Risalelerde Hz. Ali Efendimize (ra) izafe edin Celcelutiye adlı dua metni, aşağıda yer alan iddialarla mesnetsiz gösterilmeye çalışılıyor. Bu iddiaların doğruluk payı var mıdır? Eser hakkında bilgi verir misiniz?
İtiraz Edilen Kısım:
“İKİNCİSİ: Hazret-i Ali Radıyallahü Anh’ın en meşhur kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile te'lif edilmiş ve böyle de matbaalarda basılmış.” (Şualar, Birinci Şua, Yirmi Dördüncü Ayet -İzahtan Evvel Mühim Bir İhtar-, s.712)
İddia:
Said Nursî, Hz. Ali (r.a.)’ye isnat ettiği bu kasidenin ne isnadını ne de kaynağını vermiştir.
Rafızîler, Şiîler ve bilgilerini bunlardan alan kimseler, ehlibeytten aldıklarını iddia ettikleri ya dinî ilimlerle ya da tabiî ilimlerle ilgili birtakım sırlara ve hakikatlere muttalî olduklarını iddia ederler. Onlar böyle bir iddiayı, gizlenmesinin öğütlenmesi ve hakikati bilinemeyen bu sırlara iman edilmesi gerekli birtakım hususlardan dolayı ileri sürmektedirler. Hâlbuki, iddialarının tamamı uydurulmuş bir yalan ve atılmış bir iftiradır.
Ulema, Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye ve ehlibeyte özel mahiyette bir ilim verildiği yolunda Hz. Ali’ye ve ehlibeyte nisbet edilerek nakledilen rivayetlerin asılsız olduğunu göstermiştir. Sözü edilen özel ilimler cefr, bitâhe, cedvel ve benzeri şeylerle Bâtınî Karmatîlerin Şiadan aldıkları diğer birtakım hususlardır. Hiç şüphe yok ki, başka bir kimseye nisbet edilmeyen pek çok yalan ve asılsız rivayet Hz. Ali’ye ve ehlibeyte nisbet edilmiştir.
Peki, vahiy olduğu iddia edilen bu "Celcelutiye kasidesi" nerededir? Kur'an’da olmadığına göre, hangi hadis koleksiyonunda yer almaktadır?
İbn Teymiye, Minhacu’s-Sünne’de Rafızî’ye şöyle der:
Ey Rafızî! Hz. Ali’nin gaybtan haber verdiğini iddia ediyorsun. Bu doğrudur, aslında gaybtan haber verme işi, Hz. Ali’nin derecesine ve imamete varamayan birçok salih kişilerden de meydana gelmiştir. Ebu Hureyre ve Huzeyfe bunları dile getiriyorlardı. Ebu Hureyre bu gibi haberleri Resulullah’a isnat ederken, Huzeyfe onları bazen Resulullah’a isnat eder bazen de etmezdi. Hz. Ali’nin gaybtan verdiği haberler bazen Resulullah’tan işittikleri haberlerdi. Bazıları da Hz. Ali’nin kendi kalbine doğan keşiflerden ibarettir. Nitekim, Hz. Ömer’in de buna benzer kalbî keşiflerine dayanarak verdiği haberler vardır. Ahmed b. Hanbel’in ez-Zühd, Ebu Nuaym’ın el-Hılye ve İbn Ebu’d-Dünya’nın Kerâmâtu’l-Evliya gibi eserleri ashap, tâbiîn ve onlardan sonra gelen salih zatlardan zuhur etmiş ve Hz. Ali’nin haberlerine benzeyen birçok haberlerle doludur. Hz. Ali’den rivayet ettiğin haberlerin sıhhatini de teslim etmiyoruz. Hz. Ali’nin istikbalde vuku bulacak her hadiseyi bilmediğini ispat eden hadiselerin bir kısmı da, onun hilâfeti zamanında vuku bulan harpler ve o harplerde zannettiği gibi çıkmayan sonuçlardır. Hz. Ali, bu kadar insanın ölümünden sonra gayenin tahakkuk etmeyeceğini daha önce bilmiş olsaydı, asla muharebe etmezdi. Çünkü, muharebe etmediği zaman daha üstün ve daha güçlü idi. Eğer hüküm vermek için tayin ettiği hakemlerin verecekleri kararı bilseydi, onları tayin etmezdi. Kendisinden sonra vuku bulacak olayları haber verdiğine dair olan haberler nerede kaldı?... Rafızîler bir yandan Hz. Ali hakkında bazı şeyler iddia ederlerken, öte yandan da zıddı olanlarını kendileri ortaya atmaktadırlar. Onun hakkında aşırı giderek masum olduğunu, ona unutkanlık arız olmadığını ve gaybı bildiğini iddia ediyorlar.
