Konuya cevap cer

AMENE\'R RESULUNUN ORJİNAL BİR  YORUMU-4






Ayetin  birinci cümlesinin meali:  “Allah, her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.” Bu cümle, bir  önceki ayetin sonunda yer alan “işittik/dinledik ve itaat ettik” cümlesine bir  mukabele gibidir. Müminler, “Biz işittik ve itaat ettik” demekle, mutlak bir  teslimiyet ve sınırsız bir itaat örneğini sergilemişlerdir.  


Rahmeti  sonsuz olan Allah, onların bu teslimiyetine karşılık, onların sorumluluk  alanlarının sınırsız olmadığını, onları yaratan biri olarak, onların güçlerinin  sınırlarını çok iyi bildiğini ve bu sınırların dışında onlara bir sorumluluk  yüklenmediğini ilan ederek, her şeyin bir hikmet, bir adalet, bir ölçü ve bir  hak-hukuk çerçevesinde cereyan ettiğine dikkat çekmiştir.  


Nitekim  bir ayette, işitip itaat etme ile gücü nispetinde dini çabaya birlikte işaret  edilmiştir. “O halde gücünüz yettiğince  Allah’a karşı saygılı olun. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak  (Allah yolunda) harcayın” (Teğabun, 64/16). Altının çizilmesi  gereken bir nokta da şudur: Bundan böyle, dinî imtihanlarda hiç kimse, bu iş,  benim gücümün dışındadır, bunu yapamam, gibi bahaneler zırhına bürünüp  saklanamaz. Evet, bu ayet, en zor imtihanlarda bile, insana verilen tahammül  gücünü aşan bir şeyin söz konusu olmadığını ifade etmektedir. “Allah, din hususunda üzerinize hiç bir  zorluk yüklemedi” (Hac, 22/78),  “Allah, sizin için kolaylık ister,  zorluk istemez” (Bakara, 2/185)  mealindeki ayetler bu hakikatin birer ifadesidir. Bazen bir insan olarak,  sınırlı sabrımızı aşındıran hususlar olabilir. 


Fakat  sabrı aşındıran şeyleri, sabrı aşan şeyler olarak değerlendirmek yanlıştır. Her  şahsın sabır gücü onun maddî-manevî yapısıyla yakından ilgilidir. Onun içidir  ki, “büyüklerin imtihanı da büyük  olur” gerçeği dillerde destan olmuştur. “En çok belalara maruz kalan  peygamberlerdir, sonra velilerdir, sonra da onlara benzeyenlerdir”  mealindeki hadis-i şerifi de bu çerçevede anlamak  gerekir.


O  halde, imtihanla alakalı her şey, insanın özgür iradesine bağlı olarak cereyan  edecektir. “Herkesin kazandığı hayır  kendi lehine, işlediği kötülük de kendi aleyhinedir.”  


Burada  anahtar kelimeler, “kesp” ve “iktisab”dır. Bu iki kelime aynı anlamda  kullanılmakla beraber, farklı anlamları gösteren nüanslara da sahiptirler. Bu  nüansları bir kaç madde halinde açıklamakta fayda  vardır:


Birincisi:  Kesp, özgür iradeye bağlı olarak, bir şeyi bilinçli bir çaba ile kazanmaya  çalışmaktır. İktisap ise, bir edilgenliği ifade eder. Buna göre, kesb, bir iş  yapmayı, bir şeyi işlemeyi ifade eder. İktisap ise, bir işin içine gömülmeyi,  dışarıdan işletilmiş olmayı, kendini bir işin ortasında bulmayı ifade  eder.


 Ayette, iyilik konusu, kesp sözcüğüyle ifade  edilerek, onun insanın bir kazancı olarak gösterilmiştir. Bununla, insanın  iradesine değer verilmiş ve insanoğlu onure edilmiştir. Ayrıca, bu bağlamda,  dinî vecibelerin insanın rahatlıkla yapabileceği kolaylıkta olduğuna işaret  edilmiştir. 


Kötülük  konusu ise, edilgen bir yapı olan iktisap ile ifade edilerek, insanın günah  işlerken, basiretinin kapalı olduğuna, özgür iradesini âdetâ elinden alarak onu  pasif bir duruma düşüren nefis, heva ve hevesin hükümranlığına işaret  edilmiştir.


Bununla,  özellikle, müminlerin yaptığı günahların sebebi, inançsızlıktan kaynaklanan ve  affa kabiliyeti olmayan, Allah’a karşı bilinçli bir isyanın sözkonusu  olamayacağına işaret edilmiştir. Böylece, yapılan kötülüklerin, insan iradesini  ipotek altına alan şeytânî ve nefsânî birer tuzak olduğuna, insanın ise kör  hissiyatının kurbanı olarak o tuzaklara düştüğüne dikkat çekilmiş ve tevbe  kapısının açık olduğuna bir yol gösterilmiştir. Nitekim Kur’an’da tevbeye vurgu  yapılırken, günah işleyenlerin cehaletine de işaret edilerek, onlar için bir af  kapısı açık bırakılmıştır. Söz gelimi, Nisâ Suresinin 17. ayetinde şöyle  buyurulmuştur: “Allah’ın kabul edeceği  tevbe, ancak bilmeden (cahilliğinden dolayı ) kötülük edip de sonra tez elden tevbe  edenlerin tevbesidir. İşte Allah, bunların tevbesini kabul eder. Allah, her şeyi  bilendir, hikmet sahibidir.” 


