genc_kalem
Okumak,Yaþamaktýr
Mü’min, bereketli toprak gibidir, yağan yağmuru emer ve etrafının yemyeşil gümrah olması için vesilelerle doludur. Hayata bakışı, yürüyüşü, tepkileri ile bir mü’min Rahmanî esintilerin, peygamberî davranışların en mükemmel timsalidir.
Mü’min, hayatın bir imtihan olduğunu peşinen kabul eden kişidir. Bilir ki, her nimet şükür, her musibet sabır ister. Her halinde, nimette de külfette de “sınandığını”, kendisini bir büyük Zât’ın “izlediğini” her an hisseder.
Hayatın lezzetleri olduğu gibi acıları da vardır. Bu yolda düzlükler olduğu gibi yokuşlar ve inişler de vardır. Hastalık-sağlık, gençlik-yaşlılık, hürriyet-esaret, zenginlik-fakirlik halleri imtihan terazilerinin kefelerini oluşturur. Bazen işler hep rast gider. Siz istemeseniz de işleriniz yolunu bulur, ummadığınız yerlerden imkanlar ve fırsatlar sizi kuşatır. İşte mü’min o an şükür secdelerine kapanır ve “küfran-ı nimet”e düşüp de isyan edenlerden olmaktan korkar. Yine, bir musibet anında hemen kendini toparlayıp, “Bu da geçer Yâ Hû” deyip, musibeti göndereni, kendisini imtihan edeni, bu musibetteki şahsi hatalarını düşünür teselli bulur.
İnsan maddeten, manen ve sosyal olarak geniş imkanlara sahip bulunurken, birden yapayalnız kalınca, işleri rayında giderken birden bozulunca bir anda sarsılıverir. Bazen öyle olur ki, kime el uzatsa eli boş kalır, kimden yardım istese herkes sırtını döner. İşte o noktada kişinin mayası ve altyapısı kendisini göstermeye başlar. Hayata baktığı pencere ve o pencerenin genişliği, o kişinin o sıkıntılardan kurtulmasına yol açacak fırsatların da büyüklüğüyle doğru orantılıdır. Mü’min o an Hz. Eyyûb (as) gibi olmalı, verenin de alanın da O (cc) olduğunu bilip, tevekkülle boyun eğmelidir. Mü’min, musibetle karşılaşınca, “İnna lillahi ve innâ ileyhi râciûn” (Biz muhakkak ki Allah içiniz, ve muhakkak ki yine O’na döndürüleceğiz.) der.
Toplum hayatında çevremize baktığımızda aynı musibetlerin ya da nimetlerin farklı insanlarda farklı tepkilere sebep olduğunu görürüz. Yağmurun her yere yağıp da her yerin yeşermediği gibi, musibetler ya da nimetlere olan insani tepkiler de aynı olmaz. Nimetin de musibetin de Sahibi’ni (cc) bilemeyenler başını taştan taşa vuran, karamsarlık vadilerinde çaresizce koşturan insanlardır.
Hayır da şer de Allah’tan gelir
Mü’min, hayrın da şerrin de Allahü Teala’dan imtihan için gönderildiğini bilen insandır. O, dünyevi hırslara kapılarak asla gelecek kaygısına düşmez. Allah’ın kendisine daha güzelini, daha hayırlısını hem dünyada hem de ahirette vereceğini umar. Rabb’ini ne nimette, ne de külfette asla itham etmez. O, “Kahrın da hoş, lütfun da hoş!” diyebilen geniş gönüllü insanların iklimine dahildir. Onun, bu gibi olaylarda Allah’a karşı teslimiyeti daha da artar, her durumda Allah’a şükretmenin huzur ve mutluluğunu yaşar. Allah’ın kendilerini denediğinin bilinciyle Allah’tan daha hayırlısını umarlar. İman eden bir kimse, her şeyini dahi yitirmiş olsa, yine de en ufak bir ümitsizliğe kapılmadan, sabırla, şevkle her şeye en baştan başlayabilir. Sahip olduğu bu şevk, imanından, Allah’a karşı duyduğu sevgi ve güvenden, Kur’an ahlakını benimsemiş olmasından ve dünya hayatının geçiciliğini kesin olarak kavramış olmasından kaynaklanır.
