Lügat mânâsı itibarıyla “şimşek” sözcüğüyle karşılayacağımız “berk”, hak yolcusuna yolun ilk merhalelerinde tecellî eden bir nurdur ki, “kurb” sâlikleri için ilk davetiye sayılır. Ehl-i hakikat, tecellî-i berkiyeyi, Kur’ân-ı Kerim’de, değişik üslûplarla ele alınıp ifade edilen
وَهَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى إِذْ رَأَى نَارًا فَقَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي اٰنَسْتُ نَارًا
“Sana Musa’nın haberi de geldi; hani o bir ateş görmüştü de, ailesine: Hele siz durun da ben bir ateş gördüm demişti.”1 mealindeki âyetlerle irtibatlandırarak, böyle bir ışık çakmasının, peygamberler için nübüvvetin, veliler için de vilâyetin mebdei gerçeğinin hatırlatılmak istendiğine dikkat çekildiğini anlamışlardır.
Hakikat yolundaki seyahatin ilk adımlarını iman, amel-i salih ve yakaza teşkil ettiğinden, berke ilk hakikî adım denmesi doğru olmasa da, onu, a’mâle göre değil de ahvâlin ilk adımlarından biri olarak kabul edip izafî bir evveliyet verebiliriz.
Berkle vecd arasındaki fark; vecd, huzur-u hâne-i halvette, berk ise, harem-i harîme mahrem olma adına duhûle izin esnasında tecellî eder. Bu itibarla da vecd, “hâl” nurlarından şevk ve kalak salar insanın gönlüne; salar ve talepte “hel min mezîd” ufkuna, ahvâlde de terakkiye davet eder. Berk ise, basar ve basîrete göz kamaştıran bir ışık gibi çarpar ve Dost kapısının aralandığını ihtar eder. Vilâyet eşiğini aşma merhalesinde olanlar için İbn Fârıd’ın heyecan dolu şu sözlerini kaydedip geçelim:
أَبَرْقٌ بَدَا مِنْ جَانِبِ الطُّورِ لاَمِعُ
أَمِ ارْتَفَعَتْ عَنْ وَجْهِ لَيْلَى الْبَرَاقِعُ
“Tur tarafından göz kamaştıran bir şimşek mi çaktı, yoksa Leylâ’nın yüzündeki nikaplar mı aralandı?..”
Evet, cismaniyet gecesinde iz iz Leylâ zâhir oldu ve gönüllere vuslat ümidini saldı; derken sinelerdeki geceler gündüzlere dönüştü.
Berk, vuslat yoluna girmeye izin olması itibarıyla, hak yolcusuna bir seyahat “start”ı sayılır ve “seyr ilâllah” adına evvelâ; Cenâb-ı Hakk’ın veli namzedi kuluna, îtâ ve azametini duyurması ve o kulun da bu hususta kendi aczini, fakrını duyması, Allah’a olan muhabbet ve alâkasını hissetmesi, fâniyât ve zâilâtla ünsiyete bedel “üns billâh”a açılması gibi ilk vâridâta işaret sayılabilir. Ayrıca, yol meşakkatine ve mekânın vahşetine karşı, Tur’da Hazreti Musa’nın mazhar olması nev’inden, sâlikin bir şeyler duymaya ve vahşeti de ünsiyete çevirmeye ihtiyacı vardır. Evet, berke, ünsün halâveti, yolda bulunanın merâretine mukabil gelsin diye bir “mağrem” ve “mağnem” dengesi nazarıyla da bakabiliriz.
Sâniyen; berkle huzur hatırlatılarak, sâlike temkin sinyali verilir ve bu sinyalle onun gönlüne “Hazîratü’l-Kuds”e girme tedbir ve temkini atılmak suretiyle iç âleminde rağbet kadar rehbet de uyarılır ki, hak yolcusu seyahatinde ne ye’se düşsün ne de şatahata girsin...
Sâlisen; berk dalga boyuyla gelen vâridât, Rabb’in mülâtafe ufkundan, yolcuya yol azığı nev’inden bir ihsandır ki, gönderene bakan yönüyle bir vesile-i iftihar ve gönderilene ait yanıyla da bir netice-i iftikardır. Hak yolcusu bu mazhariyetini sürekli
قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُوا
“Onlara söyle, ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle ferahlasınlar.” 2 diyerek soluklar. Üzerinde eltâf-ı sübhaniyeyi düşünürken, “Her şey O’ndan” der ve “Elhamdülillâh” çeker.. ve bu ihsanlara liyakatsizliği açısından da
“Değildir bu bana lâyık bu bende
Bana bu lutf ile ihsan nedendir?”
(M. Lütfî)
der iki büklüm olur. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun: أَنَا سَيِّدُ وَلَدِ اٰدَمَ وَلاَ فَخْرَ “Ben insanoğlunun efendisiyim, bunda fahr yok.” sözü bu gerçeği câmi bir kristaldir.
