Cennet'i müjde veriyor.

Ahmet.1

Well-known member
ﻭَ ﻫُﻮَ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻗَﺪِﻳﺮٌ Yani: O Vâhid'dir, Ehad'dir, her şey'e kadirdir. Hiçbir şey ona ağır gelmez. Bir baharı halketmek bir çiçek kadar ona kolaydır. Cennet'i halk etmek, bir bahar kadar ona rahattır. Her günde, her senede, her asırda, yeniden yeniye icad ettiği hadsiz masnuatı, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şehadet ederler. İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder. Der ki:
Vâhid: Bir, tek, biricik. Eşi, benzeri, kısımları ve parçası bulunmayan.
Ehad: Tek, bir.
Halketmek: Yaratmak.
Hadsiz: Sınırsız, sayısız.
Masnuat: Sanatlı eserler, sanatlı yaratılmış varlıklar.
Nihayetsiz: Sonsuz.
Kudret: Güç.


Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşu boşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelal'in va'dine iman ve itimad et. Ona va'dinde hulfetmek muhaldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine, acz müdahale edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cennet'i dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana va'd etmiş. Ve va'dettiği için, elbette seni onun içine alacak.
Ubudiyet: Kulluk, Allah'ın(cc) emir ve yasaklarına uymak.
Dâr-ı mükâfat: Mükafatlandırma yeri, ödüllendirme yeri.
Mahall-i saadet: Mutluluk yeri.
İhzar: Hazırlama, hazır etme, huzura(yanına) getirme.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Bâki: Sonsuz, ölümsüz olan.
İtimad: Güvenmek.
Hulf: Sözünde durmamak, sözünden cayma.
Muhal: İmkansız.
Noksaniyet: Noksanlık, eksiklik.
Acz: Güçsüzlük, kuvvetsizlik.
Va'd: Söz verme.


Madem bilmüşahede görüyoruz: Her senede, yer yüzünde, hayvanat ve nebatatın üçyüzbinden ziyade enva'larını ve milletlerini, kemal-i intizam ve mizan ile, kemal-i sür'at ve sühuletle haşr edip, neşreder. Elbette böyle bir Kadîr-i Zülcelal, va'dini yerine getirmeye muktedirdir. Hem madem her senede, öyle bir Kadîr-i Mutlak, haşrin ve Cennet'in nümunelerini binler tarzda icad ediyor. Hem madem bütün semavî fermanları ile saadet-i ebediyeyi va'd edip, Cennet'i müjde veriyor. Hem madem bütün icraatı ve şuunatı hak ve hakikattır ve sıdk ve ciddiyetledir. Hem madem âsârının şehadetiyle, bütün kemalât, onun nihayetsiz kemaline delalet ve şehadet eder. Ve hiçbir cihette naks ve kusur onda yoktur. Hem madem hulf-ül va'd ve hilaf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks u kusurdur. Elbette ve elbette o Kadîr-i Zülcelal, o Hakîm-i Zülkemal, o Rahîm-i Zülcemal va'dini yerine getirecek; saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan Cennet'e sizleri ey ehl-i iman idhal edecektir.
Bilmüşahede: Gözle görüldüğü gibi, gözönünde olarak.
Hayvanat: Hayvanlar.
Nebatat: Bitkiler.
Ziyade: Fazla, çok.
Enva': Türler, çeşitler.
Kemal-i intizam: Tam düzgünlük, mükemmel kusursuz düzgünlük.
Mizan: Ölçü, tartı, terazi, denge.
Kemal-i sür'at: Tam (son) sürat, tam hız, mükemmel bir çabukluk.
Sühulet: Kolaylık.
Haşr: Yeniden diriliş.
Kadîr-i Zülcelal: Sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi ve her şeye kudreti(gücü) yeten Allah(cc).
Muktedir: İşi gücü yeten.
Semavî: Semaya ait, gökle ilgili. *Allah katına ait.
Ferman: Buyruk, emir, yazılı emir.
Saadet-i ebediye: Bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Hakikat: Gerçek.
Sıdk: Doğruluk, doğru olma.
Kemalât: Mükemmellikler, olgunluklar, üstünlükler.
Kemal: Mükemmellik, kusursuzluk, olgunluk, eksiksiz olma, üstün sıfat.
Delalet: Delil olma, yol gösterme.
Naks: Eksiklik, noksan, kusur.
Hulf-ül va'd: Sözünden dönmek, sözünden caymak, sözünde durmamak.
Hilaf: Aykırı, zıt, karşıt, ters.
Kizb: Yalan, yalancılık, aldatıcılık.
Haslet: Ahlak, huy.
Hakîm-i Zülkemal: Kusursuz üstün sıfatların sahibi olan ve herşeyi gayelerle ve faydalarla düzenleyen Allah(cc).
Rahîm-i Zülcemal: Sonsuz güzellikler sahibi çok acıyıcı ve şefkatli olan Allah(cc).
Vatan-ı aslî: Bir insanın doğup büyüdüğü , başka yere gitmek istemediği yerdir. Asıl vatan.
Ehl-i iman: iman edenler, inananlar.
İdhal: Dahil etme, içine alma.


Said Nursi
 
Üst