Hz. Ali, şahadeti ile bitecek olayların bile sonuçlarını kestirememişken, kendisinden yüzyıllar sonra gelecek bir adamdan ve onun risalelerinden haber verecek... Üstelik, onca sıkıntısının arasında oturacak ebced ve cifir hesapları yaparak, kelimelerin Süryanîcesini de göz önüne alıp şifreli-gizli bir şekilde kaside yazacak... Şüphesiz ki, bunlar mümkün değildir. Bu iddialar, Hz. Ali (r.a.)’ye atılmış birer iftiradır.
İtiraz Edilen Kısım:
“İKİNCİSİ: Hazret-i Ali Radıyallahü Anh’ın en meşhur kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile te'lif edilmiş ve böyle de matbaalarda basılmış.” (Şualar, Birinci Şua, Yirmi Dördüncü Ayet -İzahtan Evvel Mühim Bir İhtar-, s.712)
İddia:
Said Nursî, Hz. Ali (r.a.)’ye isnat ettiği bu kasidenin ne isnadını ne de kaynağını vermiştir.
Rafızîler, Şiîler ve bilgilerini bunlardan alan kimseler, ehlibeytten aldıklarını iddia ettikleri ya dinî ilimlerle ya da tabiî ilimlerle ilgili birtakım sırlara ve hakikatlere muttalî olduklarını iddia ederler. Onlar böyle bir iddiayı, gizlenmesinin öğütlenmesi ve hakikati bilinemeyen bu sırlara iman edilmesi gerekli birtakım hususlardan dolayı ileri sürmektedirler. Hâlbuki, iddialarının tamamı uydurulmuş bir yalan ve atılmış bir iftiradır.
İddiaya Cevap:
Vahhabî damarı kabaran itirazcının “saman altından su yürütmeye” çalışmakta ve kaynaklarda yer alan “Allah’ın Kitabı’nda bulunandan başka yanınızda vahiyden bir şey var mıdır?...” (Buhari, cihad, 171) sorusuna karşı Hz. Ali (ra)’in “Hayır, yoktur. Taneyi toprak içinde yaran ve insanı yaratan Allah’a yemin ederim ki, benim bildiğim şey, ancak Allah’ın Kur'an’daki hükümleri anlama hususunda insana ihsan etmekte olduğu anlama kabiliyetidir. Bir de şu sahifede yazılı olan hükümlerdir.” anlamındaki meşhur sözlerini onun herhangi bir sırra vakıf olmadığına delil getirmeye yeltenmektedir.
Rafizilerin, Hz. Ali (ra)’in halife olması için var olduğunu iddia ettikleri vasiyet meselesini, onun ilm-i esrara dair bilgileriyle de bitiştirmek suretiyle, “vasiyet doğru olmadığı gibi, onun sırlı ilimleri bilmesi de doğru olmadığı” vehmini yaymak istemektedir. “Hz. Ali’nin özel olarak bazı ilimlere ait sırlara ve vasiyete sahip olduğu iddiasında bulunmaya…” şeklindeki ifadeler bunu göstermektedir. Halbuki, Peygamberimizin (a.s.m) bütün insanlara tebliğ etmekle görevlendirildiği vahiyden bazı şeyleri Hz. Ali ve ehlibeytine gizli ve özel olarak aktarmasını düşünmek, Kur’an’ın açık ayetlerine de terstir. Ancak, peygamberimizin münafıklarla ilgili Hz. Huzeyfe’ye özel bilgiler/sırlar öğrettiği bütün ümmetçe kabul gören bir husustur. Bunun gibi, bazı özel sırları, “ilmin kapısı” olan Hz. Ali’ye, ileride Kur’an’ı yanlış tevil edenlerle yapacağı mücadeleyi ve benzeri gaybî ilimleri öğrettiği gibi, Celcelutiye’de ve Ercuze’de yer alan bazı sırları ona bildirmesinde hangi dinî sakınca vardır! Kaldı ki bu iki kasidede yer alan bazı sırların, zaman içerisinde nasıl meydana çıktığını Bediüzzaman Hazretleri çok güzel bir şekilde açıklayıp ortaya koymuştur.
- Yüzlerce ilim adamının eserleri, şairlerin divanı ve kasideleri -hiçbir senede dayanmandan-bize kadar gelmiş ve belli zatlara aidiyetleri kabul edilmiştir. Hz. Ali (ra)’e ait olduğu kabul edilen bazı kasidelerin -hadisler gibi senetleri yoktur- diye ona nispetini uydurma saymak, hangi hakkaniyet ölçüsüne dayanmaktadır!
- Celcelutiye’nin vahiy kaynaklı olması meselsi ise, bizzat bu kasidenin vahiy geldiği anlamında değildir. Bilakis, Hz. Peygamber (a.s.m)’in -zımnî vahiy olarak bilinen hadislerde olduğu gibi- bir yoldan öğrendiği bilgileri Hz. Ali (ra)’e bildirmiş, o da o sırları kasidesinde dillendirerek ilgili fitneler zamanında, ilgili şahıslara bir mesaj olarak aktarmıştır. Sekine için de aynı şeyler söz konusudur.
