NuruAhsen
Sonsuz Temâþâ
“Kavâid-i Şeriat-ı Garra ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra yeni icatlar ile o düsturları beğenmemek veyahut—hâşâ ve kellâ—nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir.”
Bediüzzaman Said Nursî
İslâm öncesi “Cahiliye” âdetleri vardı ve bunlar dört temel üzerine oturmaktaydı. Birincisi, imansızlık. İkincisi, ırkçılık. Üçüncüsü, müstehcenlik. Dördüncüsü ise istibdattı. İslâm bunları yasakladı ve buna geri dönüşü irtica olarak gördü. Din insanlığın kıyamete kadar her ihtiyacına cevap vermektedir. Dinin bu husustaki hükümlerini beğenmeyerek zamanla değiştirmeye çalışmak ve yerine yeni hükümler koymaya bid’at denilmiştir.
Kur’ân inanç ve ibadet hususunda dini tamamladı. Yüce Allah “Bugün dininizi tamamladım” buyurdu. Din tamamlandıktan sonra dine herhangi bir hususu ilave etmek de, dinden çıkarmak da bid’attır. İnanç ve ibadetle ilgili olmayan hususlar bid’at kavramına girmezler. Onlar insanlığın ihtiyaçları ve gelişimi ile paralel olan teknolojik gelişmelerdir. Bunların dinin ibadet ve inançları ile ilgisi yoktur. Dinin ibadet ve inancına yardım edecek şekilde kullanılması güzeldir. Ezanın daha uzağa ulaşmasını sağlayan minare ve hoparlör gibi vasıtalara bid’attır denemez. Hac ibadetini kolaylaştıran araba ve uçak için bid’attır denemez. Bunlar Allah’ın emrine uymayı kolaylaştıran vasıtalardır.
Bid’at daha önce mevcut olmayan, sonradan ortaya çıkan inanç ve amel anlamına gelen bir kelimedir. İslâm fıkhında ise Hz. Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyen, bir benzeri olmayan ve İslâm’dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibâdet kabûl edilen görüş, inanç ve ameller ile sünnete aykırı davranışlara denilmektedir.
Kimi âlimlere göre bid’at, Hz. Peygamberden (asm) sonra meydana gelen her şeydir. Bu tarifi yapan âlimler kelimeye sözlük anlamından daha geniş bir anlam yüklemişler ve bu sebeple de sonradan çıkan amel ve inançları iyi ve kötü olmak üzere ayırmak mecburiyetinde kalmışlardır. Buna göre Kur’ân ve Sünnet’e muhâlif olmayan şeylere bid’at-i hasene; muhâlif olanlara ise, bid’at-i seyyie ismini vermişlerdir.1
Diğer âlimlere göre ise “Hz. Peygamberden sonra ortaya çıkan, din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olan her şeye bid’at denir.”2 Bu âlimlere göre önceki gruptakilerin “bid’at-i hasene” kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid’at değildir. Onlara bid’at ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur’ân ve Sünnet’te dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz.
Bid’alar, nassların yanlış yorumlanması ve sünnetin terk edilmesi ile ortaya çıkmıştır. Sünnet terk edilerek yerine bir başka âdet koymak ve onun ile amel etmek bid’attır.3 Yine Allah’ın farz kıldığı ibadetlerin yerine yenilerini koymak, haram kıldığı hususları yeni adetler ile meşrû hale getirmek haram olan bidatlardır. Burada farzı terk ettirmek ve haramı başka isimler altında yaygın hale getirmek söz konusudur. Böylece bid’alar İslâm’ın hükümlerini ortadan kaldırarak yerlerine yeni âdetler koymuş olur. Bunun için Peygamberimiz (asm) “Bütün bidatlar dalâlettir. Bütün dalâlet yollarının sonu cehennemdir” buyurmuşlardır.
İmam-ı Rabbanî (ra) Mektubat isimli eserinin 186. Mektubunda bid’ayı “bid’at-ı hasene” ve “bid’at-ı seyyie” olarak ikiye ayırır ve şöyle der: “Sünneti ortadan kaldıran ve sünnetin yerine geçen âdetlere ‘bid’at-ı seyyie’ denir.” Peygamberimizin (asm) dinde ortaya çıkarılan yeni âdetlerden sakınmamız gerektiği konusundaki hadislerine yer verir. Söz konusu hadislerde Peygamberimiz (asm): “Sözlerin en iyisi, Allah’ın kitabıdır. Yolların en iyisi, Muhammed’in (asm) gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bidatlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır. Allah’tan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itaat ediniz! Ben öldükten sonra gelecek olanlar çok ayrılıklar göreceklerdir. O zaman, benim ve halifelerimin yoluna sarılınız! Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız! Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid’atdir. Bid’atlerin hepsi dalâletdir, doğru yoldan ayrılmaktır” buyurdular. İmam-ı Rabbanî’nin naklettiği bu hadise göre de bid’at sünneti ortadan kaldıran âdetlerdir. Sünnetin uygulamasını sağlıyor ve sünnete güç veriyorsa ona bid’at denemez.
İmam-ı Rabbanî, kıyas ve içtihadın bid’at olmadığını ifade eder. Çünkü bunlar her ne kadar Peygamberimiz (asm) zamanında yoksa da, sonradan dinin uygulanması ve anlaşılması için lâzım ve şart olduğunu belirtir. Yüce Allah’ın “Ey akıl sahipleri, iyi anlayın!” âyetinin kıyası ve içtihadı emrettiğini söyler.
Huzeyfe b. el-Yaman’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: “Allah bid’at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, yardımını, şahadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm’dan çıkar”4 buyrulmaktadır. Buradaki bid’atlar ise inançta ve itikatta olan bid’alardır ki bunlar İslâm inançları yerine geçmiş ve inananları da yoldan çıkarmıştır. İnançta ortaya çıkan bir zaaf ve yanlış kanaat insanı dininden uzaklaştırır. Bu husus, Abdullah b. Abbâs’dan (ra) rivayet edilen bir hadisle şöyle ifadesini bulur: “Allah, bid’at sahibinin amelini, bid’atından vazgeçinceye kadar kabul etmez.”5 Ezanı aslı dışında okumak ve ibadeti ibadet dili dışında yapmak ve İslâm ahkâmının geçerliliğini kaybettiğine inanmak bu gibi bid’alardır. Yine Peygamberimizi (asm) sadece vahyi tebliğ eden bir elçi gibi görerek sünnetine değer vermemek ve ibadeti sünnetine aykırı şekilde yerine getirmeye çalışmak da bu nevî bid’alara girer. Kadınların baş açık namaz kılmalarına cevaz vermek gibi.
Bir zamanlar Kur’ân-ı Kerîm’i bir Mushaf içerisinde toplamak, hadisleri derleyip toplayarak kitap haline getirmek, camilerin yanında minare yapmak gibi hususlara da bid’at denerek karşı çıkıldığı olmuştur. Bu işler her ne kadar Hz. Peygamber’den (asm) sonra olmuş iseler de, bunlar bid’at kapsamına girmeyen güzel şeylerdir, İslâma aykırı olmadığı gibi bunlar İslâm’ın korunmasına yardımcı olan en önemli hususlardır.
Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimizin (asm) “Bütün bid’atlar dalâlettir ve bütün dalâlet yolları cehennemde son bulur”6 hadisine açıklık getirir. Bu hadisin, “Bu gün dininizi tamamladım ve din olarak İslâmdan razı oldum”7 âyetini izah ettiğini ifade eder. “Kavâid-i Şeriat-ı Garra ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra yeni icatlar ile o düsturları beğenmemek veyahut–hâşâ ve kellâ—nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir”8 der. Bid’anın, Şeriatın kanunları ve sünnetin prensiplerinin yerine konulan yenilikler olduğundan bahseder. Bu durumda Allah’ın emrini ve peygamberin sünnetini kaldırarak, onların yerine konulan âdetler ve prensiplerin bid’a olduğu anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman, Lem’alar isimli eserinde sünnetin çeşitli mertebelerini sayar. Sünnetin bir kısmının vâcip olduğunu, bunun asla terk edilemeyeceğini ifade eder. Bunların muhkemât olduğunu ve asla değiştirilemeyeceğini belirtir.10 Bunlar ibadetlerin vaciplerini oluşturduğu bir gerçektir. Kurban kesmek vaciptir ve asla terk edilemez. Peygamberimizin (asm) uygulamaları dışında kurban ve diğer ibadetler yorumlanamaz ve bunun yerine bir başka şekil konulamaz. Yani hiç kimse “Kurbandan maksat et yemektir. Ben beş kilo et alır ve fakirlere veririm. Veya parasını dağıtırım” diyemez.
Sünnetin diğer kısmı ise nevâfil nevindendir. Bu da iki kısımdır. Birincisi ibadete tâbi olan ve ibadetlerin sünnetlerini oluşturan kısmıdır. Bediüzzaman’a göre “Bunların tağyiri bid’attır.”11 İbadet ile ilgili olan sünnetin yerine konulan ve sünneti ortadan kaldıran tüm âdetler bid’at sayılır. Sünnetin yapılmasına imkân tanıyan ve kolaylaştıran teknolojik âletler ve imkânlar sünneti ortadan kaldırmadığı için bid’a kavramına girmez.
Sünnetin adab kısmıyla amel eden ise Peygamberimizin (asm) nurundan feyiz alır ve âdetini ibadete çevirir. “Onlara muhalefete bid’a denilmez”12 diyor Bediüzzaman. Yalnız o feyizden ve o sevaptan istifade edemez.
Sünnetin içinde en önemlisi ise “Şeâir-i İslâmiye” denilen, İman ve Müslümanlık alâmeti olan âdetler vardır ki bunları değiştirmek tamamen bid’at kavramına dâhildir.13 Ezanı ibadet diliyle değil de ibadet olmaktan çıkaran tercüme dili ile okumak, “Selâmün Aleyküm” şeklindeki selâmı, Kur’ânî ve İslâmî olmaktan çıkaran, onun yerine konulmak maksadıyla söylenen “Günaydın”, “Tünaydın” gibi tâbirler tamamen bid’at kavramına dâhildir. Burada selâmı ibadet ve sünnet şeklinden çıkaran bir durum söz konusudur. Namazda sarık sarmak bu nevî bir Şeâir-i İslâmiye olduğu için bunun yerine konmaya çalışılan ve secdeye mani olan şapka da bid’a kavramına dâhildir.
Bediüzzaman Fatiha Sûresinde geçen ve daima Allah’tan istediğimiz “istikametli yolun”, “enbiyâ, sıddıkîn, şühedâ, evliyâ ve sâlihîn”in yolu olduğunu belirtir. Kurtuluşun ancak bu yola girmekle olduğunu ifade eden Bediüzzaman, hangi maslahat için olursa olsun bu yoldan ayrılmayı netice veren bu yolun köşe taşları hükmünde olan “Şeair-i İslâmiye”yi değiştirmeye çalışmanın tamamen bid’at olduğunu söyler. “Her bid’at dalâlettir” hadisinin bu hususu kesinlikle kastettiğini ifade eder.14
Bu bağlamda Bediüzzaman “Medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı şeref tanıdığı bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinat telâkki ettiği selef-i sâlihînin cadde-i nuraniyelerini terk etmeyi” bid’a olarak değerlendirir.15 Yine Bediüzzaman ehl-i bid’a olarak “Şeâir-i İslâmiye”yi tahrip etmeye ve değiştirmeye çalışanları kasteder. Onlara fetva veren âlimleri de “Ulemaü’s-sû’” olarak vasıflandırır.16
Tahribatçı ehl-i bid’ayı iki kısma ayıran Bediüzzaman bunlardan birincisini “din namına ve İslâmiyet’e sadakat namına dini milliyetle aşılayıp kuvvetlendirmek için” yeni icatlar peşinde koşanlar, diğerini ise millet namına “Milleti İslâmiyetle aşılıyoruz” diye yeni icatlar peşinde koşanlar olarak değerlendirir.17
Bediüzzaman ayrıca böyle “Bid’aların yaygın olduğu zamanda Sünnet-i Seniyeye ve hakikat-i Kur’âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehit sevabını kazanabilir” hadisini de nakleder.18
SONUÇ
Bid’at, Kur’ân-ı Kerim’in nâzil olup bitmesi ve İslâm dininin tamamlanmasından sonra bunu yeterli görmeyerek yeni hükümler ile dine bir şeyler ilave etmek, bir şeyler çıkarmak ve dini değiştirmek demektir. Allah’ın emir ve yasaklarını beğenmeyerek yeni âdetler ile Allah’ın hükmünü kaldırmaya çalışmak, Peygamberimizin (asm) sünnetini beğenmeyerek sünnetin yerine yeni âdetler koyarak değiştirmek bid’attır. Bu da dinin inanç ve ibadet ile ilgili hususlarını kapsar. İnançta bozuk itikatlar ve düşünceler, ibadette ise bu nevî yeni âdetler bid’at sayılır.
