İlim-irfan
Well-known member
Kur'an'ımız, hiçbir yoruma mahal bırakmayacak şekilde ebeveyni, Allah Teâlâ'dan sonra en büyük hak sahibi yapmıştır. Allah Teâlâ'nın anne baba hakkını kendi hakkı ile beraber anmasının her mü'min için asla ihmal edilemeyecek bir görevi hatırlatıyor olması gerekmektedir. Kur'an'ı hayat rehberi olarak görmenin en tabii sonuçlarından biri bu olsa gerektir. 'Allah'a iman' kavramının çağrıştırdığı muazzam duyguların yanı başına 'anne baba hakkına riayet' olarak ifade edilebilecek bir kavramın yerleştirilmiş olması, meselenin imanla bağını, mü'min açısından ağırlığını açıklığa kavuşturmuş olmaktadır.
Anne ve baba Allah'ın himayesindedir
İsra suresinin 23 ve 24. ayetlerini evlat olarak yaratılan yani anne ve babası bulunan her mü'min, hayatta kaldığı sürece amel edeceği listeyi belirleyen emirler manzumesi arasında görmelidir. İş yoğunluğu, sosyal şartlar, ekonomik sıkıntılar gibi Allah katında meşru olmayan özürlerin hiç biri ebeveynin muazzam mevkiini görmezden gelmeye yeterli değildir.
Çağın getirdiği sıkıntılar, bir araya gelme engelleri ne kadar inandırıcı ise aynı çağın sunduğu imkânlar da o derece inandırıcı ve bağlayıcıdır. Sabah namazından muafiyet düşünülmedikçe, ebeveynin önünde, bilabedel hizmete mahkûm bir hizmetçi olmaktan muafiyet de düşünülemez. Mü'min bir evlat ebeveynini, küçükken kendisini doğurup büyüten, sıcakta soğukta mamasını temin etmek için çalışan, doktora taşıyıp aşısını yaptıran anneye babaya vefa borcu gereği hizmet etmek zorunda olduğu kimseler olarak görme seviyesizliğine düşemez.
Ne için itaat?
Ebeveyn, bizi emzirdiği veya küçükken oyuncak aldığı, sünnet ettirdiği için huzurlarında eğilmeye mahkûm olduğumuz iki insan değildir. Zira böyle bir anlayış, maddî bir karşılıkla geçiştirilmesi mümkün rakamların, zahmetlerin öne alındığı anlayıştır. Anne babaları başımıza taç, cennetle aramızda köprü yapan, onların bize hizmeti değildir. Annelerin nicesi, babaların pek çoğu daha sonra teşekkürü bile hak etmeyecek kadar yetersiz kalmışlardır çocuk büyütürken. Ama Allah Teâlâ, onlara da anne gibi, baba gibi muamele edilmesini emretmektedir.
Mü'min bir insanı, anne ve babasının huzurunda hiç büyümesi mümkün olmayan mini bir bebek halinde bırakan, Allah Teâlâ'nın anne babayı himayesine almış olmasıdır. Allah emrettiği için anne ve baba bu konumdadır. Anne ve baba, cennet veya cehennem anlamına geldiği için aşılamaz iki baraj gibi durmaktadırlar. Anneye veya babaya yılın bir gününü ayırabilen anlayışla, onları hayat sebebi, veliyi nimet gören, bütün mevkilere ve farklara rağmen bir adım bile önlerine geçmeyi men eden anlayış arasındaki fark buradan gelmektedir. Kur'an terbiyesi ile diğer sistemlerin vereceği eğitimin kıyamete kadar kapanmayacak farkı da buradan neşet eder. Maalesef, annelerin bile hâlâ takdir etmekte zorlandıkları incelik budur.
İsra suresinin iki ayeti incelendiğinde anlaşılan şudur:
Anne baba karşısında evladın durumu, Kâbe'de tavaf eden bir hacının durumundan farklı değildir. Anne babaya karşı, onların gönlünü alma mücadelesi tam anlamıyla bir imtihan yumağıdır. Özellikle de bu imtihan zordur. Bilhassa, yaşlılık haline ermiş anne baba ile imtihan olmak, Kur'an'ın hususiyetle ikaz etmesini gerektirecek kadar ağır bir imtihandır. Bu bir telefon etme, hatır sorma düzeyinde değildir. Son nefese kadar yoğun bir şekilde devam eden herhangi bir imtihan gibidir onlarla imtihan olmak. Evlat önünde kızma veya haklı olma türünden bir seçenek kesinlikle yoktur. Evladın anne babasının ona karşı kusurlarını, günahlarını hatta şirk halini bile gerekçe yaparak evlatlıktan imtina etmesi diye bir şey yoktur.