İddia: Vahhabî damarı kabaran itirazcının “saman altından su yürütmeye” çalışmakta ve kaynaklarda yer alan “Allah’ın Kitabı’nda bulunandan başka yanınızda vahiyden bir şey var mıdır?...” (Buhari, cihad, 171) sorusuna karşı Hz. Ali (ra)’in “Hayır, yoktur. Taneyi toprak içinde yaran ve insanı yaratan Allah’a yemin ederim ki, benim bildiğim şey, ancak Allah’ın Kur'an’daki hükümleri anlama hususunda insana ihsan etmekte olduğu anlama kabiliyetidir. Bir de şu sahifede yazılı olan hükümlerdir.” anlamındaki meşhur sözlerini onun herhangi bir sırra vakıf olmadığına delil getirmeye yeltenmektedir.
Rafizilerin, Hz. Ali (ra)’in halife olması için var olduğunu iddia ettikleri vasiyet meselesini, onun ilm-i esrara dair bilgileriyle de bitiştirmek suretiyle, “vasiyet doğru olmadığı gibi, onun sırlı ilimleri bilmesi de doğru olmadığı” vehmini yaymak istemektedir. “Hz. Ali’nin özel olarak bazı ilimlere ait sırlara ve vasiyete sahip olduğu iddiasında bulunmaya…” şeklindeki ifadeler bunu göstermektedir. Halbuki, Peygamberimizin (a.s.m) bütün insanlara tebliğ etmekle görevlendirildiği vahiyden bazı şeyleri Hz. Ali ve ehlibeytine gizli ve özel olarak aktarmasını düşünmek, Kur’an’ın açık ayetlerine de terstir. Ancak, peygamberimizin münafıklarla ilgili Hz. Huzeyfe’ye özel bilgiler/sırlar öğrettiği bütün ümmetçe kabul gören bir husustur. Bunun gibi, bazı özel sırları, “ilmin kapısı” olan Hz. Ali’ye, ileride Kur’an’ı yanlış tevil edenlerle yapacağı mücadeleyi ve benzeri gaybî ilimleri öğrettiği gibi, Celcelutiye’de ve Ercuze’de yer alan bazı sırları ona bildirmesinde hangi dinî sakınca vardır! Kaldı ki bu iki kasidede yer alan bazı sırların, zaman içerisinde nasıl meydana çıktığını Bediüzzaman Hazretleri çok güzel bir şekilde açıklayıp ortaya koymuştur.
- Yüzlerce ilim adamının eserleri, şairlerin divanı ve kasideleri -hiçbir senede dayanmandan-bize kadar gelmiş ve belli zatlara aidiyetleri kabul edilmiştir. Hz. Ali (ra)’e ait olduğu kabul edilen bazı kasidelerin -hadisler gibi senetleri yoktur- diye ona nispetini uydurma saymak, hangi hakkaniyet ölçüsüne dayanmaktadır!
- Celcelutiye’nin vahiy kaynaklı olması meselsi ise, bizzat bu kasidenin vahiy geldiği anlamında değildir. Bilakis, Hz. Peygamber (a.s.m)’in -zımnî vahiy olarak bilinen hadislerde olduğu gibi- bir yoldan öğrendiği bilgileri Hz. Ali (ra)’e bildirmiş, o da o sırları kasidesinde dillendirerek ilgili fitneler zamanında, ilgili şahıslara bir mesaj olarak aktarmıştır. Sekine için de aynı şeyler söz konusudur.
Ulema, Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye ve ehlibeyte özel mahiyette bir ilim verildiği yolunda Hz. Ali’ye ve ehlibeyte nisbet edilerek nakledilen rivayetlerin asılsız olduğunu göstermiştir. Sözü edilen özel ilimler cefr, bitâhe, cedvel ve benzeri şeylerle Bâtınî Karmatîlerin Şiadan aldıkları diğer birtakım hususlardır. Hiç şüphe yok ki, başka bir kimseye nisbet edilmeyen pek çok yalan ve asılsız rivayet Hz. Ali’ye ve ehlibeyte nisbet edilmiştir.
İddiaya Cevap:
Rafizilerin uydurduğu hadislerin varolduğu hususu, şüphesiz ki doğrudur. Ancak ortada bir doğru daha vardır ki o da şudur: Sünniler içerisinde de yüzlerce uydurma hadis söz konusu olmuştur. Bazı Sünnilerin yalancı olmalarından ötürü, bütün Sünni rivayetleri uydurma olarak yaftalamak ne kadar insaf ve izandan uzak ise, bazı Rafizilerin yalancı olduklarını bahane ederek, bütün Şii kaynaklı rivayetleri uydurma saymak da o kadar insaf ve izan ölçüsüne aykırıdır.
- Özellikle bütün Şiaları yalancı saymak, ne akla ne de vicdana sığar. Özellikle de Şii kaynaklı olduğunu bahane ederek, ehlibeyt yoluyla gelen her bilgiye kuşkuyla bakmak, gerçekten büyük haksızlıktır. Bazılarına göre, bu tavrın oluşmasında zamanın hâkim unsuru olan ve Hz. Ali (ra)’e karşı aşırı düşmanlık besleyen Emevîlik ve Haricilik zihniyeti çok etkili olmuştur. İmam-ı Azam’a, İmam-ı Şafii’ye -ehlibeyte olan muhabbetlerinden dolayı- Şiilik damgasını vurarak, onlara eziyet eden “Haricî” bir zihniyetin suç dosyası tarihen tescil edilmiştir
- Bu kasidelerin doğru olmadığına dair şahitliği dipnotta kaydedilen İbn Temiye’nin Şialara karşı ifratçı tutumu, onun ehlibeyt aleyhindeki şahitliğinin makbul olmadığının belgesidir. Şialarla arası iyi olmayan İbn Teymiye’nin ehlisünnet alimleri tarafından ağır bir şekilde eleştirildiği kaynaklarla sabittir. Örneğin, İbn Hacer gibi büyük fâkih ve muhaddis onu çok ağır bir şekilde tezyif etmiştir. Biz şahsen ona yapılan saldırıları ağır bulduğumuz gibi, onun da başkalarına yaptığı saldırılarını haksız ve ağır buluyoruz. Müthiş zekâlı bir alim olmasına rağmen, kitaplarından anlaşıldığı kadarıyla maneviyattan, velayetten fazla nasiplenmemesini onun -dolaylı da olsa- ehlibeyte ve ehl-i velayete karşı gösterdiği olumsuz tavrından ileri geldiği kanaatini taşıyoruz.
Kaldı ki bu kasidelerdeki gerçekler tarih tarafından tasdik edilmiştir; bunlar nasıl olur da hurafe olabilir?
Nitekim, Hz. Ali (ra) tarafından meşhur Ercuze kasidesinde “Dokuz karn sonra (o günün ıstılahında, karn 60 yıldır), şark kavimleri, Arab üzerine hücum edecek, galebe edip hayvan gibi Arab’ı kesecek. Bunlar, öyle müthiş fitneler, musibetler ki, en karanlık geceden daha ziyade karanlık olacak.”
- Bu kasidede Abbasî devletinin başına gelen yıkım felaketine “tarih vererek” işaret ettiği gibi, yine ebced hesabıyla “1348/1928” tarihinde İslam harflerinin kaldırılıp yerine Latin harflerinin konulacağına -sarahate yakın bir tarzda- işaret etmiştir.(bk. Şeyh Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Memuatü’l-ahazab/şazelî cildi, s. 590). İşte Hz. Ali (ra) kendisinden yaklaşık 500 sene sonra meydana gelen Cengiz-Hülagu fitnesinden bahsettiği gibi, on üç asır sonra meydana gelen Kur’an harflerinin kaldırılacağına dair gaybî haber vermiştir.(Bu konu için bk. Sikke-i Tasdik-i gaybî. On Sekizinci. Lem’a).
İddia:Rafizilerin uydurduğu hadislerin varolduğu hususu, şüphesiz ki doğrudur. Ancak ortada bir doğru daha vardır ki o da şudur: Sünniler içerisinde de yüzlerce uydurma hadis söz konusu olmuştur. Bazı Sünnilerin yalancı olmalarından ötürü, bütün Sünni rivayetleri uydurma olarak yaftalamak ne kadar insaf ve izandan uzak ise, bazı Rafizilerin yalancı olduklarını bahane ederek, bütün Şii kaynaklı rivayetleri uydurma saymak da o kadar insaf ve izan ölçüsüne aykırıdır.