Allah’ın emirlerini yapmayı kolaylaştıran, Peygamberin sünnetini güçlendiren ve dinin hükümlerinin pratikte uygulanmasına yardım eden yenilikler bid’at sayılmazlar.
Bu bağlamda, Resûlullah’a salât-ü selâm getirmek Allah’ın emridir. Bunun için dinî törenler yapmak ve mevlit okutmak, yemek yedirmek ve komşuları akrabaları bir araya getirerek sevgi ve muhabbet iklimleri oluşturmak ve bunu Allah’ı ve Resûlullah’ı (asm) anarak yapmak Allah’ın emrini yerine getirmeye çalışmak sayılır, bid’at sayılmaz. Bunu bid’at olarak görüp engel olmak aslında Allah’ın emri ve Resûlullah’ın sünnetini yerine getirmeyi ve Müslümanlar arasında sevgi ve muhabbet oluşturmayı engellemek anlamına gelir.
Vefat edenleri hayırla anmak ve onlara duâ etmek sünnette vardır. Bunun için mevlid okutup, kırkıncı, elli ikinci geceleri tertip etmek ve bunu Peygamberimizin (asm) emri doğrultusunda Kur’ân okuyarak ve duâ ederek yapmak ne güzel bir âdettir. Böylece İslâm ikliminin yaygınlaşması ve ibadet için Müslümanların bir araya gelmesi sağlanmış olur.
Allah için sadaka vermek, zekât ve fitre dağıtmak Allah’ın emri gereğidir. Ölünün ibadet borcunun affını Allah’tan umarak, orucun fidyesine kıyasen devir yapmak dinin bir emrini, Peygamberin (asm) bir sünnetini ortadan kaldırmıyor, bilâkis hayata tatbikini sağlıyor. Buna bid’at diye engel olmak yanlıştır. Müslümanlar bu vesile ile bir araya gelerek Kur’ân okumakta ve peygambere salât-u selâm getirmekte ve Allah’a duâ etmektedirler. Buna bid’at diyerek engel olmaya çalışmak doğru değildir. Bilâkis bu gibi adetleri çoğaltarak Kur’ân’ın okunması, peygamberin anılması ve duâ edilmesi için imkânlar sağlanması gerekir. Ne gariptir ki camilerde müezzinin kametten önce cemaatten yeni gelenlerin sünnetlerini kılmalarına imkân sağlayan ve biraz sonra farzın başlayacağını bildiren üç ihlâs-ı şerifi açıktan okuyarak Fatiha ile bitirmesine bid’at diye karşı çıkılmaktadır. Peygamberimizin (asm) sık sık okunmasını tavsiye ettiği, Kur’ân’ın Tevhid hakikatini en güzel şekilde belirleyen ve bunun için Kur’ân’ın üçte birine denk olan bir zikri ifa eden bu okumanın ne derece mü’minlere faydalı olduğu açıktır. Karşı çıkanlar ‘Kur’ân’ı dinlemek gerekir, cemaatin bir kısmı namaz kılıyor’ diyebilirler. Hâlbuki bu husus farzın ve sünnetin kifaye kısmındandır. Bir kısım Müslümanlar dinlemiş olsalar diğerleri ibadetle meşgul olduğu için dinlemeyebilirler. Ama hiç kimse dinlemezse herkes günahkâr olur. Camide ise elbette dinleyen büyük bir cemaat vardır ve namaz kılan sonradan gelen birkaç kişidir. İhlâsların okunması onların da sevabı çok olan ilk tekbire imam ile yetişmelerini sağlaması açısından da önemlidir.
Dipnotlar
1- Tahânevî, Keşşâfu İstilahâti’l-Funûn, (İstanbul 1984) 2: 133
2- Hayreddin Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, (İstanbul 1982) 2: 248
3- Ahmet bin Hambel, Mişakâtu’l-Mesabih, 1:66
4- İbn Mâce, Mukaddime, 7:49
5- İbn Mâce, Mukaddime, 7:50
6- Müslim, Cuma, 43; Ebu Davud, Sünnet,5; İbn-i Mace, Mukaddime, 16, 23
7- Maide, 5:3 8- Lem’alar, (2001-İstanbul) s.105
10- Lem’alar, 105
11- Age, 105
12- Age, 105
13- Age, 105
14- Mektubat, (2001-İstanbul) s. 384–385
15- Mektubat, 402
16- Mektubat, 420
17- Mektubat, 424 18- Lem’alar, 229; Cem’u’l-Fevaid, 1:29; Münziri, Terğib ve Terhib, 1:41
M. Ali Kaya
Bediüzzaman Said Nursî
İslâm öncesi “Cahiliye” âdetleri vardı ve bunlar dört temel üzerine oturmaktaydı. Birincisi, imansızlık. İkincisi, ırkçılık. Üçüncüsü, müstehcenlik. Dördüncüsü ise istibdattı. İslâm bunları yasakladı ve buna geri dönüşü irtica olarak gördü. Din insanlığın kıyamete kadar her ihtiyacına cevap vermektedir. Dinin bu husustaki hükümlerini beğenmeyerek zamanla değiştirmeye çalışmak ve yerine yeni hükümler koymaya bid’at denilmiştir.