Allah Teâlâ'nın hakkından sonra anne ve babanın hakkının öne çıkmasını en iyi izah eden hadislerden biri, Resûlullah sall
u aleyhi ve sellemin, anne babasının ikisi veya birinin yaşlılık günlerine yetişip de onlardan alacağı dua ile cennete giremeyene üç defa 'perişan olsun!' şeklinde dua etmesidir ki, ürperticidir bu dua. (Müslim, Birr, 9)
Hicret ve cihad maksadı ile huzuruna gelen birine anne ve babasından birinin sağ olup olmadığını sorduktan sonra, ikisinin de sağ olduğunu öğrenince, onlara iyi bakmasını emretmesi de oldukça manidardır. [Buharî, Cihad, 138; Müslim, Birr, 6] Cihad ve hicreti idrak etmiş bir Müslüman bu uyarıdan kendisi için yeterli dersi çıkarabilmelidir.
Anne daha başka
Ebeveyn hakkındaki bu hüküm şöyle böyle bilinir. Din adına konuşulurken ileri sürülür. Ya da insanlar dine sığınıp kendilerini güçlendirmek istedikleri durumlarda 'Allah da böyle emretti zaten' demeye getirecek beyanlarda bulunurlar. Hadisi şeriflerde öne çıkan başka bir hususu yeniden gündemimize taşımakta yarar vardır. O da şudur: Annenin mevkii babanın mevkiine göre üç kat yüksektir. Yani çocuğun anneye karşı sorumluluğu, babaya karşı olan sorumluluğundan üç kat fazladır.
Anneye tanınan bu üstünlüğü iki açıdan tahlil etmemiz gerekmektedir.
Birincisi şudur: Anneye bu farkın verilmesinin nedeninin ne olduğu meselesidir. Annenin gerek doğum sürecinde ve gerekse büyütme sürecinde babaya göre daha fazla eziyete katlanmış olması gibi bir nedene bağlı olarak ona daha üstün bir mevki verilmiş olması gerekmiyor. Evet, böyle bir takdir gerçektir. Ancak bizi bağlayan, Resûlullah sall
u aleyhi ve sellemin anneye takdir ettiği üç kat üstünlüktür. Gerekçe aramaya gerek kalmamıştır. Anne budur.
İkinci mesele de şudur: Anneye üç baba mevkii verilmesinin baba açısından oluşturacağı durum nedir; evlat böyle bir takdirde babaya karşı pasif mi kalacaktır? Elbette hayır. Annenin üstünlüğü, babanın geri çekilmesi ile değildir. Bu üstünlük, evladın anneye karşı, babaya da uyguladığının üç katını uygulaması ile oluşacaktır. Üç anne bir baba formülü, yürekteki bağımlılık ve takdir açısındandır. Babanın ezilmesi kesinlikle düşünülemez. Babaların bundan kendilerine bir itilmişlik çıkarmalarının da gereği yoktur. Onlar da her ne kadar evlatlarının karşısında baba olarak bulunuyorlarsa da bir annenin doğurduğudurlar ve bu kural onları da hüküm altına almaktadır.
Nureddin Yıldız - Milli Gazetesi
23/12/2009
Anne ve baba Allah'ın himayesindedir
İsra suresinin 23 ve 24. ayetlerini evlat olarak yaratılan yani anne ve babası bulunan her mü'min, hayatta kaldığı sürece amel edeceği listeyi belirleyen emirler manzumesi arasında görmelidir. İş yoğunluğu, sosyal şartlar, ekonomik sıkıntılar gibi Allah katında meşru olmayan özürlerin hiç biri ebeveynin muazzam mevkiini görmezden gelmeye yeterli değildir.
Çağın getirdiği sıkıntılar, bir araya gelme engelleri ne kadar inandırıcı ise aynı çağın sunduğu imkânlar da o derece inandırıcı ve bağlayıcıdır. Sabah namazından muafiyet düşünülmedikçe, ebeveynin önünde, bilabedel hizmete mahkûm bir hizmetçi olmaktan muafiyet de düşünülemez. Mü'min bir evlat ebeveynini, küçükken kendisini doğurup büyüten, sıcakta soğukta mamasını temin etmek için çalışan, doktora taşıyıp aşısını yaptıran anneye babaya vefa borcu gereği hizmet etmek zorunda olduğu kimseler olarak görme seviyesizliğine düşemez.
Ne için itaat?
Ebeveyn, bizi emzirdiği veya küçükken oyuncak aldığı, sünnet ettirdiği için huzurlarında eğilmeye mahkûm olduğumuz iki insan değildir. Zira böyle bir anlayış, maddî bir karşılıkla geçiştirilmesi mümkün rakamların, zahmetlerin öne alındığı anlayıştır. Anne babaları başımıza taç, cennetle aramızda köprü yapan, onların bize hizmeti değildir. Annelerin nicesi, babaların pek çoğu daha sonra teşekkürü bile hak etmeyecek kadar yetersiz kalmışlardır çocuk büyütürken. Ama Allah Teâlâ, onlara da anne gibi, baba gibi muamele edilmesini emretmektedir.