- Özellikle bütün Şiaları yalancı saymak, ne akla ne de vicdana sığar. Özellikle de Şii kaynaklı olduğunu bahane ederek, ehlibeyt yoluyla gelen her bilgiye kuşkuyla bakmak, gerçekten büyük haksızlıktır. Bazılarına göre, bu tavrın oluşmasında zamanın hâkim unsuru olan ve Hz. Ali (ra)’e karşı aşırı düşmanlık besleyen Emevîlik ve Haricilik zihniyeti çok etkili olmuştur. İmam-ı Azam’a, İmam-ı Şafii’ye -ehlibeyte olan muhabbetlerinden dolayı- Şiilik damgasını vurarak, onlara eziyet eden “Haricî” bir zihniyetin suç dosyası tarihen tescil edilmiştir
- Bu kasidelerin doğru olmadığına dair şahitliği dipnotta kaydedilen İbn Temiye’nin Şialara karşı ifratçı tutumu, onun ehlibeyt aleyhindeki şahitliğinin makbul olmadığının belgesidir. Şialarla arası iyi olmayan İbn Teymiye’nin ehlisünnet alimleri tarafından ağır bir şekilde eleştirildiği kaynaklarla sabittir. Örneğin, İbn Hacer gibi büyük fâkih ve muhaddis onu çok ağır bir şekilde tezyif etmiştir. Biz şahsen ona yapılan saldırıları ağır bulduğumuz gibi, onun da başkalarına yaptığı saldırılarını haksız ve ağır buluyoruz. Müthiş zekâlı bir alim olmasına rağmen, kitaplarından anlaşıldığı kadarıyla maneviyattan, velayetten fazla nasiplenmemesini onun -dolaylı da olsa- ehlibeyte ve ehl-i velayete karşı gösterdiği olumsuz tavrından ileri geldiği kanaatini taşıyoruz.
Kaldı ki bu kasidelerdeki gerçekler tarih tarafından tasdik edilmiştir; bunlar nasıl olur da hurafe olabilir?
Nitekim, Hz. Ali (ra) tarafından meşhur Ercuze kasidesinde “Dokuz karn sonra (o günün ıstılahında, karn 60 yıldır), şark kavimleri, Arab üzerine hücum edecek, galebe edip hayvan gibi Arab’ı kesecek. Bunlar, öyle müthiş fitneler, musibetler ki, en karanlık geceden daha ziyade karanlık olacak.”
- Bu kasidede Abbasî devletinin başına gelen yıkım felaketine “tarih vererek” işaret ettiği gibi, yine ebced hesabıyla “1348/1928” tarihinde İslam harflerinin kaldırılıp yerine Latin harflerinin konulacağına -sarahate yakın bir tarzda- işaret etmiştir.(bk. Şeyh Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî, Memuatü’l-ahazab/şazelî cildi, s. 590). İşte Hz. Ali (ra) kendisinden yaklaşık 500 sene sonra meydana gelen Cengiz-Hülagu fitnesinden bahsettiği gibi, on üç asır sonra meydana gelen Kur’an harflerinin kaldırılacağına dair gaybî haber vermiştir.(Bu konu için bk. Sikke-i Tasdik-i gaybî. On Sekizinci. Lem’a).
Peki, vahiy olduğu iddia edilen bu "Celcelutiye kasidesi" nerededir? Kur'an’da olmadığına göre, hangi hadis koleksiyonunda yer almaktadır?
İddiaya Cevap:
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Bediüzzaman Hazretleri, Celcelutiye’nin tamamı vahiydir, demiyor. İçinde barındırdığı esrarla ilgili bilgileri vahiy kaynaklıdır, diyor.
“Hem madem Celcelûtiyenin aslı vahy’dir ve esrarlıdır…” şeklindeki ifadesi bu konuda açıktır. Hz. Hüzeyfe (ra)’e bazı sırları veren Peygamberimiz (a.s.m)’in en yakınında bulunan ve sahabelerin en cesuru, en alimi ve en zahidi ve Kur’an’ın en yakın hamelesi durumunda bulunan ehlibeytin reisi olan Hz. Ali’ye, ümmetin başına gelecek olumsuz olayları ve o sırada -başta Hz. Ali olmak üzere- ümmetin imdadına koşanları haber vermesi ve bu yolla onları teşci etmesi, yol göstermesi risalet nota-i nazarında çok önemli olduğunu kavramak gerekir.
İddia:Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Bediüzzaman Hazretleri, Celcelutiye’nin tamamı vahiydir, demiyor. İçinde barındırdığı esrarla ilgili bilgileri vahiy kaynaklıdır, diyor.
“Hem madem Celcelûtiyenin aslı vahy’dir ve esrarlıdır…” şeklindeki ifadesi bu konuda açıktır. Hz. Hüzeyfe (ra)’e bazı sırları veren Peygamberimiz (a.s.m)’in en yakınında bulunan ve sahabelerin en cesuru, en alimi ve en zahidi ve Kur’an’ın en yakın hamelesi durumunda bulunan ehlibeytin reisi olan Hz. Ali’ye, ümmetin başına gelecek olumsuz olayları ve o sırada -başta Hz. Ali olmak üzere- ümmetin imdadına koşanları haber vermesi ve bu yolla onları teşci etmesi, yol göstermesi risalet nota-i nazarında çok önemli olduğunu kavramak gerekir.