Ümitsizliğe kapılmak Allah’ın beğenmediği bir davranıştır ve Kuran’da inkarcıların bir özelliği olarak tarif edilmektedir. Çünkü, Allah’ın yardımından, rahmetinden, bağışlayıcılığından ümit kesmek çok çirkin bir tavırdır ve Kur’an’da yasaklanmıştır. İman eden insan imanından kaynaklanan ümitvâr ruh haliyle huzurlu ve mutlu bir hayat sürer. Kendini Allah’a teslim etmeyenler ise daima ümitsizlik, endişe ve tasa içindedirler. Bundan dolayı iç karartıcı, mutsuz, sıkıntılı bir hayat sürerler.
İnsanlar niye ümitsizliğe kapılır?
İnsanlar, istedikleri bir şeyi elde edemeyince, sevdikleri bir şeyi yitirince veya başlarına kötü bir olay geldiğinde ümitsizliğe kapılırlar. Bunun yanında, bu sıkıntılar vesilesiyle ahirette bağışlanmayı, cehennemden kurtulmayı, cennete gitmeyi ümit etmek akıllarına bile gelmez. Günlük hayatın telaş ve karmaşası içinde başlarına gelen her olumsuzluk onlar için bir üzüntü ve karamsarlık nedeni olur. Kur’an’dan gelen İlahî teselliden mahrum oldukları için şeytanın tüm vesveselerine kulak verir, sayısız endişe, kuruntu ve tasalarla gün ve gecelerini kendilerine zindan ederler.
Ümitvar olmak mü’mine farzdır!
“Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.” (Yusuf Sûresi, 87) ayeti, ümitvâr olmanın bir mü’min için ne kadar önemli olduğunu anlatır bize. Ümitsizlik, boşvermişlik ve isyan duyguları Allah’ın beğenmediği ve kınadığı bir ahlaki tavırdır.
Mü’min, her hâl ve şartta ümitvârdır
Ümitvâr olmak mü’minin en önemli vasfıdır. Rabb’imiz, “Lâ taknetû min rahmetillahi” buyuruyor. Rahmet, ahiretteki af ve mağfireti kapsadığı gibi, dünya sıkıntılarından kurtuluşu da ifade etmektedir. Kişi, imanı ölçüsünde Allah’tan umut eder, her olayın yalnızca Allah’ın dilemesi ile gerçekleştiğini bildiği için hiçbir konuda üzüntüye, ye’se ve ümitsizliğe düşmez. Allah’ın müminlerin dualarına cevap verdiğini bildiği için, en kötü görünen bir olayın bile sonunda mutlaka hayra dönüşeceğinden şüphe duymaz. Her şey Allah’ın “ol” demesiyle yaratılır. Hiçbir şey başıboş ve kendi haline bırakılmış değildir. Her şey Allah’ın belirlediği bir kader üzere yaratılır. Bunun bilincinde olan bir mü’min, en olumsuz şartlarda, en sıkıntılı gibi görünen durumlarda bile Allah’ın rahmetinden ve yardımından ümidini kesmez. Zorluklara sabreden, Allah’tan umudunu kesmeyen ve hiçbir şartta Allah’ın hükümlerinden taviz vermeyen insanlar hem dünyada hem de ahirette müjdelenmişlerdir.
