden medet almak için insanın önünde aslında hiç de zor olmayan yollar vardır. Hatta insan bu yolların kolaylığı ve kendine yakınlığı bakımdan oldukça zengindir. Bu vesîleler şunlardır: Fakr, Şükür, Acz ve Şefkat. Yani Allah’ın sade bir kulu olduğunu ve O’nun ikrâmının hâricinde bir hiç olduğunu bilmektir. Yani aslında bir âciz ve fakir kuldan ibâret olduğunu bilmek ve Allah’a hadsiz şükrederek mahlûkâta şefkatli davranmaktır. İşte bu davranış, bu tutum, bu anlayış, bu yaklaşım ve bu tavır Allah’ın râzı olduğu kulluk hâlidir ki, bizi Rahmân ve Rahîm isimlerinin şefkatine ve rahmetine ulaştırır, bizi Allah’ın merhametinden ve şefkatinden hissedâr eder.

Üstad Saîd Nursî Hazretleri burada Hazret-i Yâkup Aleyhisselâm’ın Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm’a karşı şiddetli hissinin ve kuvvetli duyarlılığının temelinde yatan hakîkatin ne olduğunu soruşturur. Bu, daha önce de İmam-ı Rabbânî tarafından gündeme getirilmiştir ve buna “aşk ve muhabbet” denmiştir. Oysa Saîd Nursî hazretlerine göre bu kuvvetli hislerin temelinde aşk ve muhabbet değil; şefkat vardır. Yani Hazret-i Yâkup Aleyhisselâm, Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm’a şiddetli aşkından dolayı değil, kuvvetli şefkatinden dolayı hususî bir ilgi göstermiş, onun diye getirilen kanlı gömleğe inanmamış, ümidini hiç kesmemiş, hep bir hayırlı haber beklemiş, fakat haber geciktikçe hasretle geçen yıllar onun kalbini bir kor gibi yandırmış ve Yûsuf’un (as) acısı gözlerini kör etmiştir. Nihâyet yıllar sonra bir gün Hazret-i Yûsuf’un (as) gömleğinin kokusunu tâ Mısır’dan algılayabilmiştir.

Çünkü Hazret-i Yâkup’ta (as), Hazret-i Yûsuf’a (as) karşı yoğun bir şefkat hissi vardı. Şefkat; aşk ve muhabbetten çok daha keskin, çok daha parlak, çok daha ulvî, çok daha nezih ve peygamberlik makâmına çok daha lâyıktır. Fakat aşk ve muhabbetin, Allah’tan başkasına şiddetli biçimde duyulmasını farz etmek, yüksek peygamberlik makâmına uygun düşmemektedir. Demek Kur’ân-ı Hakîm’in parlak bir şekilde bildirdiği ve Rahîm ismine ulaşmaya vesîle olan Yâkup Aleyhisselâm’a ait şiddetli duygular, yüksek bir şefkat derecesidir. Vedûd ismine ulaşmaya vesîle olan aşk ise, Züleyhâ’nın Yûsuf Aleyhisselâm’a karşı duyduğu muhabbette söz konusudur.

Bedîüzzaman’a göre, Kur’ân-ı Hakîm Hazret-i Yâkup Aleyhisselâmın yüksek duygularını Züleyha’nın duygularından ne derece yüksek göstermişse, şefkat hissi de, aşk hissinden o derece yüksektir. Şefkat muhabbetten yüz derece daha geniş, daha parlak ve daha yüksektir. Çünkü şefkat bütün yönleriyle lâtiftir, nezihtir, geniştir, hâlistir, sâfîdir, mukabele istemez, bedelsizdir. Hattâ en âdî hayvanların bile yavrularına duydukları bedelsiz ve fedâkârâne şefkatleri buna delildir. Aşk ve muhabbetin ise çok dereceleri var ki tenezzül edilmeyecek şekildedir. Aşk mukabele ister, bedelsiz yürümez, karşılık görmekle devam eder. Aşkın ağlamaları, bir nevî bedel ve karşılık istemektir.

Üstad Hazretleri burada bir mîsal verir: Meselâ bir zat şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle bütün yavrulara, hattâ bütün canlılara şefkat eder ve Rahîm isminin genişliğini bütün yürek sahiplerinde görür ve gösterir. Halbuki aşk yalnız sevgiliye mahsus duyulur. Hattâ herşeyi sevgiliye fedâ ettirir. Sevgiliyi övmek ve güzel göstermek için de aşk, başka güzelleri kıskandırır, hürmetten düşürtür, güzelliklerini kırar. Hattâ âşıklar o derece ileri giderler ki, “Güneş sevgilimin güzelliğini görüp utanıyor. Görmemek için bulut perdesini başına geçiriyor” diyecek derecede sevgililerini güneşten daha parlak ve daha güzel gösterme çabasına girerler.

İşte Üstad Bedîüzzaman burada, aşk belâsına güneşin gözden düşürülmesini görmezden gelmez, bunu güneşe haksızlık sayar ve âşıklara çıkışır: “Hey âşık efendi!” der, “Ne hakkın var, sekiz İsm-i Âzamın bir sahife-i nuranîsi olan güneşi böyle utandırıyorsun?”1

Saîd Nursî Hazretleri güneş sayfasında tecellî eden sekiz büyük ismin neler olduğunu burada bildirmez. Otuzuncu Lem’ada, Kuddûs, Adl, Hakem, Ferd, Hay ve Kayyûm isimlerini, İkinci Şuâ’da da Ehad ismini ise değişik veçheleriyle “ism-i azam” olarak nazara verir.2 Bu isimlerin kâinâtın her bir yönüyle birlikte güneş üzerinde de tecellîsi ve tasarrufu bulunduğunda şüphe yoktur. Ayrıca Üstad Hazretleri güneşin, Allah’ın bin bir isminden Nûr isminin maddî bir aynası hükmünde olduğunu3; hadsiz fezâyı, boş ve yapa yalnız âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren temel hakîkatin de Rahman ve Rahîm isimlerinin sıfatı olan “Rahmet” hakîkati olduğunu4 kaydeder.

Güneş üzerinde bu isimlerin tecellîleri bulunmakla birlikte, hiç şüphesiz başka isimlerin de tecellîleri söz konusudur. Burada, bunlardan başta Nûr ismi olmak üzere sekizinin güneş üzerinde yoğun bir tasarrufa sahip olduğunu anlamalı; fakat bu isimlerin neler olduğu ilmini Allâmü’l-Guyûb olan Cenâb-ı Allah’a bırakmalıyız. Bu, araştırıcı olmaya ve îmânı inkişaf ettiren bir yaklaşım olarak Allah’a meçhul bir mevcut unvanıyla bakmaya5 daha elverişlidir.

Dipnotlar:
1- Mektûbât, s. 35,
2- Lem’alar, s. 298-348;Şuâlar, s. 11-42,
3- Sözler, s. 558,
4- Sözler, s. 16; Lem’alar, s. 100,
5- Mesnevî-i Nûriye, s. 111
 
Üst