Bediüzzamanın Avrupası doğuma hazırlanıyor
27 Ekim 2010 / 12:45
Haber 7 yazarı Mehmet Ali Bulut, Bediüzzaman'ın Avrupa ile ilgili yorumunu aktardı
Risale Haber-Haber Merkezi
Haber 7 yazarı Mehmet Ali Bulut, Bediüzzaman'ın Avrupa ile ilgili yorumunu aktardı. Şeyh Bahid Efendiye verdiği cevabı aktaran Bulut, "Avrupa dahi, İslâmı kabule mecbur olacaktır" dedi.
Bulut'un yazısı şöyle:
Yıl 1907. Yer Ayasofya’nın önündeki kahvelerden biri. İkindi namazı kılınmış ve dönemin Ezher hocalarından Şeyh Bahid Efendi, Ayasofya’nın önündeki kahvelerin birinde bir kısım ahbabıyla sohbet etmektedir. Konu, Said Nursi’ye gelir. O sıralarda Kürdî mahlasıyla meşhurdur. Onun ilimlerdeki mahareti ve zekâsı konuşulur ve Şeyh Bahid’den onu ilzam etmesi istenir.
Tuhaftır tam da o sırada Bediuzzaman camiden çıkagelir. Derler ki işte bu o. Çağırırlar, o da gelir. Bahid Efendi bir iki ilmî yoklamadan sonra Bediuzzaman’a sorar:
– Avrupa ve Osmanlılar hakkında fikriniz nedir?
Bediüzzaman son derece basit bir ifade ile;
“– Avrupa, bir İslâm devletine hamiledir, günün birinde onu doğuracak; Osmanlı da Avrupa’ya hamiledir; o da onu doğuracak.” cevabını verir.
Bediuzzaman’ın ifadesinde kullandığı elfazdan, Osmanlı’nın doğumunun daha yakın olduğu da anlaşılıyor. Nitekim, Osmanlı, o konuşmadan 13 yıl sonra doğumunu gerçekleştirdi ve bizim cumhuriyetimizin de içinde bulunduğu bir yığın batılı evladı oldu.
Şimdi ise görüyoruz ki Avrupa ciddi sancılar çekiyor. (Belki de bu konuşmadan 130 yıl sonra!) Siz bakmayın Serrazin gibi Arap asıllı uşak ruhlu insanların, batılı halkları Müslümanlar aleyhine kışkırtmalarına…)
Nasıl ki, bizim batılı evlat, dönüşümü kabullenmek ve halkın talebine boyun eğmek zorunda kaldı, Avrupa dahi, İslâmı kabule mecbur olacaktır.
Onun da İslâmî bir doğum yapması yakındır denebilir. Öteden beri, bazı velilerin istihracıyla, Avrupa’da bir devlet Müslüman olacak dendiğinden, kendileriyle harbe iştirak edip -bu iştirak çıkarlara dayalı da olsa- bir dostluk yaşadığımız Almanları bu işe en yakın görmüş ve onların Müslüman olmasını hep ümit etmişizdir. Hâlâ da bu ümidi koruyoruz ve bir önceki yazımda da temas ettiğim gibi, Almanya cidden muhteşem bir doğuma hazırlanıyor. Nitekim Serrazin’e en susturucu cevaplar yine Alman devlet ve fikir adamlarından geldi. Alman halkı da sonunda şu hakikati görecek ki onu ırkçılığa sevk edenler Alman değil. Dün bir Yahudi kökenli (Hitler) ırkçının peşine takıldıkları için yurtlarının harap olduğunun bilincinde olan Almanların, şimdi de Arap asıllı bir Alman ırkçısının peşine düşmeyeceklerini tahmin ediyorum.
Elbette her yerde her dönemde ırkçılığın menhus lezzetine kapılacak birileri vardır ve çıkar. Ama bir hayvan bile aynı delikten iki kere ısırılmadığına göre Almanlar dahi bu zokayı bu kez yutmayacaklardır…
Onlar veya başkaları, bir gün ırkçılık ve enaniyet damarlarını İslâm havuzu içine atıp eritecek ve en az diğer ülkeler kadar onlar da İslâma girme şansını elde edeceklerdir.
Ne var ki bu, İslâm adına yeterli bir gelişme sayılamaz. İslâmın, onlar nazarında bir değer ifade edebilmesi için, en başta Müslümanların Avrupa dilenciliğinden kurtulmaları gerekir.
