Din ile fen iki zıt kutup mudur?

müdavim

Üye Sorumlusu
Bir takım çevreler, din ile fenni iki zıt kutup gibi gösterme gayretindeler. Nur Külliyatı`nda bu konuya nasıl yaklaşılıyor?

“Köle efendisine ve hizmetkâr reisine ve veled pederine nasıl düşman ve muarız olabilir. Halbuki, İslâmiyet, fünunun seyyidi ve mürşidi ve ulûm-u hakikiyenin reis ve pederidir.”Muhakemat

Din denilince iki ayrı mefhum hatıra gelir. Biri “Hak din”, diğeri “bâtıl dinler”. Bâtıl dinler, ya insanların kendi hayallerinden doğan, yahut bir hak dinin tahrif edilmesiyle ortaya çıkan bir takım saçma inançlardır. Hak din ise, bu kâinatı kudretiyle yaratıp, hikmetiyle ve ilmiyle tanzim eden, yeryüzünü insanlara beşik, Güneşi lâmba yapan, zemini çiçeklerle, semayı yıldızlarla donatan Cenâb-ı Hakk’ın bir emir ve yasaklar manzumesidir.

Hak kitap, Allah’ın fermanı ve bu kâinat O’nun mülkü ve mahlûkudur. Nitekim Nur Külliyatında bu âlem için, “kitab-ı kâinat” denilmiştir. Her bir fen bu kitaptan bir sahifenin, bir cümlenin, yahut bir noktanın tefsiri, açıklamasıdır. O halde, âlemdeki hikmetleri tefsir eden ve gizli güzellikleri ortaya çıkaran fenlerin İlâhî fermana aykırı olması düşünülemez.

Kur’an-ı Kerim, bu kâinat kitabını nasıl okuyacağımızı bize ders verir. Özet olarak, Kur’an-ı Kerim, bu kâinattan Allah namına söz eder. Yani, bu alem O’nun eseridir, Onu tesbih etmektedir, Onun isimlerinin tecelligahıdır, Onun mülküdür, Onun terbiyesinden geçmiştir, ahiretin tarlasıdır, bir imtihan meydanıdır.

İnsan, bu kainatı öncelikle bu gerçek yüzüyle görmeli, onu öylece değerlendirmelidir. Bu nokta bütün insanlığın ortak görevidir. Daha sonra bu alemdeki İlahi sanatların inceliklerini araştırmak ve kainattan faydalanmaya çalışmak gelir. İşte fennin sahası bu ikinci kısımdır ve din ile çatışması düşünülemez.

Bazı çevreler, fennin her keşfini, dine karşı kazanılmış bir zafer gibi ilân ediyorlar. Bu, fenni inkâr eden bir bâtıl din için doğru olabilir. Yahut Avrupayı asırlarca fenden uzak tutan ve “Dünya dönüyor” dediği için Galile’yi Engizisyon önüne çıkartan kiliseye karşı aklın zaferi sayılabilir. Ama, bir Müslüman bu tür gelişmeleri: “Allah’ın kudret kitabı olan şu kâinattan bir sırrın daha çözülmesi” şeklinde değerlendirir.

Ve yine bir Müslüman, bütün medeniyet harikalarını insan aklının birer meyvesi olarak görür ve bunları, insana bağışlanan istidadın ve ona tanınan fırsatın birer neticesi olarak bilir. “Arıya bal yapmayı ilham eden, koyunu süt fabrikası yapan Cenâb-ı Hak, insan aklına da böyle harika meyveler verdiriyor.” diye düşünür. Yeni keşifleri duydukça, Allah’ın ilmine ve hikmetine karşı hayranlığı ve hayreti daha da artar.

Kur’an-ı Kerîm’in nüzul sebebi başlıca dört esasta toplanıyor.
Birincisi: Allah’ın varlığını, birliğini... kullara bildirme.
İkincisi: Allah’ın razı olduğu insan tipini Peygamberimizin (asm.) şahsında insanlığa takdim.

Üçüncüsü: Rablerine nasıl ibadet ve şükredeceklerini insanlara talim.
Dördüncüsü de, bu fâni dünyadan sonra gidilecek bâki âlemi beşere haber vermek...

Şimdi düşünelim: Bu dört hususta Kur’an-ı Kerîm’in beyan ve tebliğ ettiği hükümlerden hangisinde fenne söz düşebilir? Tâ ki, fennin beyanıyla İlâhî ferman arasında zıddiyet olabilsin. Meselâ, Kur’an-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakk’ı bizlere, bütün sıfatları, fiilleri, isimleriyle tanıtmıştır. Bu sahada fennin konuşacak bir tek kelimesi yoktur. Yine Kur’an-ı Kerîm, örnek insanlar olarak beşere, “Peygamberleri, Sıddıkları, Şüheda ve Salihleri” takdim etmiş ve Allah’ı sevmenin yolunu “Habibullah’a ittiba” olarak tayin etmiştir.

İnsanlık âlemine, bu vadide bir başka insan modeli sunmak da fennin sahası değildir. Yine, Kur’an-ı Kerîm, Hâlıkımızın emir ve yasaklarını bizlere beyan buyurmuştur. Bu konu da fennin sahasına girmez. Yâni fen, kalkıp da “Cenâb-ı Hak insanlardan şunları, bunları istiyor” diyecek halde değildir. Yine, İlâhî ferman kabirden, haşirden, âhiret ülkesinden bahsetmiştir; fennin sahası ise bu dünyadır.


Yazar: Sorularla Risale
 
Üst