pendüender
Well-known member
Refik Halit, Soyadı Kanunu vesilesiyle kaleme aldığı bir yazıda, çocuklara Lâtif, Nezih, Melih yahut Fatin, Fasih, Gazanfer gibi isimler konulduğunu, çok zaman bu isimlerin o çocuklara uymadığını, mesela Latif Efendi diye karşınıza bir goril kırmasının, Melih Bey diye bir kuzgun azmanının, Nezih Bey di*ye bir meşe yarmasının çıktığını söyler ve “Düşününüz bir kafasızı ki adı Fatin, bir kekeç ki Fasih Bey, bir sıska ürkek ki Gazanfer...” diye devam eder.
Refik Halit, bunları Sırmasaç, Açıkgöz, Kulağıdelik, Soysal, Uysal gibi soyadları alarak sahip olmadıkları meziyetlere bedavadan konmak isteyenlerle alay etmek için yazmıştır. Cemal Nadir’in hoş bir karikatüründe de bu tuhaflığa işaret edilir: Kapkara bir adam, soyadı Akışık; karısından dayak yiyen bir adam, soyadı Kazak vb... “Ak”lı, “soy”lu, “er”li, “öz”lü mözlü soyadları... Sanki “Kendinize bir soyadı bulun denmemiş, övünün!” denilmiştir.
Aslında çocuklara Lâtif, Nezih, Melih gibi isimlerin verilmesi, “ismiyle müsemma” olmalarını istemek anlamına geliyordu. Eskiler, ismin şahsiyeti etkileyeceğine de inanır, bu sebeple çocuklarına utanmadan taşıyabilecekleri güzel, anlamlı isimler verirlerdi. Bir baba oğluna Galip ismini vermişse çok başarılı olmasını istiyor, Mesut adımı vermişse hep mesut yaşamasını arzuluyor demekti. Bazı insanlar, Refik Halit’in dediği gibi, isimlerindeki temennilere ve anlamlara tamamen zıt kişilikler haline gelebilir; ama böyle bir ihtimal var diye çocuklara anlamsız isimler vermek doğru mudur?
Bunları geçenlerde Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk’ün çocuklara isim verilirken nelere dikkat edilmesi gerektiği hususunda söyledikleri vesilesiyle yazıyorum. Aslında değerli müftünün çok önemli bir meseleye dikkat çektiği kanaatindeyim. Kur’an-ı Kerim’den -hangi mânâya geldiğini öğrenmeden- bazı kelimeler seçerek çocuklara isim olarak vermek son zamanların modalarından biri. Hiçbir anlam taşımayan uydurma isimlere de çok sık rastlanıyor. Hatta bazı anne babalar, kendi isimlerinden birer heceyi birleştirerek tuhaf isimler icat ediyor, bazan da özellikle kız çocuklarını ileride çok rahatsız olabilecekleri Okşan, Buse gibi isimler veriyorlar.
Sağlıklı toplumlarda isimler, yeni nesilleri hem kendi atalarına, hem de içinden geldikleri tarihe ve kültüre raptederek aidiyet duygusu kazanmalarını sağlar. Yani her ismin bir hikâyesi vardır. İsimlere bakarak ailenin ve toplumun tercihleri ve belli dönemlerdeki ideolojik yönelimleri hakkında isabetli hükümler verilebilir. Çocuğu hiçbir yere bağlamayan, bir aidiyet duygusu yaratmayan isimlerse sadece köksüzlüğe ve derin bir kültürsüzlüğe işaret etmektedir.
Devirlere göre sevilerek kullanılan isimler olmuştur. Namık Kemal, Ahmed Cevdet gibi ikili isimler, Tanzimat devrinin modasıydı. Daha sonra, Servet-i Fünûn şair ve romancılarının etkisiyle Suad, Bihter, Nijad, Şermin gibi isimler moda oldu. II. Meşrutiyet döneminde saf Türkçe isimlere doğru bir eğilim başladı ve bu meyil Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir çeşit “devrim”e dönüştü.