Hangi efendi kapısında dilenci gibi bekleyen zavallının fikrine itibar eder? Bugüne kadar, hiçbir zaman efendinin, dilenci konumundaki insanlardan bir şey aldığı görülmemiştir.
Diğer bir problemimiz ise, oradaki Müslümanlardır. Maalesef pek çoğu o medeniyete uyum sağlayamadıkları gibi yazık ki başka bir medeni hal ve tavır da sergileyememişlerdir. Biz oralara iş ve aş için gittiğimiz ve hâlâ da tufeylîce onların düzenlerinden istifade etmeye çalıştığımız için ne bizim, ne de dinimizin bir kıymet-i harbiyesi vardır.
Dolayısıyla oraya her ne ad ve unvanla gidilirse gidilsin; her bir Müslüman, orada İslâmın ve İslâm medeniyetinin bir temsilcisi olduğunu müdrik olmalıdır. Asıl amacı bu olmasa bile, her hareketinin İslâm hanesine yazıldığını bilmeye mecburdur.
İşte biz böyle davranmaya muvaffak olduğumuzda öyle hızlı neticeler husule gelecek ki, onlar daha parmak ısıracaklar!
Ben ümitvarım. Bundan 20 yıl önce de bugünkü halleri haber verdiğimizde bir kısım insanlar istib’âd ediyor ve uzak görüyordu.
Nasıl ki Allah, ‘akim’ -çocuğunun olması şansı kalmamış- Zekeriya(as)’dan –skolastik karanlığa batmış Avrupa’dan- Yahya(as)’ı –medeniyeti- var etti, öyle de –bilim ve ilim üretme kabiliyetini kaybettiği için- yeniden bir medeniyet kurma şansını kaybetmiş gibi görünen şu İslâm coğrafyasından da yeniden bir diriliş ile yeni bir medeniyeti var edecektir. Adı da Asya medeniyetidir. Fakat ruhu İslâm!
Bunun için yapacağımız tek şey, ‘Ey Yahya sımsıkı Kitaba sarıl’ (Meryem, 12) ayetinin emrine uyup, Kuran’a uymak ve onunla yeniden dirilmektir. Nitekim insanlığın elinde, Kur’an’dan başka, sımsıkı sarılınacak saf bir ilahi mesaj da kalmamıştır!
Haber 7
27 Ekim 2010 / 12:45
Haber 7 yazarı Mehmet Ali Bulut, Bediüzzaman'ın Avrupa ile ilgili yorumunu aktardı
Risale Haber-Haber Merkezi
Haber 7 yazarı Mehmet Ali Bulut, Bediüzzaman'ın Avrupa ile ilgili yorumunu aktardı. Şeyh Bahid Efendiye verdiği cevabı aktaran Bulut, "Avrupa dahi, İslâmı kabule mecbur olacaktır" dedi.
Bulut'un yazısı şöyle:
Yıl 1907. Yer Ayasofya’nın önündeki kahvelerden biri. İkindi namazı kılınmış ve dönemin Ezher hocalarından Şeyh Bahid Efendi, Ayasofya’nın önündeki kahvelerin birinde bir kısım ahbabıyla sohbet etmektedir. Konu, Said Nursi’ye gelir. O sıralarda Kürdî mahlasıyla meşhurdur. Onun ilimlerdeki mahareti ve zekâsı konuşulur ve Şeyh Bahid’den onu ilzam etmesi istenir.
Tuhaftır tam da o sırada Bediuzzaman camiden çıkagelir. Derler ki işte bu o. Çağırırlar, o da gelir. Bahid Efendi bir iki ilmî yoklamadan sonra Bediuzzaman’a sorar:
– Avrupa ve Osmanlılar hakkında fikriniz nedir?
Bediüzzaman son derece basit bir ifade ile;
“– Avrupa, bir İslâm devletine hamiledir, günün birinde onu doğuracak; Osmanlı da Avrupa’ya hamiledir; o da onu doğuracak.” cevabını verir.
Bediuzzaman’ın ifadesinde kullandığı elfazdan, Osmanlı’nın doğumunun daha yakın olduğu da anlaşılıyor. Nitekim, Osmanlı, o konuşmadan 13 yıl sonra doğumunu gerçekleştirdi ve bizim cumhuriyetimizin de içinde bulunduğu bir yığın batılı evladı oldu.