Bilinçli  bir şekilde, Allah’a karşı hiç bir saygı duymadan, nefsinin arzusu bir yana,  sırf Allah’ın emrini çiğneme adına yapılan ve son nefese kadar ısrar edilen  suçların tevbe ile af kapsamına giremeyeceği hususu ise, bu ayetin ardından  gelen ayette şöyle ifade edilmiştir: “Yoksa kötülükleri yapıp, yapıp da  içlerinden birine ölüm gelip çatınca, 'Ben şimdi tevbe ettim' diyenler ile kâfir  olarak ölenler için (kabul edilecek bir) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap  hazırlanmıştır.”


İkincisi:  Hayır için kullanılan Kesp kelimesi, hayır işlerinin, insan ruhu için bir haz,  bir lezzetin kaynağı; kötülük için kullanılan iktibas ise, şer işlerinin insan  ruhu için ağır bir buhran, bir sıkıntı kaynağı olduğuna işarettir. Çünkü iftial  kalıbı, mutavaat içindir ki,  içten  etkilenmeyi, sıkışmayı ifade eder. Ayette, kazanımlar elde eden başarılı bir  insanın durumunu ortaya koyan ve etken bir yapıya sahip olan hayrın kesbi, insan  ruhu üzerinde olumlu bir etkiye sahiptir. Şerrin iktisabı ise, bataklığın  çukuruna düşmüş bir insan psikolojisinin portresine  işarettir.


Üçüncüsü:  Kesp kelimesindeki aktiflik, ettirgen durum, bir irade göstermeye, bir çabayla  kazanç elde etmeye işarettir. Durağanlık değil, hareket, faaliyet, üretim,  müspet şeyler ortaya koyma hali esas olduğundan, kesp kavramı vücuda, varlığa  bakar. Edilgenliği, durağanlığı, terk etmeyi simgeleyen iktisabın yüzü ise,  ademe, yokluğa dönüktür.  Hayırlar,  iyilikler, sevap getiren işler varlığı temsil ettiği için, Allah’a; şerler,  kötülükler, günah getiren işler, yokluğu  temsil ettiğinden insana verilmiştir. “Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına  gelen kötülük ise nefsindendir” (Nisa, 4/79) ayeti, bu gerçeği  vurgulamaktadır. İyiliği temsil eden varlıktaki icat noktalarının % 99’u Allah’a  aittir. Kötülüğü temsil eden yoklukta ise, icat noktaları çok az olduğu için,  %99’u insanın iradesine verilebilir. Buna rağmen, Allah, bir günahı on değil,  yalnız bir yazar. İyiliği ise bir değil, en az on  yazar.


Dördüncüsü:  Yukarıdaki açıklama bağlamında, Kesp kavramı,  insanın yaptığı hayırlı işlerle kat ettiği yüksek mertebelere işarettir. İman ve  salih amel kanatlarıyla, insanoğlu arş-ı kemalâta doğru yükselecek, onları âdetâ  bir binit gibi kullanıp yukarılara doğru uçacaktır. İktisap kavramı ise,  suç işleyen insanı, her iki omuzuna ağır yük  yüklenmiş bir günah hamalı olarak tasvir etmektedir.


"Rabbimiz! Daha öncekilere yüklediğin ağır  yükü (ısrı) bize  yükleme"


Bu  ayetten anlaşılıyor ki, Allah, dilediği zaman insanların kaldıramayacağı yükü  yükleyebilir ve kimsenin bunu engellemeye gücü yetmez. Daha önceki ümmetlere  yüklenen zorlukların bu ümmete yükletilmemesinin altında ilâhî rahmette sonra,  Hz. Muhammed'in hatırı vardır.


"Ey  Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz şeyleri bize  yükleme!"


Bu  ayette, tekliften Allah'ın maksadı, samimi insanların durumunu görmektir. Yoksa  insanlara zorluk çıkartmak, onları bir şekilde azaba uğratmak değildir. Nitekim  bir ayette bu gerçek açıkça ifade edilmiştir: "De ki: Eğer siz şükredip iman ederseniz,  Allah size ne diye size azap etsin ki"


DİPNOTLAR


1.   Muslim, es-Sabûnî,  Muhammed Ali,  Muh. İbn Kesir, I/259.




2.   Ahmed b. Hanbel,  el-Müsned, es-Sabûnî a.g.e,  a.g.y.




3.   Buharî,  es-Sabûnî a.g.e,  I/258.




4.   Bk. es-Sabûnî,  a.g.e., I/259.




5.   Bk. el-Hâkim,  el-Müstedrek, II/287;  es-Sabûnî, a.g.e.,  a.g.y.




6.   Bk. et-Taberî, Ebu Cafer b. Cerir,  Camiu’l-Beyan an Te’vili Ayatı’l-Kur’an, IV/307-308.




7.   Bk. el-Hâkim,  II/91.




8.   et-Taberî,  IV/308.




9.   İbn Hacer,  Fethu’l-Bârî, VIII/28-31.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst