Cevap: "Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile müri
Peder ile evlad, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıtaların ne olduğunu izah ve tespit edersek, mesele daha iyi anlaşılır.
Evlat babasına karşı haksız da olsa itiraz edemez, ona saygı ve hürmet ile mükelleftir. Babanın şeriatın emirleri dışında evladı üzerinde mutlak bir otoritesi vardır; evlat bu otoriteyi sarsamaz, sarssa isyan ve günaha girmiş olur. Yani evlat babasına karşı gelemez, onu tenkit edemez.
Tarikat geleneğinde ise, müridin şeyhine karşı tam bir teslimiyet içinde olması iktiza eder. Müridin şeyhini sorgulaması ve tenkit etmesi tarikatın adabına zıt bir durumdur. Hatta bu manayı güzel tarif eden şöyle bir darb-ı emsal vardır;
"Mürid şeyhinin önünde, mevtanın imamın önünde durduğu gibi olmalıdır." Yani mürit şeyhinde tam fena bulup ona tam teslimiyet etmelidir.
Kardeşin kardeşi ile münasebetinde ise bu mutlak itaat ve hürmet esası değil, eşit ama saygı ve sevgi esasına dayanan meşveret esası hakimdir. Yani bir Nur talebesi başka bir Nur talebesini babası ya da şeyhi gibi telakki edip ona mutlak bir itaat içine girmek ile mükellef değildir. Onu müspet anlamda sorgular ve tenkit edebilir. Bu meşveretin ana umdelerindendir.
Tabiri yerinde ise meşveret açısından rütbe ve mevki olarak Nur talebeleri bir tarağın eşit dişleri gibi olmalıdır. Hiçbir Nur talebesi diğerine baba ve şeyh edasını takınamaz, onlar üstünde mutlak bir otorite tesis edemez, bu kardeşlik ilkesine aykırı olur.
Üstad Hazretleri cemaat manasını deruhte eden iman hizmetimizde bu ilişkiler ve vasıtalar değil, kardeşlik ilişkileri ve vasıtaları hakimdir, diyerek kolektif iman hizmetinde bu iki tarzı benimsemiyor, onun yerine kardeşlik hukukunu ve ilkesini tesis ediyor.
Hizmet dairesi içinde bir şahsı Üstad veya şeyh gibi telakki etmenin ve ona öylece bağlanmanın çok riskli ve tehlikeli yönleri vardır. Bunlardan birkaç tanesini maddeler halinde takdim edelim.
Birinci olarak, böyle bir şahsa muhalif veya onun ayarında başka ağabeyler olursa, o zaman cemaatte kamplaşma ve ayrışma baş gösterir.
İkinci olarak, enaniyet ve benlik duyguları tahrik edilmiş olur.
Üçüncü olarak, Risale-i Nur mesleğinde bir makam ve mevki teşekkül eder ki herkes gözünü oraya dikmek ile ihlası zedelenir. Kur’an ve iman hizmeti sekteye uğrar bu da azim bir zarardır.
Dördüncü olarak, Üstad telakki edilen ağabeyin bir mizaç ve meşrebi mutlaka olacaktır. Ama mizaç ve meşrebi farklı olan ağabeyler bu mizaç ve meşrebe girmek zorunda değildir. O zaman Üstad telakki edilen ağabeyin otoritesi birleştiricilikten ziyade dağıtıcı bir mahiyet alacaktır. Bu da faydadan çok zarar verir. Zira Üstad Hazretlerinin makamını temsil edecek zatın, Üstad Hazretleri gibi geniş ve mükemmel bir mizaçta olması iktiza eder. Ancak o zaman bütün mizaç ve meşrepler onun riyasetine girebilir. Yoksa girmesi mümkün değildir.
Daha bunun gibi onlarca sebepten dolayı bu iman hizmetinde baba evlat, şeyh mürit ilişkisinden ziyade kardeşlik ilişkisi ve münasebeti esas olmalıdır.
"Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü'l-esası, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz."(1)
Bu paragrafta geçen “halîliye” ibaresinin kökenini ve kısaca tarifini şu şekilde izah edelim: Hz. İbrahim’e (as.) Halilullah denir. Bu unvan, “Allah İbrahimi halil (dost) edindi.”(Nisa, 4/125) ayetine dayanır.
Hz. İbrahim (as), Cenab-ı Hakk'ın cemalî isimlerine mazhar olduğundan yumuşak huylu ve son derece merhametli idi. Onun bu durumunu, putlara tapanlara beddua etmeyip onları Allah'ın Ğafur ve Rahim isimlerine havale etmesinde görebiliriz.
Nur talebeleri “muhabbet fedaileri” olduğundan, onların meslek ve meşrebi Hz. İbrahim (as)’e daha yakındır. Bundan dolayı mesleğimiz Haliliyedir.
Diğer bir husus, Üstad Risale-i Nur talebelerinin mesleğini bir cihette “Sahabe Mesleği”, diğer cihette ise “Haliliye Mesleği” olarak vasıflandırır.
Evet, Risale-i Nur mesleği imana hizmet noktasında “Sahabe Mesleği”dir. İmanda terakki ve tekâmül cihetinde ise “Haliliye Mesleği”dir. Hz. İbrahim’i (as) Allah’a dost yapan ve “Halilullah” (Nisa, 4/25) unvanını kazandıran sır Hz. İbrahim’in (as) “Tefekkür” yolu ile Allah’ın birliğine ulaşmış ve tevhitte terakki etmiş" olmasıdır.
Üstad “Risale-i Nur’un mayası ve meşrebi tefekkür ve şefkat olduğu cihetle, Hazret-i İbrahim’in (as) hususî meşrebi olan tefekkür ve şefkat noktasında tam tevafuk etmesi” ifadesi ile bu hususa dikkatlerimizi çekmiştir.(2)
(1) bk. Lem'alar, Yirmi Birinci Lem'a
(2) bk. Şualar, Birinci Şua, Yirmi Dokuzuncu Ayet
sorularla risale