Dipnotlar
1. Tâhâ sûresi, 20/9-10.
2. Yunus sûresi, 10/58.
وَهَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى إِذْ رَأَى نَارًا فَقَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا إِنِّي اٰنَسْتُ نَارًا
“Sana Musa’nın haberi de geldi; hani o bir ateş görmüştü de, ailesine: Hele siz durun da ben bir ateş gördüm demişti.”1 mealindeki âyetlerle irtibatlandırarak, böyle bir ışık çakmasının, peygamberler için nübüvvetin, veliler için de vilâyetin mebdei gerçeğinin hatırlatılmak istendiğine dikkat çekildiğini anlamışlardır.
Hakikat yolundaki seyahatin ilk adımlarını iman, amel-i salih ve yakaza teşkil ettiğinden, berke ilk hakikî adım denmesi doğru olmasa da, onu, a’mâle göre değil de ahvâlin ilk adımlarından biri olarak kabul edip izafî bir evveliyet verebiliriz.
Berkle vecd arasındaki fark; vecd, huzur-u hâne-i halvette, berk ise, harem-i harîme mahrem olma adına duhûle izin esnasında tecellî eder. Bu itibarla da vecd, “hâl” nurlarından şevk ve kalak salar insanın gönlüne; salar ve talepte “hel min mezîd” ufkuna, ahvâlde de terakkiye davet eder. Berk ise, basar ve basîrete göz kamaştıran bir ışık gibi çarpar ve Dost kapısının aralandığını ihtar eder. Vilâyet eşiğini aşma merhalesinde olanlar için İbn Fârıd’ın heyecan dolu şu sözlerini kaydedip geçelim:
أَبَرْقٌ بَدَا مِنْ جَانِبِ الطُّورِ لاَمِعُ
أَمِ ارْتَفَعَتْ عَنْ وَجْهِ لَيْلَى الْبَرَاقِعُ
“Tur tarafından göz kamaştıran bir şimşek mi çaktı, yoksa Leylâ’nın yüzündeki nikaplar mı aralandı?..”
Evet, cismaniyet gecesinde iz iz Leylâ zâhir oldu ve gönüllere vuslat ümidini saldı; derken sinelerdeki geceler gündüzlere dönüştü.
Berk, vuslat yoluna girmeye izin olması itibarıyla, hak yolcusuna bir seyahat “start”ı sayılır ve “seyr ilâllah” adına evvelâ; Cenâb-ı Hakk’ın veli namzedi kuluna, îtâ ve azametini duyurması ve o kulun da bu hususta kendi aczini, fakrını duyması, Allah’a olan muhabbet ve alâkasını hissetmesi, fâniyât ve zâilâtla ünsiyete bedel “üns billâh”a açılması gibi ilk vâridâta işaret sayılabilir. Ayrıca, yol meşakkatine ve mekânın vahşetine karşı, Tur’da Hazreti Musa’nın mazhar olması nev’inden, sâlikin bir şeyler duymaya ve vahşeti de ünsiyete çevirmeye ihtiyacı vardır. Evet, berke, ünsün halâveti, yolda bulunanın merâretine mukabil gelsin diye bir “mağrem” ve “mağnem” dengesi nazarıyla da bakabiliriz.
Sâniyen; berkle huzur hatırlatılarak, sâlike temkin sinyali verilir ve bu sinyalle onun gönlüne “Hazîratü’l-Kuds”e girme tedbir ve temkini atılmak suretiyle iç âleminde rağbet kadar rehbet de uyarılır ki, hak yolcusu seyahatinde ne ye’se düşsün ne de şatahata girsin...
Sâlisen; berk dalga boyuyla gelen vâridât, Rabb’in mülâtafe ufkundan, yolcuya yol azığı nev’inden bir ihsandır ki, gönderene bakan yönüyle bir vesile-i iftihar ve gönderilene ait yanıyla da bir netice-i iftikardır. Hak yolcusu bu mazhariyetini sürekli
قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُوا
“Onlara söyle, ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle ferahlasınlar.” 2 diyerek soluklar. Üzerinde eltâf-ı sübhaniyeyi düşünürken, “Her şey O’ndan” der ve “Elhamdülillâh” çeker.. ve bu ihsanlara liyakatsizliği açısından da
“Değildir bu bana lâyık bu bende
Bana bu lutf ile ihsan nedendir?”
(M. Lütfî)
der iki büklüm olur. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun: أَنَا سَيِّدُ وَلَدِ اٰدَمَ وَلاَ فَخْرَ “Ben insanoğlunun efendisiyim, bunda fahr yok.” sözü bu gerçeği câmi bir kristaldir.
Dipnotlar
1. Tâhâ sûresi, 20/9-10.
2. Yunus sûresi, 10/58.