Kur’ân inanç ve ibadet hususunda dini tamamladı. Yüce Allah “Bugün dininizi tamamladım” buyurdu. Din tamamlandıktan sonra dine herhangi bir hususu ilave etmek de, dinden çıkarmak da bid’attır. İnanç ve ibadetle ilgili olmayan hususlar bid’at kavramına girmezler. Onlar insanlığın ihtiyaçları ve gelişimi ile paralel olan teknolojik gelişmelerdir. Bunların dinin ibadet ve inançları ile ilgisi yoktur. Dinin ibadet ve inancına yardım edecek şekilde kullanılması güzeldir. Ezanın daha uzağa ulaşmasını sağlayan minare ve hoparlör gibi vasıtalara bid’attır denemez. Hac ibadetini kolaylaştıran araba ve uçak için bid’attır denemez. Bunlar Allah’ın emrine uymayı kolaylaştıran vasıtalardır.
Bid’at daha önce mevcut olmayan, sonradan ortaya çıkan inanç ve amel anlamına gelen bir kelimedir. İslâm fıkhında ise Hz. Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyen, bir benzeri olmayan ve İslâm’dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibâdet kabûl edilen görüş, inanç ve ameller ile sünnete aykırı davranışlara denilmektedir.
Kimi âlimlere göre bid’at, Hz. Peygamberden (asm) sonra meydana gelen her şeydir. Bu tarifi yapan âlimler kelimeye sözlük anlamından daha geniş bir anlam yüklemişler ve bu sebeple de sonradan çıkan amel ve inançları iyi ve kötü olmak üzere ayırmak mecburiyetinde kalmışlardır. Buna göre Kur’ân ve Sünnet’e muhâlif olmayan şeylere bid’at-i hasene; muhâlif olanlara ise, bid’at-i seyyie ismini vermişlerdir.1
Diğer âlimlere göre ise “Hz. Peygamberden sonra ortaya çıkan, din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olan her şeye bid’at denir.”2 Bu âlimlere göre önceki gruptakilerin “bid’at-i hasene” kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid’at değildir. Onlara bid’at ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur’ân ve Sünnet’te dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz.
Bid’alar, nassların yanlış yorumlanması ve sünnetin terk edilmesi ile ortaya çıkmıştır. Sünnet terk edilerek yerine bir başka âdet koymak ve onun ile amel etmek bid’attır.3 Yine Allah’ın farz kıldığı ibadetlerin yerine yenilerini koymak, haram kıldığı hususları yeni adetler ile meşrû hale getirmek haram olan bidatlardır. Burada farzı terk ettirmek ve haramı başka isimler altında yaygın hale getirmek söz konusudur. Böylece bid’alar İslâm’ın hükümlerini ortadan kaldırarak yerlerine yeni âdetler koymuş olur. Bunun için Peygamberimiz (asm) “Bütün bidatlar dalâlettir. Bütün dalâlet yollarının sonu cehennemdir” buyurmuşlardır.
İmam-ı Rabbanî (ra) Mektubat isimli eserinin 186. Mektubunda bid’ayı “bid’at-ı hasene” ve “bid’at-ı seyyie” olarak ikiye ayırır ve şöyle der: “Sünneti ortadan kaldıran ve sünnetin yerine geçen âdetlere ‘bid’at-ı seyyie’ denir.” Peygamberimizin (asm) dinde ortaya çıkarılan yeni âdetlerden sakınmamız gerektiği konusundaki hadislerine yer verir. Söz konusu hadislerde Peygamberimiz (asm): “Sözlerin en iyisi, Allah’ın kitabıdır. Yolların en iyisi, Muhammed’in (asm) gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bidatlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır. Allah’tan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itaat ediniz! Ben öldükten sonra gelecek olanlar çok ayrılıklar göreceklerdir. O zaman, benim ve halifelerimin yoluna sarılınız! Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız! Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid’atdir. Bid’atlerin hepsi dalâletdir, doğru yoldan ayrılmaktır” buyurdular. İmam-ı Rabbanî’nin naklettiği bu hadise göre de bid’at sünneti ortadan kaldıran âdetlerdir. Sünnetin uygulamasını sağlıyor ve sünnete güç veriyorsa ona bid’at denemez.