İbn Teymiye, Minhacu’s-Sünne’de Rafızî’ye şöyle der:
Ey Rafızî! Hz. Ali’nin gaybtan haber verdiğini iddia ediyorsun. Bu doğrudur, aslında gaybtan haber verme işi, Hz. Ali’nin derecesine ve imamete varamayan birçok salih kişilerden de meydana gelmiştir. Ebu Hureyre ve Huzeyfe bunları dile getiriyorlardı. Ebu Hureyre bu gibi haberleri Resulullah’a isnat ederken, Huzeyfe onları bazen Resulullah’a isnat eder bazen de etmezdi. Hz. Ali’nin gaybtan verdiği haberler bazen Resulullah’tan işittikleri haberlerdi. Bazıları da Hz. Ali’nin kendi kalbine doğan keşiflerden ibarettir. Nitekim, Hz. Ömer’in de buna benzer kalbî keşiflerine dayanarak verdiği haberler vardır. Ahmed b. Hanbel’in ez-Zühd, Ebu Nuaym’ın el-Hılye ve İbn Ebu’d-Dünya’nın Kerâmâtu’l-Evliya gibi eserleri ashap, tâbiîn ve onlardan sonra gelen salih zatlardan zuhur etmiş ve Hz. Ali’nin haberlerine benzeyen birçok haberlerle doludur. Hz. Ali’den rivayet ettiğin haberlerin sıhhatini de teslim etmiyoruz. Hz. Ali’nin istikbalde vuku bulacak her hadiseyi bilmediğini ispat eden hadiselerin bir kısmı da, onun hilâfeti zamanında vuku bulan harpler ve o harplerde zannettiği gibi çıkmayan sonuçlardır. Hz. Ali, bu kadar insanın ölümünden sonra gayenin tahakkuk etmeyeceğini daha önce bilmiş olsaydı, asla muharebe etmezdi. Çünkü, muharebe etmediği zaman daha üstün ve daha güçlü idi. Eğer hüküm vermek için tayin ettiği hakemlerin verecekleri kararı bilseydi, onları tayin etmezdi. Kendisinden sonra vuku bulacak olayları haber verdiğine dair olan haberler nerede kaldı?... Rafızîler bir yandan Hz. Ali hakkında bazı şeyler iddia ederlerken, öte yandan da zıddı olanlarını kendileri ortaya atmaktadırlar. Onun hakkında aşırı giderek masum olduğunu, ona unutkanlık arız olmadığını ve gaybı bildiğini iddia ediyorlar.
İddiaya Cevap:
İbn Teymiye’nin bu ifadeleri, Bediüzzaman hakkında çok küstahça bir üslupla daha önce ikide bir “bu gayba taş atmaktır” şeklinde eleştirenlerin ne kadar samimiyetsiz, gayr-ı ciddi kendi kendini nasıl tekzip ettiğini anlamaktan âciz olduklarını göstermesi bakımından da önemlidir.
- Demek ki, gaybtan haber vermek sahabeler arasında adeta yaygın bir şekilde kendini gösteriyordu. “Aslında gaybtan haber verme işi, Hz. Ali (ra)’in derecesine ve imamete varamayan birçok salih kişilerden de meydana gelmiştir. Ebu Hureyre ve Huzeyfe bunları dile getiriyorlardı. Ebu Hureyre bu gibi haberleri Resulullah’a isnat ederken, Huzeyfe onları bazen Resulullah’a isnat eder bazen de etmezdi. Hz. Ali’nin gaybtan verdiği haberler bazen Resulullah’tan işittikleri haberlerdi. Bazıları da Hz. Ali’nin kendi kalbine doğan keşiflerden ibarettir. Nitekim, Hz. Ömer’in de buna benzer kalbî keşiflerine dayanarak verdiği haberler vardır. Ahmed b. Hanbel’in ez-Zühd, Ebu Nuaym’ın el-Hılye ve İbn Ebu’d-Dünya’nın Kerâmâtu’l-Evliya gibi eserleri ashap, tâbiîn ve onlardan sonra gelen salih zatlardan zuhur etmiş ve Hz. Ali’nin haberlerine benzeyen birçok haberlerle doludur.”
- Ama yine de İbn Teymeiye’nin Şia olan bir kimseye hitaben “Hz. Ali’den rivayet ettiğin haberlerin sıhhatini de teslim etmiyoruz” demesi çok manidardır.
- Diğer manidar bir durumda 20. dipnottaki bilgilerdir. Hz. Zeyd b. Sabit (ra)’in Süryanice öğrendiği konusu Hz. Ali’nin Süryanice bilmediğine delil gibi gösterilmiştir. Halbuki, Zeyd b. Sabitin Süryanice öğrendiğini söylemesi, Yahudilerle ilgili yazışmadan dolayıdır. Eğer öyle bir şey olmasaydı, kuvvetli bir ihtimalle bunu da öğrenemeyecektir. Kim bilir, Hz. Ali, Hz. İbn Abbas gibi daha bir çok sahabî, komşuları olan Yahudilerden bu dili öğrenmişlerdir.
