İlim-irfan
Well-known member
Bediüzzaman Said Nursi’nin Hakk’a irtihalinin 50 yılı. Bu vesileyle şu tarihi sözlerini paylaşmak isterim. Üstad Bediüzzaman Said Nursi, hayatında iki şeyi bilmediğini ifade eder. Birisi “havf” (korku), diğeri “nisyan” (unutmak).
Bediüzzaman’ın hayatına bakıldığında; “İman ve Kur’an” söz konusuysa hikmet üzere tedbiri elden bırakmayan ama hakikati dillendirmek noktasında da hiç pervası olmayan bir portre çizmektedir. Mesela şöyle demektedir:
“Bilâ-perva ilan ve ihtar ederim ki, bin canım olsa, imana ve ahiretime feda etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapın! Benim son sözüm; Ben, Risale-i Nur’un keşf-i kat’isi ile idam olmuyorum. Belki terhis edilip nur âlemine ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi ey dalalet hesabına bizi ezen bedbahtlar, idam-ı ebedi ile ve daimi haps-i münferit ile mahkum bildiğimden ve gördüğümden tamamiyle intikamımı sizden alarak, kemâl-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım.
Bütün sergüzeşt-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku, elimi tutup men edememiş ve edemiyor. Hem neden korkum olacak? Dünya ile ecelimden başka bir alâkam yok. Çoluğumu çocuğumu düşüneceğim yok. Malımı düşüneceğim yok. Hanedanımın şerefini düşüneceğim yok. Riyakâr bir şöhret-i kâzibeden ibaret olan şan ve şeref-i dünyeviyenin muhafazasını değil, kırılmasına yardım edene rahmet. Kaldı ecelim. O, Hâlık-ı Zülcelâl’in elindedir. Kimin haddi var ki, vakti gelmeden ona ilişsin. Zaten izzetle mevti, zilletle hayata tercih edenlerdeniz.
Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman başların feda oldukları bir kudsi hakikate, başımız feda olsun! Her ceza ve idamınıza hazırız! Hapsin harici, bu vaziyette yüz derece dahilinden daha fenadır. Bize karşı gelen böyle bir istibdad-ı mutlak altında hiçbir hürriyet -ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan ne hürriyet-i diniye- olmamasından, ehl-i namus ve diyanet ve taraftar-ı hürriyet olanlara, ya ölmek veya hapse girmekten başka bir çare kalmaz. Biz de; ‘Allah’a aidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz’ diyerek Rabbimize dayanıyoruz.
Madem keyfiyet böyledir, ben de buranın mahkemesine değil, belki o insafsızlara derim; Ben, sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza da beş para vermem! Ve hiç ehemmiyeti yok! Çünkü ben, kabir kapısında, yetmiş yaşındayım. Böyle mazlum ve masum bir iki sene hayatı, şehadet mertebesiyle değiştirmek benim için büyük saadettir. Risale-i Nur’un binler hüccetleriyle kat’i imanım var ki, ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir.
Eğer idam da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedi bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur. Fakat siz ey zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle sebepsiz meşgul eden insafsızlar! Kat’i biliniz ve titreyiniz ki; Siz, idam-ı ebedi ile ve ebedi haps-i münferid ile mahkum oluyorsunuz. İntikamımız sizden pek çok ve muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz; hatta size acıyoruz.
Size ihtar ediyorum! Kur’an’a dayanan Risale-i Nur ile mübareze etmeyiniz. O mağlup olmaz, bu memlekete yazık olur. O başka yere gider tenvir eder. Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, hakikat-i Kur’aniye’ye feda olan bu başı, zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem! Ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem.” (Şuâlar)
Evet, Bediüzzaman bunları söylerken elbet kendi şahsı için söylemiyor, inandığı davanın her neferi için izhar ediyordu. Dediği gibi bugüne kadar Risale-i Nurlar üzerinde hiçbir fitne ve fücur ekibi zerre kadar emellerine ulaşamadı ve ulaşamayacaktır.