İmam-ı Rabbanî, kıyas ve içtihadın bid’at olmadığını ifade eder. Çünkü bunlar her ne kadar Peygamberimiz (asm) zamanında yoksa da, sonradan dinin uygulanması ve anlaşılması için lâzım ve şart olduğunu belirtir. Yüce Allah’ın “Ey akıl sahipleri, iyi anlayın!” âyetinin kıyası ve içtihadı emrettiğini söyler.
Huzeyfe b. el-Yaman’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: “Allah bid’at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, yardımını, şahadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm’dan çıkar”4 buyrulmaktadır. Buradaki bid’atlar ise inançta ve itikatta olan bid’alardır ki bunlar İslâm inançları yerine geçmiş ve inananları da yoldan çıkarmıştır. İnançta ortaya çıkan bir zaaf ve yanlış kanaat insanı dininden uzaklaştırır. Bu husus, Abdullah b. Abbâs’dan (ra) rivayet edilen bir hadisle şöyle ifadesini bulur: “Allah, bid’at sahibinin amelini, bid’atından vazgeçinceye kadar kabul etmez.”5 Ezanı aslı dışında okumak ve ibadeti ibadet dili dışında yapmak ve İslâm ahkâmının geçerliliğini kaybettiğine inanmak bu gibi bid’alardır. Yine Peygamberimizi (asm) sadece vahyi tebliğ eden bir elçi gibi görerek sünnetine değer vermemek ve ibadeti sünnetine aykırı şekilde yerine getirmeye çalışmak da bu nevî bid’alara girer. Kadınların baş açık namaz kılmalarına cevaz vermek gibi.
Bir zamanlar Kur’ân-ı Kerîm’i bir Mushaf içerisinde toplamak, hadisleri derleyip toplayarak kitap haline getirmek, camilerin yanında minare yapmak gibi hususlara da bid’at denerek karşı çıkıldığı olmuştur. Bu işler her ne kadar Hz. Peygamber’den (asm) sonra olmuş iseler de, bunlar bid’at kapsamına girmeyen güzel şeylerdir, İslâma aykırı olmadığı gibi bunlar İslâm’ın korunmasına yardımcı olan en önemli hususlardır.
Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimizin (asm) “Bütün bid’atlar dalâlettir ve bütün dalâlet yolları cehennemde son bulur”6 hadisine açıklık getirir. Bu hadisin, “Bu gün dininizi tamamladım ve din olarak İslâmdan razı oldum”7 âyetini izah ettiğini ifade eder. “Kavâid-i Şeriat-ı Garra ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra yeni icatlar ile o düsturları beğenmemek veyahut–hâşâ ve kellâ—nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir”8 der. Bid’anın, Şeriatın kanunları ve sünnetin prensiplerinin yerine konulan yenilikler olduğundan bahseder. Bu durumda Allah’ın emrini ve peygamberin sünnetini kaldırarak, onların yerine konulan âdetler ve prensiplerin bid’a olduğu anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman, Lem’alar isimli eserinde sünnetin çeşitli mertebelerini sayar. Sünnetin bir kısmının vâcip olduğunu, bunun asla terk edilemeyeceğini ifade eder. Bunların muhkemât olduğunu ve asla değiştirilemeyeceğini belirtir.10 Bunlar ibadetlerin vaciplerini oluşturduğu bir gerçektir. Kurban kesmek vaciptir ve asla terk edilemez. Peygamberimizin (asm) uygulamaları dışında kurban ve diğer ibadetler yorumlanamaz ve bunun yerine bir başka şekil konulamaz. Yani hiç kimse “Kurbandan maksat et yemektir. Ben beş kilo et alır ve fakirlere veririm. Veya parasını dağıtırım” diyemez.
