zafer karlý
Member
Yüce Allah, başta peygamberler olmak üzere bâzı kullarına gayba dâir bir kısım haberler bildirmiştir. Onlar da Allah’ın bildirmesiyle bu gaybî haberleri vukuundan önce insanlara bildirmişler, zamanı geldiğinde o haberler aynen meydana çıkmıştır.
İşte dinsizlik cereyanın alabildiğine yaygınlaştığı 14 asırda gelecek zâtı da, ehemmiyetine binâen bâzı velî zâtlar Allah’ın bildirmesiyle önceden haber vermişlerdir. Burada buna bir kaç misal vermek istiyoruz.
1. Nakşî tarikatının önde gelen isimlerinden Beş-kazalızâde Osman Halidî Hazretleri (vefatı 1292 veya 1293-1896) Bediüzzaman’ı talebelerine haber vermiştir. Risâle-i Nur külliyatından Sikke-i Tasdik-i Gaybî isimli eserde Nur talebelerinden Hasan, Osman, Tahin, Abdullah ve Sabri ağabeylerin bildirdiğine göre, bu haber verme hadisesi şöyle olmuştur:
2.
Bu zât “Sidre” isimli bir yerde riyazete çekilir tes-bihatla meşgul olurmuş. Kırk gün için hazırlanan azığı iki günde yiyerek kalan günlerde hiçbir şey ye-mezmiş. Kırk gün tamamlanıp döndüğünde dudaklarının birbirine yapıştığı görülürmüş.
Osman Halidî Hazretleri, Bediüzzaman’ın doğduğu yıl hem çocuklanna, hem de yakınlarına demişki: “İmanı kurtaran bir müceddid çıkacak. O da bu yıl doğmuştur.” Sonra da şu ilâveyi yapmış:
“Benim dört oğlumdan birisi o gelecek müceddidle görüşecek ve elini öpecektir.”
Bunun üzerinden otuzbeş sene geçer. Rumi 1327, Milâdî 1911’de İsparta’nın Atabey kasabasında sünnet ve hıfz toplantılarından birinde Osman Halidî’nin evlatlarından sonuncusu olan Ahmed Efendiye, “Siz müceddid, müceddid diyorsunuz. Nerede ve kimdir?” diye sorulur. Ahmed Efendi, “Evet, şimdi o vardır ve 35 yaşındadır” cevabını verir.
Hasan, Osman, Tahirî, Abdullah ve Sabri ağabeyler devamla şöyle derler:
“İsparta’nın Yenice Mahallesinden ve kardeşlerimizden Nuri tarafından merhum mumailyh Ahmed Efendiden ‘Pederiniz, “Benim evlâdımdan birisi o müceddidle mükâleme [konuşacak] ve musafahada olacaktır” demiş, nasıldır?’ diye sorulmuş. Ahmed Efendi merhum cevaben, ‘Evet, doğrudur. Ben onunla görüştüm’ demiştir.”1
Bediüzzaman da ismi geçen eserde, “Evliya-yı meşhûreden [meşhur evliyadan], kırk günde bir defa ekmek yiyip kırk gün yemeyen Osman-ı Halidî’nin sarih ihbarı [açıkça haber vermesi] ve evladlarına vasiyeti ile” diyerek, Osman Halidî Hazretlerinin bu keşfiyatına işaret etmiştir.2
2. Bediüzzaman’ın doğduğu gün, Denizli’de yaşayan Hasan Feyzi isimli bir evliya “Bugün Kürdistan’da bir evliya- dünyaya geldi. Bu zât zamanımızın sahibi, asrımızın vekilidir” diye3 talebelerine müjdelemişti.
Bu Hasan Feyziden sonra yerine sırası ile iki zât geçti. Seneler sonra Bediüzzaman’ı Denizli’de zulmen hapse mahkûm ettiler. Bu zâtla aynı ismi taşıyan Muallim Hasan Feyzi (1895–1996), birinci Hasan Fey-zi’ye imtisâlen Risâle-i Nurlara sahip çıktı. Sahip olduğu şeyhlik makamını da bir kenara bırakarak Bediüzzaman’a talebe oldu. Sonra da ona bedel zehirlenerek vefat etti.