*** ** *
Rabb’imiz, bizi şöyle müjdeliyor:
* “İman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz şüphesiz onların kötülüklerini örteceğiz ve şüphesiz yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz.” (Ankebut Sûresi, 7)
* “Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi’nden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vaat ediyor.” (Bakara Sûresi, 268)
* ** ***
Kim kadere teslim olur, iman ederse, her türlü kederden de kurtulur
“Kadere teslimiyet”; âni ölümler, kazalar, başarısızlıklar, çok istenen bir sınavı kaybetmelerde bizi sarsar ve sınayıverir. Mutlaka geçmek istediği dersten kalan bir kişi, bu dersin gereğini yapmamış, ama bunu da hayatının tek maddesi haline getirmişse bu sonucu kaldıramaz ve büyük bir üzüntüyle sarsılır. Çünkü bütün ümitlerini, hedeflerini, olayların kendi hesapladığı şekilde gelişmesine bağlamıştır. Fakat öncelikle yaşantısını kendisi buna göre ayarlamamıştır. Yanlış tevekkül uygulayıp, “tedbir”i ihmal etmiştir. Rabb’imiz, “kader” kitabı olan İmam-ı Mübin’inde kayıtlı olan bir hâli “kudret” kitabı olan Kitab-ı Mübin’de hakikat âlemine çıkarmıştır. Biz bu noktada şunu sorgulamalıyız: “Acaba, kadere kendim hakkımda nasıl bir fetva verdirdim!” Mü’minlerin böyle anlarda ne demesi gerektiğini Rabb’imiz bize şöyle öğretiyor: “De ki: Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlâ’mızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler”. (Tevbe Suresi, 51)
“Hasbünallahü ve ni’mel vekil” ne demektir?
“Hasbünallahü ve ni’mel vekil” sözünü her duamızın sonunda söyleriz. “Başımıza gelecek her türlü belâ ve musibete karşı Allah bize yeter. O, ne güzel dost ve ne güzel bir vekildir.” demek olan bu söz, aslında mü’minin nasıl İlahi bir güvenceye sahip olduğunu da ifade eder.
Başarısızlık, yarı yolda kalmak
Allah yolunda baskı ve eziyetlere sabretmek çok daha büyük ecirlere ve hayırlara vesile olmaktadır. Kişi, Allah rızası için çalışırken yarı yolda kalmış, başarısız olmuş da olabilir. O an ne düşünecektir? Kur’an’da; sürgün edilmiş, zindanlarda tutulmuş peygamberlerden, müminlerden bahsedilmektedir. Onlar acaba o anlarda ümitsizliğe kapılmışlar, işkenceler içindeyken “Yoksa yanlış yolda mıyım?” diye düşünmüşler midir? Asla. Onların özellikleri sabretmek ve Allah’ın hükmüne tevekkülle boyun eğmek, ezeli planda haklarında “şehadet” yazıyorsa, onu da bir şerbet bilip bir nefeste içmek olmuştur. Zindanlar bile kamil mü’minler için aynen Hz. Yusuf aleyhisselam için olduğu gibi “medrese-i Yusufiye” olmuştur. O önce bir kuyuya, sonra bir iftirayla zindana atılmış, kısa süre sonra bulunduğu memleketin en önemli idarecisi oluvermişti. Bütün bunları yapan ve onu sınayanın Rabb’i olduğunu o her zaman biliyordu.
İşte mü’minlerin bu her şartta gösterdikleri bu dini salabetleri ve ciddiyetleri onların “gerçek bir imanla” iman ettiklerini gösterir. En ağır hastalığa yakalansalar ya da şartlar en zor ortamlarda bulunmayı da gerektirse, her zaman ümitvâr, her zaman tevekküllü, her zaman Allah’ın yarattığı hikmetleri ve hayırları düşünen bir tavır içinde olurlar.
Ümitsizlik, inananların vasfı değildir
Ümitsizlik, İlahi terbiyeden uzak yaşayan insanlarda sık rastlanan bir ruhi bozukluktur. Bu, insanların Allah’ın varlığını reddetmelerinden ya da Allah’ı gereği gibi tanıyıp bilmemelerinden kaynaklanır. İmandan ve dolayısıyla Kur’anî bilgiden yoksun olan bu insanlar etraflarında gerçekleşen tüm olayların tesadüfler sonucu meydana geldiğini düşünürler. İlahi takdir ve kader duygusu hayatlarında yoktur. Bu sebeple başlarına gelen her türlü olumsuz olay kendileri için bir keder ve umutsuzluk vesilesi olur. Sırf kendi oluşturdukları kuruntu, vesvese ve endişeler bile onları derin bir ümitsizliğe düşürebilir. Müslüman ise, hadiseleri hayra yoran, hayata iyi yönden bakabilen insandır. Çünkü, “güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır”. Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yaşamayanlar, Allah’tan gelen her şeye razı olan bir mü’minin rahatlığını taşımazlar. Sürekli endişe içindedirler. Her olayın kendi aleyhlerine gelişeceğini sanırlar.