Mü'min bir insanı, anne ve babasının huzurunda hiç büyümesi mümkün olmayan mini bir bebek halinde bırakan, Allah Teâlâ'nın anne babayı himayesine almış olmasıdır. Allah emrettiği için anne ve baba bu konumdadır. Anne ve baba, cennet veya cehennem anlamına geldiği için aşılamaz iki baraj gibi durmaktadırlar. Anneye veya babaya yılın bir gününü ayırabilen anlayışla, onları hayat sebebi, veliyi nimet gören, bütün mevkilere ve farklara rağmen bir adım bile önlerine geçmeyi men eden anlayış arasındaki fark buradan gelmektedir. Kur'an terbiyesi ile diğer sistemlerin vereceği eğitimin kıyamete kadar kapanmayacak farkı da buradan neşet eder. Maalesef, annelerin bile hâlâ takdir etmekte zorlandıkları incelik budur.
İsra suresinin iki ayeti incelendiğinde anlaşılan şudur:
Anne baba karşısında evladın durumu, Kâbe'de tavaf eden bir hacının durumundan farklı değildir. Anne babaya karşı, onların gönlünü alma mücadelesi tam anlamıyla bir imtihan yumağıdır. Özellikle de bu imtihan zordur. Bilhassa, yaşlılık haline ermiş anne baba ile imtihan olmak, Kur'an'ın hususiyetle ikaz etmesini gerektirecek kadar ağır bir imtihandır. Bu bir telefon etme, hatır sorma düzeyinde değildir. Son nefese kadar yoğun bir şekilde devam eden herhangi bir imtihan gibidir onlarla imtihan olmak. Evlat önünde kızma veya haklı olma türünden bir seçenek kesinlikle yoktur. Evladın anne babasının ona karşı kusurlarını, günahlarını hatta şirk halini bile gerekçe yaparak evlatlıktan imtina etmesi diye bir şey yoktur.
Allah Teâlâ'nın hakkından sonra anne ve babanın hakkının öne çıkmasını en iyi izah eden hadislerden biri, Resûlullah sall
Hicret ve cihad maksadı ile huzuruna gelen birine anne ve babasından birinin sağ olup olmadığını sorduktan sonra, ikisinin de sağ olduğunu öğrenince, onlara iyi bakmasını emretmesi de oldukça manidardır. [Buharî, Cihad, 138; Müslim, Birr, 6] Cihad ve hicreti idrak etmiş bir Müslüman bu uyarıdan kendisi için yeterli dersi çıkarabilmelidir.
Anne daha başka
Ebeveyn hakkındaki bu hüküm şöyle böyle bilinir. Din adına konuşulurken ileri sürülür. Ya da insanlar dine sığınıp kendilerini güçlendirmek istedikleri durumlarda 'Allah da böyle emretti zaten' demeye getirecek beyanlarda bulunurlar. Hadisi şeriflerde öne çıkan başka bir hususu yeniden gündemimize taşımakta yarar vardır. O da şudur: Annenin mevkii babanın mevkiine göre üç kat yüksektir. Yani çocuğun anneye karşı sorumluluğu, babaya karşı olan sorumluluğundan üç kat fazladır.
Anneye tanınan bu üstünlüğü iki açıdan tahlil etmemiz gerekmektedir.
Birincisi şudur: Anneye bu farkın verilmesinin nedeninin ne olduğu meselesidir. Annenin gerek doğum sürecinde ve gerekse büyütme sürecinde babaya göre daha fazla eziyete katlanmış olması gibi bir nedene bağlı olarak ona daha üstün bir mevki verilmiş olması gerekmiyor. Evet, böyle bir takdir gerçektir. Ancak bizi bağlayan, Resûlullah sall
İkinci mesele de şudur: Anneye üç baba mevkii verilmesinin baba açısından oluşturacağı durum nedir; evlat böyle bir takdirde babaya karşı pasif mi kalacaktır? Elbette hayır. Annenin üstünlüğü, babanın geri çekilmesi ile değildir. Bu üstünlük, evladın anneye karşı, babaya da uyguladığının üç katını uygulaması ile oluşacaktır. Üç anne bir baba formülü, yürekteki bağımlılık ve takdir açısındandır. Babanın ezilmesi kesinlikle düşünülemez. Babaların bundan kendilerine bir itilmişlik çıkarmalarının da gereği yoktur. Onlar da her ne kadar evlatlarının karşısında baba olarak bulunuyorlarsa da bir annenin doğurduğudurlar ve bu kural onları da hüküm altına almaktadır.
Nureddin Yıldız - Milli Gazetesi
23/12/2009