Allah rahmet eylesin, ruhu için el fatiha. (Şahdamar Yayınları, Nur Derslerine Giriş.)
Hüseyin Öztürk - Vakit
23/03/2010
Bediüzzaman’ın hayatına bakıldığında; “İman ve Kur’an” söz konusuysa hikmet üzere tedbiri elden bırakmayan ama hakikati dillendirmek noktasında da hiç pervası olmayan bir portre çizmektedir. Mesela şöyle demektedir:
“Bilâ-perva ilan ve ihtar ederim ki, bin canım olsa, imana ve ahiretime feda etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapın! Benim son sözüm; Ben, Risale-i Nur’un keşf-i kat’isi ile idam olmuyorum. Belki terhis edilip nur âlemine ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi ey dalalet hesabına bizi ezen bedbahtlar, idam-ı ebedi ile ve daimi haps-i münferit ile mahkum bildiğimden ve gördüğümden tamamiyle intikamımı sizden alarak, kemâl-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım.
Bütün sergüzeşt-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku, elimi tutup men edememiş ve edemiyor. Hem neden korkum olacak? Dünya ile ecelimden başka bir alâkam yok. Çoluğumu çocuğumu düşüneceğim yok. Malımı düşüneceğim yok. Hanedanımın şerefini düşüneceğim yok. Riyakâr bir şöhret-i kâzibeden ibaret olan şan ve şeref-i dünyeviyenin muhafazasını değil, kırılmasına yardım edene rahmet. Kaldı ecelim. O, Hâlık-ı Zülcelâl’in elindedir. Kimin haddi var ki, vakti gelmeden ona ilişsin. Zaten izzetle mevti, zilletle hayata tercih edenlerdeniz.
Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek! Yüzer milyon kahraman başların feda oldukları bir kudsi hakikate, başımız feda olsun! Her ceza ve idamınıza hazırız! Hapsin harici, bu vaziyette yüz derece dahilinden daha fenadır. Bize karşı gelen böyle bir istibdad-ı mutlak altında hiçbir hürriyet -ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan ne hürriyet-i diniye- olmamasından, ehl-i namus ve diyanet ve taraftar-ı hürriyet olanlara, ya ölmek veya hapse girmekten başka bir çare kalmaz. Biz de; ‘Allah’a aidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz’ diyerek Rabbimize dayanıyoruz.
Madem keyfiyet böyledir, ben de buranın mahkemesine değil, belki o insafsızlara derim; Ben, sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza da beş para vermem! Ve hiç ehemmiyeti yok! Çünkü ben, kabir kapısında, yetmiş yaşındayım. Böyle mazlum ve masum bir iki sene hayatı, şehadet mertebesiyle değiştirmek benim için büyük saadettir. Risale-i Nur’un binler hüccetleriyle kat’i imanım var ki, ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir.
Eğer idam da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedi bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur. Fakat siz ey zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle sebepsiz meşgul eden insafsızlar! Kat’i biliniz ve titreyiniz ki; Siz, idam-ı ebedi ile ve ebedi haps-i münferid ile mahkum oluyorsunuz. İntikamımız sizden pek çok ve muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz; hatta size acıyoruz.
Size ihtar ediyorum! Kur’an’a dayanan Risale-i Nur ile mübareze etmeyiniz. O mağlup olmaz, bu memlekete yazık olur. O başka yere gider tenvir eder. Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, hakikat-i Kur’aniye’ye feda olan bu başı, zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem! Ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem.” (Şuâlar)
Evet, Bediüzzaman bunları söylerken elbet kendi şahsı için söylemiyor, inandığı davanın her neferi için izhar ediyordu. Dediği gibi bugüne kadar Risale-i Nurlar üzerinde hiçbir fitne ve fücur ekibi zerre kadar emellerine ulaşamadı ve ulaşamayacaktır.
Allah rahmet eylesin, ruhu için el fatiha. (Şahdamar Yayınları, Nur Derslerine Giriş.)
Hüseyin Öztürk - Vakit
23/03/2010