Bir faydaya binaen yalanın caiz olduğu söylenilmektedir. Öyle midir?

Ahmet.1

Well-known member
Bir maslahata binaen kizbin caiz olduğu söylenilmektedir. Öyle midir?
Maslahat: Fayda, yarar.
Binaen: Dayanarak, dayalı olarak.
Kizb: Yalan, yalancılık, aldatıcılık.


Cevab:
Evet, kat'î ve zarurî bir maslahat için bir mesağ-ı şer'î vardır. Fakat hakikata bakılırsa, maslahat dedikleri şey bâtıl bir özürdür. Zira usûl-i şeriatta takarrur ettiği vechile, mazbut ve miktarı muayyen olmayan bir şey, hükümlere illet ve medar olamaz. Çünki mikdarı bir hadd altına alınmadığından sû'-i istimale uğrar. Maahâza bir şeyin zararı menfaatına galebe ederse, o şey mensuh ve gayr-ı muteber olur. Maslahat, o şeyi terketmekte olur. Evet âlemde görünen bu kadar inkılablar ve karışıklıklar, zararın özür telakki edilen maslahata galebe etmesine bir şahiddir. Fakat kinaye veya ta'riz suretiyle yani gayr-ı sarih bir kelime ile söylenilen yalan, kizbden sayılmaz.

Kat'î: Kesin.
Zarurî: Zorunlu.
Mesağ-ı şer'î: İslâm dininin izni.
Hakikat: Gerçek.
Bâtıl: Asılsız, yanlış ve yalan, gerçek dışı.
Usûl-i şeriat: İslâm dininin temel kuralları.
Takarrur: Kararlaşma, yerleşme, değişmeyecek şekilde kararlı duruma gelme.
Mazbut: Belli, belirtilmiş, belirlenmiş.
Muayyen: Kesin olarak belli olan. Kararlaştırılmış.
Hüküm: Karar, emir, yargı.
İllet: Temel sebep.
Sû'-i istimal: Kötüye kullanma, yanlış yerde kullanma.
Maahâza: Bununla beraber.
Galebe: Üstün gelme, yenme.
Mensuh: Geçerliliği kaldırılmış.
Gayr-ı muteber: İtibarsız, değersiz, beğenilmeyen.
İnkılab: Kökten değişiklik, başka hale geçme.
Telakki: Kabul etmek, karşılamak.
Kinaye: Gerçeği örtülü ve dolaylı yolla anlatma.
Ta'riz: Dokunaklı konuşma, üstü kapalı şekilde yapılan sitem.
Gayr-ı sarih: Açık olmayan, kapalı.


Hülâsa:
Yol ikidir: Ya sükût etmektir. Çünki söylenilen her sözün doğru olması lâzımdır. Veya sıdktır. Çünki İslâmiyetin esası, sıdktır. İmanın hâssası, sıdktır. Bütün kemalâta îsal edici, sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı, sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâm'ın nizamı, sıdktır. Nev'-i beşeri kâ'be-i kemalâta îsal eden, sıdktır. Ashab-ı Kiram'ı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran, sıdktır.

Hülâsa: Özet.
Sükût: Sessiz, suskun, susma.
Sıdk: Doğruluk, doğru olma.
Hâssa: Özellik.
Kemalât: Kemaller, mükemmellikler, olgunluklar, üstünlükler.
îsal: Ulaştırma, kavuşturma.
Ahlâk-ı âliye: Yüksek ahlâk, yüce ve üstün ahlâk.
Terakkiyat: İlerlemeler, yükselmeler.
Mihver: Eksen, merkez.
Nizam: Düzen. *Düzenleyici kanun.
Nev'-i beşer: İnsan türü, insanlar.
Kâ'be-i kemalât: Üstün özellikler ve her türlü olgunlukların merkezi.
Tefevvuk: Üstünlük, üstün gelme.
Muhammed-i Hâşimî: Arap milletinin Kureyş kabilesinin Haşim oğullarından olan Hz.Muhammed(asm).
Meratib-i beşeriye: İnsana ait mertebeler, insanla ilgili dereceler.


Said Nursi
 
Üst