Peygamberlerin hayatı ümit sahneleriyle doludur
Peygamberler, insanlar için her konuda olduğu gibi, her türlü zorluk karşısındaki ümit ve tevekkül dolu tutumları ile de en güzel örneği teşkil ederler. Peygamberler yalnızca Allah’ı dost edinen, Allah’ın hükümlerine içten bağlı, hayatlarının tamamını Allah için yaşayan insanlardır. Ve yaşamlarının her anında Allah’a güvenip dayanan, her zaman Allah’ın yardımının yanlarında olduğunu bilen kişilerdir. O halde onlara benzemeye gayret eden mü’minlerin de, güzel ahlakın her ayrıntısında olduğu gibi, ümit dolu olma konusunda da onları örnek almaları gerekir. Peygamberlere tuzaklar kurulmuş, iftiralar atılmış, yurtlarından sürülmüşlerdir. Ama her zaman Rabb’lerine iltica edip, normal bir insanın asla kaldıramayacağı sıkıntıları gönül hoşnutluğuyla göğüslemişlerdir.
Ümit ve korku arasında olmalı
* Havf ve reca “ümit ve korku” demektir.
* Mü’minin ümit ve korku arasında olması gerekmektedir. Allah’tan, Kur’an’da ve Efendimiz’in Sünnet’inde anlatıldığı gibi korkan bir insan Allah’ın emrettiklerinin dışına asla çıkmaz.
* Allah’tan bağışlanmayı, cennete kabul edilmeyi umarken diğer yandan da büyük bir korku içindedir. Çünkü hiç kimsenin cennete mutlaka gideceğine dair bir garantisi yoktur. Çünkü Allah’ın rahmetinden şüphe edilemeyeceği gibi, Allah’ın azabından da kimse emin olamaz!
* Mü’min ancak elinden geleni yapmakla ve Allah’ın rahmetini ümit etmekle yükümlüdür.
* Samimi mü’minde, ümit ve korku doğal bir denge halindedir.
Sayı: 191
Bölüm: Kavramlar
MUSTAFA AYDIN
Zaman - Ailem
Mü’min, hayatın bir imtihan olduğunu peşinen kabul eden kişidir. Bilir ki, her nimet şükür, her musibet sabır ister. Her halinde, nimette de külfette de “sınandığını”, kendisini bir büyük Zât’ın “izlediğini” her an hisseder.
Hayatın lezzetleri olduğu gibi acıları da vardır. Bu yolda düzlükler olduğu gibi yokuşlar ve inişler de vardır. Hastalık-sağlık, gençlik-yaşlılık, hürriyet-esaret, zenginlik-fakirlik halleri imtihan terazilerinin kefelerini oluşturur. Bazen işler hep rast gider. Siz istemeseniz de işleriniz yolunu bulur, ummadığınız yerlerden imkanlar ve fırsatlar sizi kuşatır. İşte mü’min o an şükür secdelerine kapanır ve “küfran-ı nimet”e düşüp de isyan edenlerden olmaktan korkar. Yine, bir musibet anında hemen kendini toparlayıp, “Bu da geçer Yâ Hû” deyip, musibeti göndereni, kendisini imtihan edeni, bu musibetteki şahsi hatalarını düşünür teselli bulur.
İnsan maddeten, manen ve sosyal olarak geniş imkanlara sahip bulunurken, birden yapayalnız kalınca, işleri rayında giderken birden bozulunca bir anda sarsılıverir. Bazen öyle olur ki, kime el uzatsa eli boş kalır, kimden yardım istese herkes sırtını döner. İşte o noktada kişinin mayası ve altyapısı kendisini göstermeye başlar. Hayata baktığı pencere ve o pencerenin genişliği, o kişinin o sıkıntılardan kurtulmasına yol açacak fırsatların da büyüklüğüyle doğru orantılıdır. Mü’min o an Hz. Eyyûb (as) gibi olmalı, verenin de alanın da O (cc) olduğunu bilip, tevekkülle boyun eğmelidir. Mü’min, musibetle karşılaşınca, “İnna lillahi ve innâ ileyhi râciûn” (Biz muhakkak ki Allah içiniz, ve muhakkak ki yine O’na döndürüleceğiz.) der.
Toplum hayatında çevremize baktığımızda aynı musibetlerin ya da nimetlerin farklı insanlarda farklı tepkilere sebep olduğunu görürüz. Yağmurun her yere yağıp da her yerin yeşermediği gibi, musibetler ya da nimetlere olan insani tepkiler de aynı olmaz. Nimetin de musibetin de Sahibi’ni (cc) bilemeyenler başını taştan taşa vuran, karamsarlık vadilerinde çaresizce koşturan insanlardır.
Hayır da şer de Allah’tan gelir
Mü’min, hayrın da şerrin de Allahü Teala’dan imtihan için gönderildiğini bilen insandır. O, dünyevi hırslara kapılarak asla gelecek kaygısına düşmez. Allah’ın kendisine daha güzelini, daha hayırlısını hem dünyada hem de ahirette vereceğini umar. Rabb’ini ne nimette, ne de külfette asla itham etmez. O, “Kahrın da hoş, lütfun da hoş!” diyebilen geniş gönüllü insanların iklimine dahildir. Onun, bu gibi olaylarda Allah’a karşı teslimiyeti daha da artar, her durumda Allah’a şükretmenin huzur ve mutluluğunu yaşar. Allah’ın kendilerini denediğinin bilinciyle Allah’tan daha hayırlısını umarlar. İman eden bir kimse, her şeyini dahi yitirmiş olsa, yine de en ufak bir ümitsizliğe kapılmadan, sabırla, şevkle her şeye en baştan başlayabilir. Sahip olduğu bu şevk, imanından, Allah’a karşı duyduğu sevgi ve güvenden, Kur’an ahlakını benimsemiş olmasından ve dünya hayatının geçiciliğini kesin olarak kavramış olmasından kaynaklanır.
Ümitsizliğe kapılmak Allah’ın beğenmediği bir davranıştır ve Kuran’da inkarcıların bir özelliği olarak tarif edilmektedir. Çünkü, Allah’ın yardımından, rahmetinden, bağışlayıcılığından ümit kesmek çok çirkin bir tavırdır ve Kur’an’da yasaklanmıştır. İman eden insan imanından kaynaklanan ümitvâr ruh haliyle huzurlu ve mutlu bir hayat sürer. Kendini Allah’a teslim etmeyenler ise daima ümitsizlik, endişe ve tasa içindedirler. Bundan dolayı iç karartıcı, mutsuz, sıkıntılı bir hayat sürerler.
İnsanlar niye ümitsizliğe kapılır?
İnsanlar, istedikleri bir şeyi elde edemeyince, sevdikleri bir şeyi yitirince veya başlarına kötü bir olay geldiğinde ümitsizliğe kapılırlar. Bunun yanında, bu sıkıntılar vesilesiyle ahirette bağışlanmayı, cehennemden kurtulmayı, cennete gitmeyi ümit etmek akıllarına bile gelmez. Günlük hayatın telaş ve karmaşası içinde başlarına gelen her olumsuzluk onlar için bir üzüntü ve karamsarlık nedeni olur. Kur’an’dan gelen İlahî teselliden mahrum oldukları için şeytanın tüm vesveselerine kulak verir, sayısız endişe, kuruntu ve tasalarla gün ve gecelerini kendilerine zindan ederler.
Ümitvar olmak mü’mine farzdır!
“Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.” (Yusuf Sûresi, 87) ayeti, ümitvâr olmanın bir mü’min için ne kadar önemli olduğunu anlatır bize. Ümitsizlik, boşvermişlik ve isyan duyguları Allah’ın beğenmediği ve kınadığı bir ahlaki tavırdır.
