Anlamak Veya At-lamak

nurhadimi

üye Sorumlusu
200807-21.jpg
“Mutluluk bile acı veriyor, çünkü sonu var, biliyorum…”
Orhan konserde çalınan onlarca şarkıdan aklında neden yalnızca bu dizenin kaldığı sorusuna bir cevap bulamadı. Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu. Başka şeylere odaklanmaya çalıştı. İşi aklına geldi. Ertesi günü yapması gereken birçok işi vardı mesela. Ama… Olamaz, işte aynı dize, yine aklında… Durmadan kulaklarının birinden girip
öbüründen çıkıyor gibi beyninde dolaşıyor, gözlerinin önüne mısralar geliyordu. “Hayır, bu çok mantıksızca” diye düşündü. “Benim şu anda mutlu olmam lazım… Çoğu insanda olmayan şeyler bende mevcut. İyi bir işim var. Zenginim. Geniş bir evim, konforlu bir arabam, güzel bir nişanlım var. Şimdi onunla konserden geliyoruz. Çılgınlar gibi eğlendik. Harika vakit geçirdik. Şimdi, davetsizce gelen bu sıradan mısra sanki bunların hiçbiri bende değilmiş gibi nasıl keyfimi kaçırabilir?” Sıradan mı acaba? Bu düşünce zaten kaçmış olan keyfini tamamen yok etti. Kendini huzursuz eden bu kelimelerin altından istemeyeceği bir mananın çıkacağını hissediyordu. Korka korka satırlara döndü. Kendisinin mutluluğu kendisine acı veriyordu. Tıpkı şarkıdaki gibi… Evet, belki şu an gençti, ama ilerde yaşlanmayacak mıydı? Bu yakışıklılığını kaybedecekti. Zengindi ama gelecekte fakirleşebilirdi. Fakirleşmese bile malını mezara götüremeyeceği kesindi. Mezar kelimesi Orhan’ı daha da sardı. Evet, istediği kadar yaşasın, ölümden kurtulamayacaktı. Morali tamamen bozuldu. Yarım saat önceki halinden eser kalmadı. O eğlenen, kuduran genç kendisi değildi sanki. Araba kırmızı ışıkta beklerken sıkıntıyla üfleyerek pozisyonunu değiştirdi. Bu yanında oturan nişanlısının gözünden kaçmadı.
—Ne oldu Orhan? Hiç konuşmadın. Canın bir şeye mi sıkıldı?
Döndü nişanlısına baktı. Uğruna ölürüm dediği kıza. Bir süre onu süzdükten sonra gözü, yolun kenarındaki bankta oturan ihtiyar bir çifte takıldı. Sokak lambasının ışığı az çok yüzlerini aydınlatmaya yetiyordu. Eski günlerden bahsediyor gibiydiler. Bir süre onlara dalgın dalgın baktı. Sonra aklına bir şey geldi, yavaşça nişanlısına döndü. Gözünün önüne nişanlısının kırk yıl sonraki halini getirmeye çalıştı. Makyajlarla gençleştirilmeye çalışılmış buruşuk bir yüz. Birden midesi bulandı. Ama belli etmemeye çalışarak yola döndü ve sordu:
—Bugün eğlendin mi?
—Evet, hem de çok. Konser harikaydı. Teşekkür ederim.
—Peki şimdi?
—Ne demek şimdi?
—Hâlâ mutlu musun? Az öncesini özlemiyor musun? Bitti diye üzülmüyor musun? Elimde ne var diye sormuyor musun kendine?
—Evet özlüyorum. Ama o ânı yaşamak yetmez mi? Birlikte çok eğlendik. Öyle değil mi?
—Şu an bunlar benim için hiçbir anlam ifade etmiyor, çünkü elimde o anlardan hiçbirisi yok. Sadece gürültüden kalan lanet bir baş ağrısı var hepsi o kadar. Ve ilerde de bu andan elimde hiçbir şey olmayacak. Ve bu böyle sürüp gidecek. Bunun hiçbir tadı yok ki. Sana da öyle gelmiyor mu?
—Hayatım, bence bunları düşünerek bir yere varamazsın. Ne yapalım hayat böyle. Bence şu ânın tadını çıkarmaya bakmalıyız.
“En nefret ettiğim cevabı verdi” diye düşündü. “Bu ânın tadını çıkarmalıymışız. Bu ânın tadı yok ki. Ben geleceği düşünmek zorundayım, inek değilim ki karnım doyunca uzanıp geviş getireyim!” Bir kez daha baktı ona. Az önceki düşünce aklına yeniden geldi. Titredi. Güzelliği gittikten sonra kendisi için hiçbir anlamı kalmayacaktı. Tekrar yaşlı çifte döndü. Sonra nişanlısına bakmadan sordu:
—Benimle evlenmek istiyor musun?
—O nasıl soru Orhan? Tabii ki istiyorum.
—Peki sonra?
—Sonra mı? Güzel çocuklarımız olur.
—Daha sonra. Hepsinden sonra. İkimiz de ihtiyarladığımız zaman, evde yalnız başımıza otururken, yine de benimle evli olmak isteyecek misin?
— ?
—Cevap veremiyorsun. Çünkü yaşlandığım zaman bende çekici bir şey kalmayacak. O zaman bana böyle bakmayacaksın. Tıpkı benim de sana bugün baktığım şekilde bakmayacağım gibi.
—Ne demek istiyorsun? Beni sadece güzelliğim için mi seviyorsun?


<FONT face=Verdana size=2>—Eğer güzel olmasaydın hiç sevmeyeceğimi düşünürsek, evet güzel olduğun için. Ve güzelliğin gidince bir anlamın kalmayacak gibi görünüyor.
—Orhan sana inanmıyorum! Çabuk indir beni! Ve kendine gelinceye kadar bir daha beni sakın arama!
Ağlayarak inen kızın arkasından mânâsızca baktı Orhan. Hayret etti, eskiden olsa koşarak arkasından giderdi. Bu sefer sonuna kadar gaza basmayı tercih etti. Önüne çıkan arabaları sağlı sollu geçerek süratle yol aldı. Artık nişanlısı, kendisi için bir anlam ifade etmiyor gibiydi. Hatta biraz düşündükçe sadece nişanlısının değil, ileride elinden gidecek olan tüm şeylerin hiçbir mânâsı olmadığını hissetti. Ve de hayatın… Mutluluğunun bile acı verdiği böyle bir dünyada yaşamanın ne anlamı vardı ki? Ne için yaşayacaktı? Hepsini bırakıp gitmek için mi? Hayır, böyle bir şeye asla katlanamazdı. Ani bir kararla arabayı durdurdu. Boğaz Köprüsü’nün üstündeydi. Kornalara aldırmadan korkuluklara doğru yürüdü. Arabalarından inip kendisine doğru koşan insanları görünce hızlandı ve hiç duraksamadan korkulukların üstüne çıkarak kendini boğazın soğuk ve karanlık sularına bıraktı…
 
Üst