Şimdi ise görüyoruz ki Avrupa ciddi sancılar çekiyor. (Belki de bu konuşmadan 130 yıl sonra!) Siz bakmayın Serrazin gibi Arap asıllı uşak ruhlu insanların, batılı halkları Müslümanlar aleyhine kışkırtmalarına…)
Nasıl ki, bizim batılı evlat, dönüşümü kabullenmek ve halkın talebine boyun eğmek zorunda kaldı, Avrupa dahi, İslâmı kabule mecbur olacaktır.
Onun da İslâmî bir doğum yapması yakındır denebilir. Öteden beri, bazı velilerin istihracıyla, Avrupa’da bir devlet Müslüman olacak dendiğinden, kendileriyle harbe iştirak edip -bu iştirak çıkarlara dayalı da olsa- bir dostluk yaşadığımız Almanları bu işe en yakın görmüş ve onların Müslüman olmasını hep ümit etmişizdir. Hâlâ da bu ümidi koruyoruz ve bir önceki yazımda da temas ettiğim gibi, Almanya cidden muhteşem bir doğuma hazırlanıyor. Nitekim Serrazin’e en susturucu cevaplar yine Alman devlet ve fikir adamlarından geldi. Alman halkı da sonunda şu hakikati görecek ki onu ırkçılığa sevk edenler Alman değil. Dün bir Yahudi kökenli (Hitler) ırkçının peşine takıldıkları için yurtlarının harap olduğunun bilincinde olan Almanların, şimdi de Arap asıllı bir Alman ırkçısının peşine düşmeyeceklerini tahmin ediyorum.
Elbette her yerde her dönemde ırkçılığın menhus lezzetine kapılacak birileri vardır ve çıkar. Ama bir hayvan bile aynı delikten iki kere ısırılmadığına göre Almanlar dahi bu zokayı bu kez yutmayacaklardır…
Onlar veya başkaları, bir gün ırkçılık ve enaniyet damarlarını İslâm havuzu içine atıp eritecek ve en az diğer ülkeler kadar onlar da İslâma girme şansını elde edeceklerdir.
Ne var ki bu, İslâm adına yeterli bir gelişme sayılamaz. İslâmın, onlar nazarında bir değer ifade edebilmesi için, en başta Müslümanların Avrupa dilenciliğinden kurtulmaları gerekir.
Hangi efendi kapısında dilenci gibi bekleyen zavallının fikrine itibar eder? Bugüne kadar, hiçbir zaman efendinin, dilenci konumundaki insanlardan bir şey aldığı görülmemiştir.
Diğer bir problemimiz ise, oradaki Müslümanlardır. Maalesef pek çoğu o medeniyete uyum sağlayamadıkları gibi yazık ki başka bir medeni hal ve tavır da sergileyememişlerdir. Biz oralara iş ve aş için gittiğimiz ve hâlâ da tufeylîce onların düzenlerinden istifade etmeye çalıştığımız için ne bizim, ne de dinimizin bir kıymet-i harbiyesi vardır.
Dolayısıyla oraya her ne ad ve unvanla gidilirse gidilsin; her bir Müslüman, orada İslâmın ve İslâm medeniyetinin bir temsilcisi olduğunu müdrik olmalıdır. Asıl amacı bu olmasa bile, her hareketinin İslâm hanesine yazıldığını bilmeye mecburdur.
İşte biz böyle davranmaya muvaffak olduğumuzda öyle hızlı neticeler husule gelecek ki, onlar daha parmak ısıracaklar!
Ben ümitvarım. Bundan 20 yıl önce de bugünkü halleri haber verdiğimizde bir kısım insanlar istib’âd ediyor ve uzak görüyordu.
Nasıl ki Allah, ‘akim’ -çocuğunun olması şansı kalmamış- Zekeriya(as)’dan –skolastik karanlığa batmış Avrupa’dan- Yahya(as)’ı –medeniyeti- var etti, öyle de –bilim ve ilim üretme kabiliyetini kaybettiği için- yeniden bir medeniyet kurma şansını kaybetmiş gibi görünen şu İslâm coğrafyasından da yeniden bir diriliş ile yeni bir medeniyeti var edecektir. Adı da Asya medeniyetidir. Fakat ruhu İslâm!
Bunun için yapacağımız tek şey, ‘Ey Yahya sımsıkı Kitaba sarıl’ (Meryem, 12) ayetinin emrine uyup, Kuran’a uymak ve onunla yeniden dirilmektir. Nitekim insanlığın elinde, Kur’an’dan başka, sımsıkı sarılınacak saf bir ilahi mesaj da kalmamıştır!
Haber 7