Bazı sahabilerin cennetle müjdelenmeleri, “Hiç kimse Allah'ın azabından emi

İlim-irfan

Well-known member
Soru

Bazı sahabilerin cennetle müjdelenmeleri, “Hiç kimse Allah'ın azabından emin olamaz!” ayetine aykırı olmaz mı?


Cevab

Aşere-i mübeşşere başta olmak üzere bazı sahabilerin cennetle müjdelenme gerçeğini ve hikmetini üç açıdan değerlendirmek gerekir.

a- Konuya Allah canibinden bakıldığında, cennetle müjdelenen kimseler Allah’ın sonsuz ilmine göre bir konuma oturtulduğu anlaşılmaktadır. Allah sonsuz ilmiyle bu kimselerin cehenneme götürecek işlerden uzak kalacaklarını görmüş ve bu ilahî ilmi tasdik eden bir misal olarak bunların ebedî hayattaki durumlarına işaret etmiştir. Bununla kimin cennete, kimin cehenneme gideceğinin Allah tarafından bilindiğini ve bu bilmenin –insan açısından- bir zorunlu istikamet anlamına gelmediğini, onların özgür iradeleriyle bu rotanın belirlendiğini göstermiştir. Bu özgür iradenin nasıl kullanıldığını bu zatların canlı hayatlarıyla, insanlara bir canlı örnek olarak sunulmuştur.

b- Konuya Hz. Peygamber canibinden bakıldığında, cennetle müjdelenmiş kimseler, hayatları boyunca iman ve İslam çizgisinde kalmakla, herkesten daha çok Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmekle ve nihayet imanla kabre girmekle Hz. Muhammed(a.s.m)’in hak peygamber olduğuna reddedilmez bir şahadetle şahitlik görülmektedir. Denilebilir ki, Ebu Lehep, hayatıyla, ölümüyle, imana gelmemekle gösterdiği küfrüyle Kur’an’ı/Tebbet suresinin gaybî haberini tasdik ettiği gibi, cennetle müjdelenmiş Aşare-i mübeşşere ve diğerleri de hayatlarıyla, ölümleriyle, imana, İslam’a, Kur’an’a ters düşen her çizgiden uzak kalmakla, Hz. Peygamber(a.s.m)’in onlar hakkındaki gaybî haberini tasdik edip gözler önüne sermişlerdir.

c- Meseleye bizzat Aşare-i mübeşşere açısından bakıldığında ise, onların buna rağmen herkesten çok Allah’a isyan etmekten uzak durmuş, gece-gündüz demeden kulluk görevlerine devam etmiş olduğu görülmüştür.

Bu konuda akla gelen şöyle bir soru vardır: acaba, onlar bu tavırlarıyla söz konusu müjdeye -haşa- fazla iltifat mı etmemişler, yoksa bunun başka bir hikmeti mi vardır?

Buna cevap olarak şu gerçeklere dikkat etmek yeterli olur diye düşünüyoruz. Her şeyden önce, onlar şunu iyi biliyorlardı ki, bu harika müjde onların iyi bir performans göstermeleriyle yakın alakalıdır. Bunun aksi istikametinde bir çizgi takip etmek, bu müjdenin gerçekleşmemesi için gösterilen bir gayret anlamına geldiği gibi, Allah ve resulünün bu gaybî haberlerini boşa çıkarmak gibi imanı zedeleyecek bir tavır olacaktı. Doğruluğuna iman ettikleri bir haberin doğru olmadığı anlamına gelen yanlış bir tutum takınmaları, izahı imkânsız bir hezeyan-ı ruhî anlamına gelirdi.

Konuyla ilgili diğer bir soru da -soruda işaret edildiği gibi- şöyledir: acaba söz konusu müjdeden meydana gelen garantinin verdiği güven ve emniyet ile, Kur’an’da imanın bir gereği olarak gösterilen Allah korkusu, nasıl bağdaşabilir?

Bu soruyu da şöyle cevaplamak mümkündür; Cennetle müjdelenmiş olmak, Allah’tan korkmaya, ona her zaman saygılı olmaya mani değildir. Allah korkusunun pek çok dereceleri vardır. Birileri Allah’ın azabından, birileri Allah’ın gazabından korkar, birileri de Allah’ın rahmetini incitmekten, büyüklüğüne karşı en ufak bir saygısızlık yapmaktan korkar. Cennetle müjdelenme mertebesine ulaşmış insanların korkusu, takvası, bu tür incelikli bir korkudur. Nitekim, Hz. Peygamber(a.s.m) da cennetlik olduğunu bildiği halde “Ben hepinizden daha çok Allah’tan korkuyorum” demiştir.

Ayrıca, bazı kimseler tokat yese bile vicdanen tınlamazken, öyleleri de var ki en ufak bir azar işitmekten yataklara düşer. Elbette Aşere-i mübeşşere gibi cennetle müjdelenenler, bu ikinci tip insanlardandır. Onlar şunu biliyorlardı ki, cennetle müjdelemek cehennemle cezalandırmamak anlamına gelmekle beraber, Allah’tan hiçbir azar işitmeyecekleri manasına gelmiyordu. İşte onların bütün korkuları, böyle bir azar işitmek, Allah’ın sonsuz rahmetini incitmek, başta bu müjde olmak üzere Allah’ın bin bir çeşit nimetlerine karşı nankörlük etmek, verdiği hidayet nimetini hafife almak gibi ince elekten geçmiş duygulardan kaynaklanıyordu. Hülasa: “bilene sivri sinek saz, bilmeyene davul, zurna az” atasözünde vurgulandığı gibi, Aşare-i mübeşşere sivrisinek kanadı kadar da olsa Allah’a karşı en ufak bir saygısızlık yapmaktan ve de O’ndan en ufak bir azar işitmekten son derece korkan kimselerdi.






Sorularla İslamiyet
 
Üst