Mü’min, her hâl ve şartta ümitvârdır
Ümitvâr olmak mü’minin en önemli vasfıdır. Rabb’imiz, “Lâ taknetû min rahmetillahi” buyuruyor. Rahmet, ahiretteki af ve mağfireti kapsadığı gibi, dünya sıkıntılarından kurtuluşu da ifade etmektedir. Kişi, imanı ölçüsünde Allah’tan umut eder, her olayın yalnızca Allah’ın dilemesi ile gerçekleştiğini bildiği için hiçbir konuda üzüntüye, ye’se ve ümitsizliğe düşmez. Allah’ın müminlerin dualarına cevap verdiğini bildiği için, en kötü görünen bir olayın bile sonunda mutlaka hayra dönüşeceğinden şüphe duymaz. Her şey Allah’ın “ol” demesiyle yaratılır. Hiçbir şey başıboş ve kendi haline bırakılmış değildir. Her şey Allah’ın belirlediği bir kader üzere yaratılır. Bunun bilincinde olan bir mü’min, en olumsuz şartlarda, en sıkıntılı gibi görünen durumlarda bile Allah’ın rahmetinden ve yardımından ümidini kesmez. Zorluklara sabreden, Allah’tan umudunu kesmeyen ve hiçbir şartta Allah’ın hükümlerinden taviz vermeyen insanlar hem dünyada hem de ahirette müjdelenmişlerdir.
*** ** *
Rabb’imiz, bizi şöyle müjdeliyor:
* “İman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz şüphesiz onların kötülüklerini örteceğiz ve şüphesiz yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz.” (Ankebut Sûresi, 7)
* “Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi’nden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vaat ediyor.” (Bakara Sûresi, 268)
* ** ***
Kim kadere teslim olur, iman ederse, her türlü kederden de kurtulur
“Kadere teslimiyet”; âni ölümler, kazalar, başarısızlıklar, çok istenen bir sınavı kaybetmelerde bizi sarsar ve sınayıverir. Mutlaka geçmek istediği dersten kalan bir kişi, bu dersin gereğini yapmamış, ama bunu da hayatının tek maddesi haline getirmişse bu sonucu kaldıramaz ve büyük bir üzüntüyle sarsılır. Çünkü bütün ümitlerini, hedeflerini, olayların kendi hesapladığı şekilde gelişmesine bağlamıştır. Fakat öncelikle yaşantısını kendisi buna göre ayarlamamıştır. Yanlış tevekkül uygulayıp, “tedbir”i ihmal etmiştir. Rabb’imiz, “kader” kitabı olan İmam-ı Mübin’inde kayıtlı olan bir hâli “kudret” kitabı olan Kitab-ı Mübin’de hakikat âlemine çıkarmıştır. Biz bu noktada şunu sorgulamalıyız: “Acaba, kadere kendim hakkımda nasıl bir fetva verdirdim!” Mü’minlerin böyle anlarda ne demesi gerektiğini Rabb’imiz bize şöyle öğretiyor: “De ki: Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlâ’mızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler”. (Tevbe Suresi, 51)
“Hasbünallahü ve ni’mel vekil” ne demektir?
“Hasbünallahü ve ni’mel vekil” sözünü her duamızın sonunda söyleriz. “Başımıza gelecek her türlü belâ ve musibete karşı Allah bize yeter. O, ne güzel dost ve ne güzel bir vekildir.” demek olan bu söz, aslında mü’minin nasıl İlahi bir güvenceye sahip olduğunu da ifade eder.
Başarısızlık, yarı yolda kalmak
Allah yolunda baskı ve eziyetlere sabretmek çok daha büyük ecirlere ve hayırlara vesile olmaktadır. Kişi, Allah rızası için çalışırken yarı yolda kalmış, başarısız olmuş da olabilir. O an ne düşünecektir? Kur’an’da; sürgün edilmiş, zindanlarda tutulmuş peygamberlerden, müminlerden bahsedilmektedir. Onlar acaba o anlarda ümitsizliğe kapılmışlar, işkenceler içindeyken “Yoksa yanlış yolda mıyım?” diye düşünmüşler midir? Asla. Onların özellikleri sabretmek ve Allah’ın hükmüne tevekkülle boyun eğmek, ezeli planda haklarında “şehadet” yazıyorsa, onu da bir şerbet bilip bir nefeste içmek olmuştur. Zindanlar bile kamil mü’minler için aynen Hz. Yusuf aleyhisselam için olduğu gibi “medrese-i Yusufiye” olmuştur. O önce bir kuyuya, sonra bir iftirayla zindana atılmış, kısa süre sonra bulunduğu memleketin en önemli idarecisi oluvermişti. Bütün bunları yapan ve onu sınayanın Rabb’i olduğunu o her zaman biliyordu.