Cumhuriyet sonrası dikkatli bir şekilde incelenirse, Osmanlı damgasını taşıyan geçmişimizden kurtulma gayretinin isimlerine de yansıdığı görülecektir. Mete, Teoman, Atilla, Gültekin, Tekin, Alp, Olcay, Olcayto, Turgut, Korkut, Bozkurt gibi isimler, Türkçülüğün resmî ideolojide ağırlıklı olarak yer aldığı dönemden kalmadır. 1930’larda doğan ve isimleri öztürkçe olan şahısların yüzde yüze yakın kısmı, Cumhuriyet devrinin ilk bürokratlarının ve öğretmen, subay gibi devlet memurlarının çocuklarıdır. Asıl kitle, Ahmet, Mehmet, Süleyman, Abdullah gibi dededen kalma isimleri kullanmaya devam eder. Süleyman Demirel, köylü bir babanın; Turgut Özal, banka memuru Mehmet Sıddık Bey’le ilkokul öğretmeni Hafize Hanım’ın oğluydu.
1960’lardan sonra da, çeşitli gruplar, çocuklarına verdikleri isimlerde ideolojik tercihlerini yansıtmışlardır. Barış, Devrim, Deniz gibi isimler taşıyanların çoğu 1970’lerde doğanlardır. Bazı Müslüman gruplarda da, İslâm’ın ilk devirlerindeki isimlere dönüş dikkat çekicidir. Milliyetçi kesimlerde ise Türklüğü ve İslâm’ı temsil eden isimlerin bileşkesi rağbettedir: Alperen gibi. Tabii bu arada Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş gibi liderlerin, Nâzım Hikmet, Mehmet Âkif gibi sembol haline gelmiş şairlerin isimleri, farklı gruplar tarafından tercih edilen isimler arasındadır.
Kitle iletişim araçlarının yaygınlaştığı 1980 sonrası özel olarak araştırılmalıdır. Çocuklarına Melisa ve Sem gibi televizyon dizilerindeki kahramanların isimlerini bile verenler olmuştu. Bu konunun basında günlerce tartışıldığını hatırlıyorum. Bu yıllar, hiçbir kültürel yahut ideolojik muhteva taşımayan “uydurma” isimlerin yaygınlaştığı yıllar olmuştu.
Bir kültürde devamlılık varsa, isimlerde de devamlılık vardır. Bu bakımdan son yüz elli yıllık tarihimizdeki kırılmaların, devamsızlığın isimlere de yansıması kaçınılmazdı. Tanpınar’ın “Baba Kompleksi” dediği, kendi geçmişimizden nefret etme hastalığı yüzünden, çocuklarımıza babamızın ismini veya babamızı, yani geçmişimizi hatırlatacak isimleri vermekten kaçınıyoruz.
b.ayvazoglu@zaman.com.tr
11 Ekim 2012, Perşembe
Refik Halit, bunları Sırmasaç, Açıkgöz, Kulağıdelik, Soysal, Uysal gibi soyadları alarak sahip olmadıkları meziyetlere bedavadan konmak isteyenlerle alay etmek için yazmıştır. Cemal Nadir’in hoş bir karikatüründe de bu tuhaflığa işaret edilir: Kapkara bir adam, soyadı Akışık; karısından dayak yiyen bir adam, soyadı Kazak vb... “Ak”lı, “soy”lu, “er”li, “öz”lü mözlü soyadları... Sanki “Kendinize bir soyadı bulun denmemiş, övünün!” denilmiştir.
Aslında çocuklara Lâtif, Nezih, Melih gibi isimlerin verilmesi, “ismiyle müsemma” olmalarını istemek anlamına geliyordu. Eskiler, ismin şahsiyeti etkileyeceğine de inanır, bu sebeple çocuklarına utanmadan taşıyabilecekleri güzel, anlamlı isimler verirlerdi. Bir baba oğluna Galip ismini vermişse çok başarılı olmasını istiyor, Mesut adımı vermişse hep mesut yaşamasını arzuluyor demekti. Bazı insanlar, Refik Halit’in dediği gibi, isimlerindeki temennilere ve anlamlara tamamen zıt kişilikler haline gelebilir; ama böyle bir ihtimal var diye çocuklara anlamsız isimler vermek doğru mudur?
Bunları geçenlerde Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk’ün çocuklara isim verilirken nelere dikkat edilmesi gerektiği hususunda söyledikleri vesilesiyle yazıyorum. Aslında değerli müftünün çok önemli bir meseleye dikkat çektiği kanaatindeyim. Kur’an-ı Kerim’den -hangi mânâya geldiğini öğrenmeden- bazı kelimeler seçerek çocuklara isim olarak vermek son zamanların modalarından biri. Hiçbir anlam taşımayan uydurma isimlere de çok sık rastlanıyor. Hatta bazı anne babalar, kendi isimlerinden birer heceyi birleştirerek tuhaf isimler icat ediyor, bazan da özellikle kız çocuklarını ileride çok rahatsız olabilecekleri Okşan, Buse gibi isimler veriyorlar.
