İ'lem eyyühe'l-aziz! Kalbin umûr-u dünyeviyeyle kasden iştigal etmek için yaratılmış olmadığı şöylece izah edilebilir:
Görüyoruz ki, kalb, hangi birşeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır. Büyük bir ihtimamla eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla, onunla beraber kalmak istiyor. Ve onun hakkında tam mânâsıya fena olur. Ve en büyük ve en devamlı şeylerin peşindedir, talebindedir. Halbuki umur-u dünyeviyeden herhangi bir emir olursa, kalbin istek ve âmâline nazaran bir kıl kadardır. Demek kalb, ebedü'l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir; bu fâni dünyaya razı değildir.
Ömrün gidişatı içinde insan küçük büyük maddi manevi çok şeye alaka duyar.Kimine bir gün,kimine haftalar,kimine aylarca tutunur..Tutundugu şeylere dikkat ile baksa; bazen-belkide çogu zaman? ilgili oldugu şeyde önce bir devamlılık farzettigini,onun ile kendini kandırıyor gibi oldugunu görebilir.Vicdanı veya fıtratı, ona baglanmak üzere oldugu şeyin fani,temelsiz,sönük oldugunu hatırlatmaya çalışsa o duymamazlıktan gelir, gelmek ister.Tersine kendini o şeyin önemli olduguna iknaa çalışır.Zaman zaman çektigi gönül darlıkları,hayal kırıklıkları geçmişteki yanlış tercihinden haber verir.Olumsuzluklar ile karşılaşmayanlar ise bir cihette şanssızdır denebilir çünkü kalbin emellerinin sahtesi ile gerçegini ayırt edememek üzere,hissin iptali nevinden yaşamaya devam ederler.İlk hilenin üstüne ikinci bir hile İle gaflet kolaylaşır.Tüm bunlar olmadan başa döner isek ilk karar anlarındaki arayışlar,meyiller kalbin hakikatte devamlı,baki olanın arzusunda oldugunu gösterir.Bir nehrin kabarcıkları üzerindeki güneşin tecellilerinin vücuda gelip,zevalleriyle kaybolmaları gibi kalbin üzerinden akıp giden kabarcıkların,isteklerin zevali; kalbin arzusunun zevalden beri olan Güneşe ve onun zatının luzumu olan ebediyete talip oldugunu gösteriyor.O devamlılık cilvesinden hissedar olmak istiyor.
İnsanın fıtratında bekaya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde, kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi beka tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevâlini düşünse veya görse, derinden derine feryat eder.
Görüyoruz ki, kalb, hangi birşeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır. Büyük bir ihtimamla eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla, onunla beraber kalmak istiyor. Ve onun hakkında tam mânâsıya fena olur. Ve en büyük ve en devamlı şeylerin peşindedir, talebindedir. Halbuki umur-u dünyeviyeden herhangi bir emir olursa, kalbin istek ve âmâline nazaran bir kıl kadardır. Demek kalb, ebedü'l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir; bu fâni dünyaya razı değildir.
Ömrün gidişatı içinde insan küçük büyük maddi manevi çok şeye alaka duyar.Kimine bir gün,kimine haftalar,kimine aylarca tutunur..Tutundugu şeylere dikkat ile baksa; bazen-belkide çogu zaman? ilgili oldugu şeyde önce bir devamlılık farzettigini,onun ile kendini kandırıyor gibi oldugunu görebilir.Vicdanı veya fıtratı, ona baglanmak üzere oldugu şeyin fani,temelsiz,sönük oldugunu hatırlatmaya çalışsa o duymamazlıktan gelir, gelmek ister.Tersine kendini o şeyin önemli olduguna iknaa çalışır.Zaman zaman çektigi gönül darlıkları,hayal kırıklıkları geçmişteki yanlış tercihinden haber verir.Olumsuzluklar ile karşılaşmayanlar ise bir cihette şanssızdır denebilir çünkü kalbin emellerinin sahtesi ile gerçegini ayırt edememek üzere,hissin iptali nevinden yaşamaya devam ederler.İlk hilenin üstüne ikinci bir hile İle gaflet kolaylaşır.Tüm bunlar olmadan başa döner isek ilk karar anlarındaki arayışlar,meyiller kalbin hakikatte devamlı,baki olanın arzusunda oldugunu gösterir.Bir nehrin kabarcıkları üzerindeki güneşin tecellilerinin vücuda gelip,zevalleriyle kaybolmaları gibi kalbin üzerinden akıp giden kabarcıkların,isteklerin zevali; kalbin arzusunun zevalden beri olan Güneşe ve onun zatının luzumu olan ebediyete talip oldugunu gösteriyor.O devamlılık cilvesinden hissedar olmak istiyor.
İnsanın fıtratında bekaya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde, kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi beka tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevâlini düşünse veya görse, derinden derine feryat eder.