Bediüzzaman'ın üç hedefi

müdavim

Üye Sorumlusu

“Hedefi olmayan hedef olmaya mahkûmdur” sözü güzel bir söz. Hedef, emeldir. Varılmak istenen gayedir. Asıl maksattır. Biz de asrın sahibi Bediüzzaman Hazretlerinin üç hedefi üzerinde durmaya çalışacağız.

Bediüzzaman birinci hedefi: Yıl; 1900, yer; Van. İşte bu tarihte Bediüzzaman daha önce 1897 yılında Van Valisinin dâveti üzerine Van’a gitmiş ve Valinin konağında kalmaya başlamıştır. Müsbet ilimlerle meşgul olarak hârikulâde bilgi sahibi olmuştur. Bu zamana kadar hıfzına aldığı 80-90 cild kitabı, üç ayda bir ezberden devretmiştir. İşte bu yıllar içerisinde Bediüzzaman’ın ruhunda fırtınalar estiren bir hadise yaşanmıştır. Yaşanan hadise şudur: İngiliz Müstemlekât Nazırının İngiliz Meclis-i Meb’usanında elinde Kur’ân’ı göstererek, “Bu Kur’ân Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ya Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’ân’dan soğutmalıyız” sözü üzerine, ruhunda bir feveran ve nihayetsiz bir gayret uyanan Bediüzzaman, “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!” der. Kur’ân’ın bir mu'cize olduğunu ispat ederek her tarafa neşretmek ve kâfirleri tam susturmak ister, buna kat’î karar verir. Van’da bulunduğu on beş sene müddet içerisinde hıfzına aldığı seksenden ziyade kitabı ezbere devrettiği gibi, âlem-i İslâmın hal-i hazırda durumu hakkında da gerekli her türlü malûmatı elde eder.

Bediüzzaman’ın birinci hedefi: “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manev'î bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!” demesidir. Bu hedefini telif ettiği Risâle-i Nur Külliyatı ile bütün dünyaya ispat etmiştir. Çünkü onun eserleri kırkın üzerinde dünya diline çevrilmiş ve dünyada Kur’ân’dan sonra en fazla satılan kitap unvanına kavuşmuştur. Milyonlarla insan bu Kur’ân tefsirini okuyarak imanını kurtarıyor ve İngiliz Müstemlekât Nazırının “Bu Kur’ân Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ya Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’ân’dan soğutmalıyız” sözünü Bediüzzaman’ın "Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim!” sözü ile hedefine ulaşamadığını bu gün net olarak yaşıyoruz ve Bediüzzaman’ın ise hedefine ulaştığını müşahede ediyoruz.

Bediüzzaman’ın ikinci hedefi: Medresetü’z-Zehra namında doğuda Van, Bitlis ve Diyarbekir illerinde fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzem olan şarkta üç üniversite açılması. Bediüzzaman bu mânâda şu izahı yapmıştır: "Hem 55 seneden beri, Medresetü’z-Zehra namında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakır’da, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten evvel İstanbul’a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı. Sonra İttihatçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî darülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki: ‘Şark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir.’

O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan Harbi çıktı. O medrese yeri istilâ edildi. Ben de dedim ki: ‘Öyleyse o 20 bin altın lirayı Şark Darülfünununa veriniz.’ Kabul ettiler. Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van Gölü kenarında Artemit’te temelini attıktan sonra Harb-i Umumî çıktı. Tekrar geri kaldı.

“Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul’a geldim. Hareket-i Milliyeye hizmetimden dolayı Ankara’ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim: “Bütün hayatımda bu darülfünunu takip ediyorum. Sultan Reşad ve İttihatçılar 20 bin altın lirayı verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz.” Onlar 150 bin banknot vermeye karar verdiler. Ben dedim: “Bunu mebuslar imza etmelidirler.”

Bazı mebuslar dediler: “Yalnız sen medrese usulüyle sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun. Halbuki şimdi garplılara benzemek lâzım.”

Dedim: “O vilâyat-ı şarkiye âlem-i İslâmın bir nev'î merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir.” (Emirdağ Lâhikası, s: 276)

Bediüzzaman zahirde maddî olarak belki bu üniversiteleri tam istediği mânâda açtıramamış ancak manevî Medresetü’z-Zehra namında dünyanın her tarafında Risâle-i Nur hizmetleri ile fünun-u cedide yanında ulûm-u diniyeyi birlikte ders veren medreseleri açtırmış ve halen bu manevî üniversiteler hizmete devam etmektedir.

Böylece Bediüzzaman’ın bir ikinci hedefi olan din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı “Medresetü’z-Zehra” namındaki hedefi de hayata şamil olarak gerçekleşmiştir.

Bediüzzaman’ın üçüncü hedefi: Van Gölü’ndeki Akdamar Adası’nda on senede elli talebe yetiştirip İslâmı dünyanın başına geçirmek ve dünyaya hâkim kılmak.

Niçin elli talebe? Dünyaya elli talebe ile nasıl hâkim olunur?

Bediüzzaman’ın, “Akdamar Adası’nda on senede elli talebe yetiştirsem, İslâmı dünyaya hakim kılarım” dediği bir hakikattir. Çünkü o kemiyet değil keyfiyet peşindedir."Vicdanın ziyası ulum-u diniyedir. Aklın nuru fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder” sözünü bu elli talebede makes bulacağına inanarak bu keyfiyet ile İslâmın prensipler yönünden hâkimiyetinin bu kaliteli genç nesillerle olacağını müjdelemiştir.

Bu gün milyonlarca genç Bediüzzaman’ın yıllar önce Akdamar Adası’nda yetiştirmeye karar verdiği gençlerin bütün dünyada her bir kıt’anın başına İslâmı geçirdiği ve hâkim kılmaya başladığı hedefinin yaşandığı günlere şahit oluyoruz.

“Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezartaşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan” Ne mutlu size!” sadâsını işiteceksiniz.” (Münâzarât, s: 214)

Demek oluyor ki Bediüzzaman bu üç hedefine de ulaşmıştır. ALLAH ondan ebeden razı olsun. Cennet-âsâ baharı müjdeleyen Bediüzzaman, kabrinden bu baharı temaşa ediyor İnşâALLAH


--
Bana "Sen şuna niiçin sataştın?" diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var.Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kös...teklemek istemişte ayağım ona çarpmış; Ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler! Dar görüşler!
(Üstad Bediüzzaman)
 
Üst