İşte mü’minlerin bu her şartta gösterdikleri bu dini salabetleri ve ciddiyetleri onların “gerçek bir imanla” iman ettiklerini gösterir. En ağır hastalığa yakalansalar ya da şartlar en zor ortamlarda bulunmayı da gerektirse, her zaman ümitvâr, her zaman tevekküllü, her zaman Allah’ın yarattığı hikmetleri ve hayırları düşünen bir tavır içinde olurlar.
Ümitsizlik, inananların vasfı değildir
Ümitsizlik, İlahi terbiyeden uzak yaşayan insanlarda sık rastlanan bir ruhi bozukluktur. Bu, insanların Allah’ın varlığını reddetmelerinden ya da Allah’ı gereği gibi tanıyıp bilmemelerinden kaynaklanır. İmandan ve dolayısıyla Kur’anî bilgiden yoksun olan bu insanlar etraflarında gerçekleşen tüm olayların tesadüfler sonucu meydana geldiğini düşünürler. İlahi takdir ve kader duygusu hayatlarında yoktur. Bu sebeple başlarına gelen her türlü olumsuz olay kendileri için bir keder ve umutsuzluk vesilesi olur. Sırf kendi oluşturdukları kuruntu, vesvese ve endişeler bile onları derin bir ümitsizliğe düşürebilir. Müslüman ise, hadiseleri hayra yoran, hayata iyi yönden bakabilen insandır. Çünkü, “güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır”. Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yaşamayanlar, Allah’tan gelen her şeye razı olan bir mü’minin rahatlığını taşımazlar. Sürekli endişe içindedirler. Her olayın kendi aleyhlerine gelişeceğini sanırlar.
Peygamberlerin hayatı ümit sahneleriyle doludur
Peygamberler, insanlar için her konuda olduğu gibi, her türlü zorluk karşısındaki ümit ve tevekkül dolu tutumları ile de en güzel örneği teşkil ederler. Peygamberler yalnızca Allah’ı dost edinen, Allah’ın hükümlerine içten bağlı, hayatlarının tamamını Allah için yaşayan insanlardır. Ve yaşamlarının her anında Allah’a güvenip dayanan, her zaman Allah’ın yardımının yanlarında olduğunu bilen kişilerdir. O halde onlara benzemeye gayret eden mü’minlerin de, güzel ahlakın her ayrıntısında olduğu gibi, ümit dolu olma konusunda da onları örnek almaları gerekir. Peygamberlere tuzaklar kurulmuş, iftiralar atılmış, yurtlarından sürülmüşlerdir. Ama her zaman Rabb’lerine iltica edip, normal bir insanın asla kaldıramayacağı sıkıntıları gönül hoşnutluğuyla göğüslemişlerdir.
Ümit ve korku arasında olmalı
* Havf ve reca “ümit ve korku” demektir.
* Mü’minin ümit ve korku arasında olması gerekmektedir. Allah’tan, Kur’an’da ve Efendimiz’in Sünnet’inde anlatıldığı gibi korkan bir insan Allah’ın emrettiklerinin dışına asla çıkmaz.
* Allah’tan bağışlanmayı, cennete kabul edilmeyi umarken diğer yandan da büyük bir korku içindedir. Çünkü hiç kimsenin cennete mutlaka gideceğine dair bir garantisi yoktur. Çünkü Allah’ın rahmetinden şüphe edilemeyeceği gibi, Allah’ın azabından da kimse emin olamaz!
* Mü’min ancak elinden geleni yapmakla ve Allah’ın rahmetini ümit etmekle yükümlüdür.
* Samimi mü’minde, ümit ve korku doğal bir denge halindedir.
Sayı: 191
Bölüm: Kavramlar
MUSTAFA AYDIN
Zaman - Ailem