Hz. Ali (ra)’in bazı konuları önceden bilmemesi, başka hiçbir konuyu bilmediğine delil getirmek için, gerçekten normal cehalet yetmez. Daha biraz önce gaybî haberler veren bazı sahabiler arasında Hz. Ali’yi de bunlar söylemişlerdi. Şimdi hangisine inanacağız?
- Doğrusu şudur ki, Hz. Ali (ra), yıllar önce, Nâkisler (hilafet biatini zedeleyenler), Kasitler (haksız olan bağiler) ve Marikler (dinden çıkanlar)la savaşacağını Hz. Peygamberden öğrenmişti.(bk. Hakim, 3/139; Taberanî, el-Kebir,8/420). Bu savaşlar sırasıyla; Cemel’de Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr ile, Sıffîn’de Muaviye ile ve Hervara, Nehrevan’da Haricîlerle yapılan savaşlardır. Bu konuda daha bir çok rivayet vardır, uzatmaya gerek yoktur.
İddia:İbn Teymiye’nin bu ifadeleri, Bediüzzaman hakkında çok küstahça bir üslupla daha önce ikide bir “bu gayba taş atmaktır” şeklinde eleştirenlerin ne kadar samimiyetsiz, gayr-ı ciddi kendi kendini nasıl tekzip ettiğini anlamaktan âciz olduklarını göstermesi bakımından da önemlidir.
- Demek ki, gaybtan haber vermek sahabeler arasında adeta yaygın bir şekilde kendini gösteriyordu. “Aslında gaybtan haber verme işi, Hz. Ali (ra)’in derecesine ve imamete varamayan birçok salih kişilerden de meydana gelmiştir. Ebu Hureyre ve Huzeyfe bunları dile getiriyorlardı. Ebu Hureyre bu gibi haberleri Resulullah’a isnat ederken, Huzeyfe onları bazen Resulullah’a isnat eder bazen de etmezdi. Hz. Ali’nin gaybtan verdiği haberler bazen Resulullah’tan işittikleri haberlerdi. Bazıları da Hz. Ali’nin kendi kalbine doğan keşiflerden ibarettir. Nitekim, Hz. Ömer’in de buna benzer kalbî keşiflerine dayanarak verdiği haberler vardır. Ahmed b. Hanbel’in ez-Zühd, Ebu Nuaym’ın el-Hılye ve İbn Ebu’d-Dünya’nın Kerâmâtu’l-Evliya gibi eserleri ashap, tâbiîn ve onlardan sonra gelen salih zatlardan zuhur etmiş ve Hz. Ali’nin haberlerine benzeyen birçok haberlerle doludur.”
- Ama yine de İbn Teymeiye’nin Şia olan bir kimseye hitaben “Hz. Ali’den rivayet ettiğin haberlerin sıhhatini de teslim etmiyoruz” demesi çok manidardır.
- Diğer manidar bir durumda 20. dipnottaki bilgilerdir. Hz. Zeyd b. Sabit (ra)’in Süryanice öğrendiği konusu Hz. Ali’nin Süryanice bilmediğine delil gibi gösterilmiştir. Halbuki, Zeyd b. Sabitin Süryanice öğrendiğini söylemesi, Yahudilerle ilgili yazışmadan dolayıdır. Eğer öyle bir şey olmasaydı, kuvvetli bir ihtimalle bunu da öğrenemeyecektir. Kim bilir, Hz. Ali, Hz. İbn Abbas gibi daha bir çok sahabî, komşuları olan Yahudilerden bu dili öğrenmişlerdir.
Hz. Ali (ra)’in bazı konuları önceden bilmemesi, başka hiçbir konuyu bilmediğine delil getirmek için, gerçekten normal cehalet yetmez. Daha biraz önce gaybî haberler veren bazı sahabiler arasında Hz. Ali’yi de bunlar söylemişlerdi. Şimdi hangisine inanacağız?
- Doğrusu şudur ki, Hz. Ali (ra), yıllar önce, Nâkisler (hilafet biatini zedeleyenler), Kasitler (haksız olan bağiler) ve Marikler (dinden çıkanlar)la savaşacağını Hz. Peygamberden öğrenmişti.(bk. Hakim, 3/139; Taberanî, el-Kebir,8/420). Bu savaşlar sırasıyla; Cemel’de Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr ile, Sıffîn’de Muaviye ile ve Hervara, Nehrevan’da Haricîlerle yapılan savaşlardır. Bu konuda daha bir çok rivayet vardır, uzatmaya gerek yoktur.