Sünnetin diğer kısmı ise nevâfil nevindendir. Bu da iki kısımdır. Birincisi ibadete tâbi olan ve ibadetlerin sünnetlerini oluşturan kısmıdır. Bediüzzaman’a göre “Bunların tağyiri bid’attır.”11 İbadet ile ilgili olan sünnetin yerine konulan ve sünneti ortadan kaldıran tüm âdetler bid’at sayılır. Sünnetin yapılmasına imkân tanıyan ve kolaylaştıran teknolojik âletler ve imkânlar sünneti ortadan kaldırmadığı için bid’a kavramına girmez.
Sünnetin adab kısmıyla amel eden ise Peygamberimizin (asm) nurundan feyiz alır ve âdetini ibadete çevirir. “Onlara muhalefete bid’a denilmez”12 diyor Bediüzzaman. Yalnız o feyizden ve o sevaptan istifade edemez.
Sünnetin içinde en önemlisi ise “Şeâir-i İslâmiye” denilen, İman ve Müslümanlık alâmeti olan âdetler vardır ki bunları değiştirmek tamamen bid’at kavramına dâhildir.13 Ezanı ibadet diliyle değil de ibadet olmaktan çıkaran tercüme dili ile okumak, “Selâmün Aleyküm” şeklindeki selâmı, Kur’ânî ve İslâmî olmaktan çıkaran, onun yerine konulmak maksadıyla söylenen “Günaydın”, “Tünaydın” gibi tâbirler tamamen bid’at kavramına dâhildir. Burada selâmı ibadet ve sünnet şeklinden çıkaran bir durum söz konusudur. Namazda sarık sarmak bu nevî bir Şeâir-i İslâmiye olduğu için bunun yerine konmaya çalışılan ve secdeye mani olan şapka da bid’a kavramına dâhildir.
Bediüzzaman Fatiha Sûresinde geçen ve daima Allah’tan istediğimiz “istikametli yolun”, “enbiyâ, sıddıkîn, şühedâ, evliyâ ve sâlihîn”in yolu olduğunu belirtir. Kurtuluşun ancak bu yola girmekle olduğunu ifade eden Bediüzzaman, hangi maslahat için olursa olsun bu yoldan ayrılmayı netice veren bu yolun köşe taşları hükmünde olan “Şeair-i İslâmiye”yi değiştirmeye çalışmanın tamamen bid’at olduğunu söyler. “Her bid’at dalâlettir” hadisinin bu hususu kesinlikle kastettiğini ifade eder.14
Bu bağlamda Bediüzzaman “Medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı şeref tanıdığı bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinat telâkki ettiği selef-i sâlihînin cadde-i nuraniyelerini terk etmeyi” bid’a olarak değerlendirir.15 Yine Bediüzzaman ehl-i bid’a olarak “Şeâir-i İslâmiye”yi tahrip etmeye ve değiştirmeye çalışanları kasteder. Onlara fetva veren âlimleri de “Ulemaü’s-sû’” olarak vasıflandırır.16
Tahribatçı ehl-i bid’ayı iki kısma ayıran Bediüzzaman bunlardan birincisini “din namına ve İslâmiyet’e sadakat namına dini milliyetle aşılayıp kuvvetlendirmek için” yeni icatlar peşinde koşanlar, diğerini ise millet namına “Milleti İslâmiyetle aşılıyoruz” diye yeni icatlar peşinde koşanlar olarak değerlendirir.17
Bediüzzaman ayrıca böyle “Bid’aların yaygın olduğu zamanda Sünnet-i Seniyeye ve hakikat-i Kur’âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehit sevabını kazanabilir” hadisini de nakleder.18
SONUÇ
Bid’at, Kur’ân-ı Kerim’in nâzil olup bitmesi ve İslâm dininin tamamlanmasından sonra bunu yeterli görmeyerek yeni hükümler ile dine bir şeyler ilave etmek, bir şeyler çıkarmak ve dini değiştirmek demektir. Allah’ın emir ve yasaklarını beğenmeyerek yeni âdetler ile Allah’ın hükmünü kaldırmaya çalışmak, Peygamberimizin (asm) sünnetini beğenmeyerek sünnetin yerine yeni âdetler koyarak değiştirmek bid’attır. Bu da dinin inanç ve ibadet ile ilgili hususlarını kapsar. İnançta bozuk itikatlar ve düşünceler, ibadette ise bu nevî yeni âdetler bid’at sayılır.
Allah’ın emirlerini yapmayı kolaylaştıran, Peygamberin sünnetini güçlendiren ve dinin hükümlerinin pratikte uygulanmasına yardım eden yenilikler bid’at sayılmazlar.
