İkinci delil:
Nev'-i insanın -bir cihette- nısfı olan ihtiyarlar, yalnız hayat-ı uhreviye ile yakınlarında bulunan kabre karşı tahammül edebilirler. Ve çok alâkadar oldukları hayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarının kapanmasına mukabil bir teselli bulabilirler ve çocuk hükmüne geçen seri-üt teessür ruhlarında ve mizaçlarında, mevt ve zevalden çıkan elîm ve dehşetli me'yusiyete karşı, ancak hayat-ı bâkiye ümidiyle mukabele edebilirler. Yoksa o şefkate lâyık muhteremler ve sükûnete ve istirahat-i kalbiyeye çok muhtaç o endişeli babalar ve analar, öyle bir vaveylâ-i ruhî ve bir dağdağa-i kalbî hissedeceklerdi ki; bu dünya onlara zulmetli bir zindan ve hayat dahi kasavetli bir azab olurdu.
Nev'-i insan: İnsan türü.
Nısf: Yarı.
Hayat-ı uhreviye: Ahirete ait hayat, öbür dünya yaşantısı.
Kabr: Mezar.
Alâkadar: İlgili.
Mukabil: Karşılık.
Seri-üt teessür: Çok çabuk etkilenen.
Mizaç: Huy, karakter.
Mevt: Ölüm.
Zeval: Sona erme, göçüp gitme, son bulma.
Elîm: Acı veren.
Me'yusiyet: Ümitsizlik.
Hayat-ı bâkiye: Ölümsüz ve sonsuz hayat.
Mukabele: Karşı koyma.
Sükûnet: Sakinlik, durgunluk.
İstirahat-i kalbiye: Kalbin rahatı ve huzuru.
Vaveylâ-i ruhî: Ruhun feryadı ve çığlığı, ruhtaki çığlık ve feryat.
Dağdağa-i kalbî: Kalbe ait sıkıntı ve zorluklar.
Kasavet: Kaygı, tasa, üzüntü, keder.
Asa-yı Musa