Hz. Ali, şahadeti ile bitecek olayların bile sonuçlarını kestirememişken, kendisinden yüzyıllar sonra gelecek bir adamdan ve onun risalelerinden haber verecek... Üstelik, onca sıkıntısının arasında oturacak ebced ve cifir hesapları yaparak, kelimelerin Süryanîcesini de göz önüne alıp şifreli-gizli bir şekilde kaside yazacak... Şüphesiz ki, bunlar mümkün değildir. Bu iddialar, Hz. Ali (r.a.)’ye atılmış birer iftiradır.
İddiaya Cevap:
Hz. Ali’nin girdiği savaşları, kim tarafından öldürüleceğini bildiğine dair kaynaklarda bir çok rivayet vardır. Şayet bunları bilmiş olsa bile, başka olayları bilmeyeceğini göstermez. Mevlana’nın “Hz. Yakub (as)’ın yanındaki Kuyuda olduğu zaman oğlunu bilmemesi, daha sonra iki aylık bir mesafeden (Mısırdan) onun kokusunu alması” konularını anlatırken belirttiği velayet ve kerametin şu ölçüsü bilinmezse böyle yanlışlara düşmek kaçınılmaz olur. Ölçüyü şöyle dile getirmiş Mevlana: “Bizim halimiz şimşeklerin durumuna benzer, bazen öyle paralarız ki, her taraf aydınlık ve biz de her tarafı temaşa ederiz. Fakat bazen de öyle sönük bir halimiz olur ki, şimşeğin sönmesinden meydana gelen karanlık gibi ayağımızın dibini bile göremiyoruz.” Yani, keşif ve kerametler -mucize gibi- sadece Allah’ın birer filidir, ancak onun bildirmesiyle bilinebilir. Allah bildirdiği zaman biliriz, bildirmediği zaman bilemeyiz. Bu kural Hz. Ali (ra) için de geçerlidir.
Daha önce bizzat itirazcı tarafından -kabul edildiği üzere- Hz. Ömer (ra), İbn Abbas (ra), ebced hesabıyla ilgilenen bir kimseyi azarladığına dair bilgiler vardır. Taberî, tabiinlerden olan Ebulo’laliye ve Rebi b. Enes’den ebced hesabını kabul eden kimseler olarak zikreder ve kendisi de onlara katıldığını vurgular.(bk. Taberî, Bakara Suresinin ilk ayetinin tefsiri)
- Böyle eskiden beri İslam aleminde çok iyi bilinen ebced hesabını, kabalacılardan öğrenildiğini iddia etmek için hakikaten normal bir cahillikle izah edilecek şey değildir. Olsa olsa, önyargının bağladığı basiretlerinden yoksan olmuş, ne dediğini bilemeyecek hale gelmiş mecnunların işi olabilir.
Hz. Ali’nin girdiği savaşları, kim tarafından öldürüleceğini bildiğine dair kaynaklarda bir çok rivayet vardır. Şayet bunları bilmiş olsa bile, başka olayları bilmeyeceğini göstermez. Mevlana’nın “Hz. Yakub (as)’ın yanındaki Kuyuda olduğu zaman oğlunu bilmemesi, daha sonra iki aylık bir mesafeden (Mısırdan) onun kokusunu alması” konularını anlatırken belirttiği velayet ve kerametin şu ölçüsü bilinmezse böyle yanlışlara düşmek kaçınılmaz olur. Ölçüyü şöyle dile getirmiş Mevlana: “Bizim halimiz şimşeklerin durumuna benzer, bazen öyle paralarız ki, her taraf aydınlık ve biz de her tarafı temaşa ederiz. Fakat bazen de öyle sönük bir halimiz olur ki, şimşeğin sönmesinden meydana gelen karanlık gibi ayağımızın dibini bile göremiyoruz.” Yani, keşif ve kerametler -mucize gibi- sadece Allah’ın birer filidir, ancak onun bildirmesiyle bilinebilir. Allah bildirdiği zaman biliriz, bildirmediği zaman bilemeyiz. Bu kural Hz. Ali (ra) için de geçerlidir.
Daha önce bizzat itirazcı tarafından -kabul edildiği üzere- Hz. Ömer (ra), İbn Abbas (ra), ebced hesabıyla ilgilenen bir kimseyi azarladığına dair bilgiler vardır. Taberî, tabiinlerden olan Ebulo’laliye ve Rebi b. Enes’den ebced hesabını kabul eden kimseler olarak zikreder ve kendisi de onlara katıldığını vurgular.(bk. Taberî, Bakara Suresinin ilk ayetinin tefsiri)
- Böyle eskiden beri İslam aleminde çok iyi bilinen ebced hesabını, kabalacılardan öğrenildiğini iddia etmek için hakikaten normal bir cahillikle izah edilecek şey değildir. Olsa olsa, önyargının bağladığı basiretlerinden yoksan olmuş, ne dediğini bilemeyecek hale gelmiş mecnunların işi olabilir.
Niyazi BEKİ (Yrd. Doç. Dr.)