Bu bağlamda, Resûlullah’a salât-ü selâm getirmek Allah’ın emridir. Bunun için dinî törenler yapmak ve mevlit okutmak, yemek yedirmek ve komşuları akrabaları bir araya getirerek sevgi ve muhabbet iklimleri oluşturmak ve bunu Allah’ı ve Resûlullah’ı (asm) anarak yapmak Allah’ın emrini yerine getirmeye çalışmak sayılır, bid’at sayılmaz. Bunu bid’at olarak görüp engel olmak aslında Allah’ın emri ve Resûlullah’ın sünnetini yerine getirmeyi ve Müslümanlar arasında sevgi ve muhabbet oluşturmayı engellemek anlamına gelir.
Vefat edenleri hayırla anmak ve onlara duâ etmek sünnette vardır. Bunun için mevlid okutup, kırkıncı, elli ikinci geceleri tertip etmek ve bunu Peygamberimizin (asm) emri doğrultusunda Kur’ân okuyarak ve duâ ederek yapmak ne güzel bir âdettir. Böylece İslâm ikliminin yaygınlaşması ve ibadet için Müslümanların bir araya gelmesi sağlanmış olur.
Allah için sadaka vermek, zekât ve fitre dağıtmak Allah’ın emri gereğidir. Ölünün ibadet borcunun affını Allah’tan umarak, orucun fidyesine kıyasen devir yapmak dinin bir emrini, Peygamberin (asm) bir sünnetini ortadan kaldırmıyor, bilâkis hayata tatbikini sağlıyor. Buna bid’at diye engel olmak yanlıştır. Müslümanlar bu vesile ile bir araya gelerek Kur’ân okumakta ve peygambere salât-u selâm getirmekte ve Allah’a duâ etmektedirler. Buna bid’at diyerek engel olmaya çalışmak doğru değildir. Bilâkis bu gibi adetleri çoğaltarak Kur’ân’ın okunması, peygamberin anılması ve duâ edilmesi için imkânlar sağlanması gerekir. Ne gariptir ki camilerde müezzinin kametten önce cemaatten yeni gelenlerin sünnetlerini kılmalarına imkân sağlayan ve biraz sonra farzın başlayacağını bildiren üç ihlâs-ı şerifi açıktan okuyarak Fatiha ile bitirmesine bid’at diye karşı çıkılmaktadır. Peygamberimizin (asm) sık sık okunmasını tavsiye ettiği, Kur’ân’ın Tevhid hakikatini en güzel şekilde belirleyen ve bunun için Kur’ân’ın üçte birine denk olan bir zikri ifa eden bu okumanın ne derece mü’minlere faydalı olduğu açıktır. Karşı çıkanlar ‘Kur’ân’ı dinlemek gerekir, cemaatin bir kısmı namaz kılıyor’ diyebilirler. Hâlbuki bu husus farzın ve sünnetin kifaye kısmındandır. Bir kısım Müslümanlar dinlemiş olsalar diğerleri ibadetle meşgul olduğu için dinlemeyebilirler. Ama hiç kimse dinlemezse herkes günahkâr olur. Camide ise elbette dinleyen büyük bir cemaat vardır ve namaz kılan sonradan gelen birkaç kişidir. İhlâsların okunması onların da sevabı çok olan ilk tekbire imam ile yetişmelerini sağlaması açısından da önemlidir.
Dipnotlar
1- Tahânevî, Keşşâfu İstilahâti’l-Funûn, (İstanbul 1984) 2: 133
2- Hayreddin Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, (İstanbul 1982) 2: 248
3- Ahmet bin Hambel, Mişakâtu’l-Mesabih, 1:66
4- İbn Mâce, Mukaddime, 7:49
5- İbn Mâce, Mukaddime, 7:50
6- Müslim, Cuma, 43; Ebu Davud, Sünnet,5; İbn-i Mace, Mukaddime, 16, 23
7- Maide, 5:3 8- Lem’alar, (2001-İstanbul) s.105
10- Lem’alar, 105
11- Age, 105
12- Age, 105
13- Age, 105
14- Mektubat, (2001-İstanbul) s. 384–385
15- Mektubat, 402
16- Mektubat, 420
17- Mektubat, 424 18- Lem’alar, 229; Cem’u’l-Fevaid, 1:29; Münziri, Terğib ve Terhib, 1:41
M. Ali Kaya