Sağlıklı toplumlarda isimler, yeni nesilleri hem kendi atalarına, hem de içinden geldikleri tarihe ve kültüre raptederek aidiyet duygusu kazanmalarını sağlar. Yani her ismin bir hikâyesi vardır. İsimlere bakarak ailenin ve toplumun tercihleri ve belli dönemlerdeki ideolojik yönelimleri hakkında isabetli hükümler verilebilir. Çocuğu hiçbir yere bağlamayan, bir aidiyet duygusu yaratmayan isimlerse sadece köksüzlüğe ve derin bir kültürsüzlüğe işaret etmektedir.
Devirlere göre sevilerek kullanılan isimler olmuştur. Namık Kemal, Ahmed Cevdet gibi ikili isimler, Tanzimat devrinin modasıydı. Daha sonra, Servet-i Fünûn şair ve romancılarının etkisiyle Suad, Bihter, Nijad, Şermin gibi isimler moda oldu. II. Meşrutiyet döneminde saf Türkçe isimlere doğru bir eğilim başladı ve bu meyil Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir çeşit “devrim”e dönüştü.
Cumhuriyet sonrası dikkatli bir şekilde incelenirse, Osmanlı damgasını taşıyan geçmişimizden kurtulma gayretinin isimlerine de yansıdığı görülecektir. Mete, Teoman, Atilla, Gültekin, Tekin, Alp, Olcay, Olcayto, Turgut, Korkut, Bozkurt gibi isimler, Türkçülüğün resmî ideolojide ağırlıklı olarak yer aldığı dönemden kalmadır. 1930’larda doğan ve isimleri öztürkçe olan şahısların yüzde yüze yakın kısmı, Cumhuriyet devrinin ilk bürokratlarının ve öğretmen, subay gibi devlet memurlarının çocuklarıdır. Asıl kitle, Ahmet, Mehmet, Süleyman, Abdullah gibi dededen kalma isimleri kullanmaya devam eder. Süleyman Demirel, köylü bir babanın; Turgut Özal, banka memuru Mehmet Sıddık Bey’le ilkokul öğretmeni Hafize Hanım’ın oğluydu.
1960’lardan sonra da, çeşitli gruplar, çocuklarına verdikleri isimlerde ideolojik tercihlerini yansıtmışlardır. Barış, Devrim, Deniz gibi isimler taşıyanların çoğu 1970’lerde doğanlardır. Bazı Müslüman gruplarda da, İslâm’ın ilk devirlerindeki isimlere dönüş dikkat çekicidir. Milliyetçi kesimlerde ise Türklüğü ve İslâm’ı temsil eden isimlerin bileşkesi rağbettedir: Alperen gibi. Tabii bu arada Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş gibi liderlerin, Nâzım Hikmet, Mehmet Âkif gibi sembol haline gelmiş şairlerin isimleri, farklı gruplar tarafından tercih edilen isimler arasındadır.
Kitle iletişim araçlarının yaygınlaştığı 1980 sonrası özel olarak araştırılmalıdır. Çocuklarına Melisa ve Sem gibi televizyon dizilerindeki kahramanların isimlerini bile verenler olmuştu. Bu konunun basında günlerce tartışıldığını hatırlıyorum. Bu yıllar, hiçbir kültürel yahut ideolojik muhteva taşımayan “uydurma” isimlerin yaygınlaştığı yıllar olmuştu.
Bir kültürde devamlılık varsa, isimlerde de devamlılık vardır. Bu bakımdan son yüz elli yıllık tarihimizdeki kırılmaların, devamsızlığın isimlere de yansıması kaçınılmazdı. Tanpınar’ın “Baba Kompleksi” dediği, kendi geçmişimizden nefret etme hastalığı yüzünden, çocuklarımıza babamızın ismini veya babamızı, yani geçmişimizi hatırlatacak isimleri vermekten kaçınıyoruz.
b.ayvazoglu@zaman.com.tr
11 Ekim 2012, Perşembe