Onun vefatı üzerine Muğla’nın Milas kasabasında büyük bir âlim olan Halil İbrahim Efendi, Bediüzzaman’a bir taziye mektubu yazdı. Bu zat mektubunda şöyle diyordu:
"Muhterem efendim, mesmuatıma nazaran [işittiğime göre] Denizli'de bundan 70–80 sene evvel büyük evliyadan Hasan Feyzi isminde bir zat bir gün talebelerine 'Bugün Kürdistan'da bir evliya dünyaya geldi' beşaretinde, bulunmakla zât-ı devletlerini işâret buyurmuş. Ba'dehu [sonraları]: Denizli'ye başka perdelerle teşrifinizin o zâtın ruhunu şad ve i'zaz için olduğunu telâkki etmiştim. Ve az zaman sonra aynı isimde mütevazi Hasan Feyzi Efendinin Risâle-i Nura hürmetle, birinci Hasan Feyzi'ye imtisâlen istikbal etmiş [karşılamış] ve nurlara taaşşukla [aşık olmakla] idhal-i envar olması, bu kanaatimi kat kat ziyâdeleştirdi."4
3. Bediüzzaman'ın babası Sofi Mirza, birgün Bitlis'in Hizan kazasına bağlı Geyda’dan geçerken* Gavs-ri Hizan'ın** dergâhına gelmiş. Gavs, o sırada kendi has halifeleriyle hususî olarak sohbet ediyormuş. Bediüzzaman'ın babası Sofi Mirza Gavs ile mutlaka görüşmek istediğini söylemiş. Müridleri ve talebeleri, "Gavs şu anda kimseyi kabul etmez, hususi sohbettedir" demişlerse de, Sofi Mirza ısrar etmiş, "Eğer siz Gavs'a haber vermezseniz, ben kendim gidip kapıyı çalacağım" demiş. Müridleri, "Öyle ise git çal" demişler.
Bunun üzerine Sofi Mirza gitmiş, Şeyhin kapısını çalmış ve içeri girmiş. Gavs Hazretleri onu görür görmez ayağa kalkmış ve hürmetle karşılayıp kucaklamış, koluna girmiş ve getirip kendi yerine oturtmuş. Sofi Mirza onunla birşeyler konuşmuş. Gavs ise devamlı "beli! beli" diyerek onu tasdik etmiş. Nihâ-yet Sofi Mirza izin istemiş; çıkıp gitmiş.
Durumu merakla seyredenlerden ve Gavs'ın* halifelerinden Molla Halid-i Erukî hayretim gidermek için Gavs Hazretlerine "Kurban, bu fakir adamda ne var ki, bu kadar iltifatlarda bulundunuz. Bize göre siz bu fakir Mirzo'ya** fazla iltifat ettiniz yahut bize böyle geldi" demiş.
Bunun üzerine gayet ciddileşen Gavs Hazretleri şu cevabı vermiş:
"Efendiler! Bu fakir Sofi'nin sulbünden öyle bir çocuk dünyaya gelecektir ki, yüz kutbiyet onun derecesine yetişemez."
İşte dinsizlik cereyanın alabildiğine yaygınlaştığı 14 asırda gelecek zâtı da, ehemmiyetine binâen bâzı velî zâtlar Allah’ın bildirmesiyle önceden haber vermişlerdir. Burada buna bir kaç misal vermek istiyoruz.
1. Nakşî tarikatının önde gelen isimlerinden Beş-kazalızâde Osman Halidî Hazretleri (vefatı 1292 veya 1293-1896) Bediüzzaman’ı talebelerine haber vermiştir. Risâle-i Nur külliyatından Sikke-i Tasdik-i Gaybî isimli eserde Nur talebelerinden Hasan, Osman, Tahin, Abdullah ve Sabri ağabeylerin bildirdiğine göre, bu haber verme hadisesi şöyle olmuştur:
2.
Bu zât “Sidre” isimli bir yerde riyazete çekilir tes-bihatla meşgul olurmuş. Kırk gün için hazırlanan azığı iki günde yiyerek kalan günlerde hiçbir şey ye-mezmiş. Kırk gün tamamlanıp döndüğünde dudaklarının birbirine yapıştığı görülürmüş.
Osman Halidî Hazretleri, Bediüzzaman’ın doğduğu yıl hem çocuklanna, hem de yakınlarına demişki: “İmanı kurtaran bir müceddid çıkacak. O da bu yıl doğmuştur.” Sonra da şu ilâveyi yapmış:
“Benim dört oğlumdan birisi o gelecek müceddidle görüşecek ve elini öpecektir.”
Bunun üzerinden otuzbeş sene geçer. Rumi 1327, Milâdî 1911’de İsparta’nın Atabey kasabasında sünnet ve hıfz toplantılarından birinde Osman Halidî’nin evlatlarından sonuncusu olan Ahmed Efendiye, “Siz müceddid, müceddid diyorsunuz. Nerede ve kimdir?” diye sorulur. Ahmed Efendi, “Evet, şimdi o vardır ve 35 yaşındadır” cevabını verir.
Hasan, Osman, Tahirî, Abdullah ve Sabri ağabeyler devamla şöyle derler:
“İsparta’nın Yenice Mahallesinden ve kardeşlerimizden Nuri tarafından merhum mumailyh Ahmed Efendiden ‘Pederiniz, “Benim evlâdımdan birisi o müceddidle mükâleme [konuşacak] ve musafahada olacaktır” demiş, nasıldır?’ diye sorulmuş. Ahmed Efendi merhum cevaben, ‘Evet, doğrudur. Ben onunla görüştüm’ demiştir.”1
Bediüzzaman da ismi geçen eserde, “Evliya-yı meşhûreden [meşhur evliyadan], kırk günde bir defa ekmek yiyip kırk gün yemeyen Osman-ı Halidî’nin sarih ihbarı [açıkça haber vermesi] ve evladlarına vasiyeti ile” diyerek, Osman Halidî Hazretlerinin bu keşfiyatına işaret etmiştir.2
2. Bediüzzaman’ın doğduğu gün, Denizli’de yaşayan Hasan Feyzi isimli bir evliya “Bugün Kürdistan’da bir evliya- dünyaya geldi. Bu zât zamanımızın sahibi, asrımızın vekilidir” diye3 talebelerine müjdelemişti.
Bu Hasan Feyziden sonra yerine sırası ile iki zât geçti. Seneler sonra Bediüzzaman’ı Denizli’de zulmen hapse mahkûm ettiler. Bu zâtla aynı ismi taşıyan Muallim Hasan Feyzi (1895–1996), birinci Hasan Fey-zi’ye imtisâlen Risâle-i Nurlara sahip çıktı. Sahip olduğu şeyhlik makamını da bir kenara bırakarak Bediüzzaman’a talebe oldu. Sonra da ona bedel zehirlenerek vefat etti.
Onun vefatı üzerine Muğla’nın Milas kasabasında büyük bir âlim olan Halil İbrahim Efendi, Bediüzzaman’a bir taziye mektubu yazdı. Bu zat mektubunda şöyle diyordu:
"Muhterem efendim, mesmuatıma nazaran [işittiğime göre] Denizli'de bundan 70–80 sene evvel büyük evliyadan Hasan Feyzi isminde bir zat bir gün talebelerine 'Bugün Kürdistan'da bir evliya dünyaya geldi' beşaretinde, bulunmakla zât-ı devletlerini işâret buyurmuş. Ba'dehu [sonraları]: Denizli'ye başka perdelerle teşrifinizin o zâtın ruhunu şad ve i'zaz için olduğunu telâkki etmiştim. Ve az zaman sonra aynı isimde mütevazi Hasan Feyzi Efendinin Risâle-i Nura hürmetle, birinci Hasan Feyzi'ye imtisâlen istikbal etmiş [karşılamış] ve nurlara taaşşukla [aşık olmakla] idhal-i envar olması, bu kanaatimi kat kat ziyâdeleştirdi."4
3. Bediüzzaman'ın babası Sofi Mirza, birgün Bitlis'in Hizan kazasına bağlı Geyda’dan geçerken* Gavs-ri Hizan'ın** dergâhına gelmiş. Gavs, o sırada kendi has halifeleriyle hususî olarak sohbet ediyormuş. Bediüzzaman'ın babası Sofi Mirza Gavs ile mutlaka görüşmek istediğini söylemiş. Müridleri ve talebeleri, "Gavs şu anda kimseyi kabul etmez, hususi sohbettedir" demişlerse de, Sofi Mirza ısrar etmiş, "Eğer siz Gavs'a haber vermezseniz, ben kendim gidip kapıyı çalacağım" demiş. Müridleri, "Öyle ise git çal" demişler.
Bunun üzerine Sofi Mirza gitmiş, Şeyhin kapısını çalmış ve içeri girmiş. Gavs Hazretleri onu görür görmez ayağa kalkmış ve hürmetle karşılayıp kucaklamış, koluna girmiş ve getirip kendi yerine oturtmuş. Sofi Mirza onunla birşeyler konuşmuş. Gavs ise devamlı "beli! beli" diyerek onu tasdik etmiş. Nihâ-yet Sofi Mirza izin istemiş; çıkıp gitmiş.
Durumu merakla seyredenlerden ve Gavs'ın* halifelerinden Molla Halid-i Erukî hayretim gidermek için Gavs Hazretlerine "Kurban, bu fakir adamda ne var ki, bu kadar iltifatlarda bulundunuz. Bize göre siz bu fakir Mirzo'ya** fazla iltifat ettiniz yahut bize böyle geldi" demiş.
Bunun üzerine gayet ciddileşen Gavs Hazretleri şu cevabı vermiş:
"Efendiler! Bu fakir Sofi'nin sulbünden öyle bir çocuk dünyaya gelecektir ki, yüz kutbiyet onun derecesine yetişemez."