"Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür/Sana göl gibi gelen, O çöl diyorsa çöldür." 'Neden'siz, 'niçin'siz Rabb'in her türlü emir ve yasağına âmennâ diyen bir mü'min portresi bu.
Üstad Necip Fazıl'a ait. İşte bu portre içinde kendine yer bulan, imanı bu seviyede olan bir Müslüman için domuz etinin haramlığını kabulde hiçbir problem yoktur. Şöyle düşünür o insan; Allah hayvanî gıdalardan koyun, keçi, inek, tavuk, hindi, horoz vs. vs. saymaya dursam sayamayacağım kadar nimetleri ihsan buyurmuş, "Helal. Buyur ye, senin istifaden için yarattım." demiş. "Ama bunlardan bir tanesini sana haram kılıyorum, zinhar yaklaşma ve etini yeme!" emrini vermiş. Şimdi ben hak etmediğim bu lütuflar karşısında oturup şükredeceğim yerde, neden onu da helal kılmadın der, bu yasak emrini küstahça sorgulamaya kalkarsam, hatta o emri dinlemez, onu da yemeye çalışırsam, tek kelime ile nankörlük etmiş olurum. Bu yasak emrinin hiçbir hikmeti, sebebi, faydası olmasa da bana düşen itaat etmektir. Çünkü kulluğun gerekçesi Allah'ın emridir. Mükafatı Allah'ın rızasıdır, cennettir, Cemalullah'ı seyretmektir ve ahirette verilecektir. Kaldı ki Allah abes iş işlemekten münezzehtir, ben, biz, insanlık bilmesek de mutlaka bunun insanlığa faydası söz konusudur."
Evet, "Rabb'in emir ve yasakları karşısında boynum kıldan ince" diyen bir akıl, imanla dolu bir kalb böyle düşünür. Ama bu demek değildir ki yasaklama emrinin hikmeti araştırılmasın! Kur'an'ın ifadesiyle "ala basiretin" imanı merkeze alan, ferdî hürriyeti dini kabulde esas kılan İslam'ın elbette bu ve benzeri konularda yol açıcı, ufuk gösterici, kalble beraber zihnî ve fikrî tatmin ve ikna edici izahları vardır.
Hikmet adına iki ayrı açıdan bakılabilir bu meseleye. Bir; bilim. İlmî tahliller, laboratuvar tetkikleri vs. Bunlar, ilmin ilerlemesine paralel olarak devirden devire değişebilecek sübjektif bilgilerdir. Sübjektif; çünkü ilmin nihaî ve mutlak bilgiye ulaşması imkansızdır. İlme, ilmî düşünceye, ilmî tetkiklere dayalı 'dün doğru, bugün yanlış' denilen yüzlerce-binlerce meselenin olduğu bilinen bir gerçektir; hem de aynı ağızlar tarafından söylenmiştir üç-beş sene ara ile. Ön kabullerin, şartlanmışlıkların, iman ve imansızlık eksenindeki ideolojik yaklaşımların, dünya hayatına yönelik maddi menfaatlerin mezkur ilmî çalışmaları sübjektif kılmasındaki rolü de inkar edilemez. Allah'a iman eden bir insanın laboratuvarda yaptığı çalışmadan elde ettiği sonuç ile inkar edenin elde ettiği sonuç siyah-beyaz ölçüsünde yüzde yüz farklı olabilmektedir. Bunları gördükten sonra, sıradan bir vatandaş olarak söz gelimi benim, ilmî çalışma sonuçlarına objektif vasfını vermem oldukça zor. Bu yoktur anlamını taşımaz; ama domuzun haramlığı gibi son tahlilde imanî bir mevzuda ortaya konulacak çalışmanın, çerçevesini çizmeye çalıştığımız karede yer alacağından kimsenin şüphesi olmamalı. Nitekim şu ana kadar yapılan çalışma sonuçları bizi bu görüşümüzde doğrulamaktadır.
İki; din. Dinî açıdan yapılacak ta'lil ile yasağın maksad ve gayesini araştıracak, Murâd-ı İlahi'yi anlamaya gayret edeceğiz. Bu bağlamda müracaat edeceğimiz ilk saha hüsün-kubuh'tur. Yakın geçmişte Diyanet İşleri Başkanlığı'mızın resmî sitesinde yer alan zina-flört bağlantısı/ilişkisi ekseninde başında yapılan tartışmalarda çok sık kullanılan kavramlarla ifade edecek olursak "iyi, güzel, doğru, çirkin" demektir hüsün-kubuh. Emir ve nehiylerin hikmetlerinin araştırılması esnasında ilk dönemlerden itibaren kelamcı ve fıkıhçıların genelde kullandıkları kavramlardır bunlar. Burada anahtar rolü oynayan iki şey var; akıl ve eşyanın tabiatı. Bir misalle zina; zatında doğru, iyi, güzel bir fiil midir yoksa yanlış, kötü ve çirkin midir? Akıl bunu bütün öğe ve unsurları ile kavrayabilir mi? Eğer cevap evet ise ve akıl da buna iyi, güzel dediyse, bütün İlahi dinlerin yasak emrini ve buna bağlı olarak zinaya verdikleri yanlış ve kötü hükmünü nasıl değerlendireceğiz? Domuz için aynı yaklaşım geçerli.
Ahmet KURUCAN(ZAMAN)
Üstad Necip Fazıl'a ait. İşte bu portre içinde kendine yer bulan, imanı bu seviyede olan bir Müslüman için domuz etinin haramlığını kabulde hiçbir problem yoktur. Şöyle düşünür o insan; Allah hayvanî gıdalardan koyun, keçi, inek, tavuk, hindi, horoz vs. vs. saymaya dursam sayamayacağım kadar nimetleri ihsan buyurmuş, "Helal. Buyur ye, senin istifaden için yarattım." demiş. "Ama bunlardan bir tanesini sana haram kılıyorum, zinhar yaklaşma ve etini yeme!" emrini vermiş. Şimdi ben hak etmediğim bu lütuflar karşısında oturup şükredeceğim yerde, neden onu da helal kılmadın der, bu yasak emrini küstahça sorgulamaya kalkarsam, hatta o emri dinlemez, onu da yemeye çalışırsam, tek kelime ile nankörlük etmiş olurum. Bu yasak emrinin hiçbir hikmeti, sebebi, faydası olmasa da bana düşen itaat etmektir. Çünkü kulluğun gerekçesi Allah'ın emridir. Mükafatı Allah'ın rızasıdır, cennettir, Cemalullah'ı seyretmektir ve ahirette verilecektir. Kaldı ki Allah abes iş işlemekten münezzehtir, ben, biz, insanlık bilmesek de mutlaka bunun insanlığa faydası söz konusudur."
Evet, "Rabb'in emir ve yasakları karşısında boynum kıldan ince" diyen bir akıl, imanla dolu bir kalb böyle düşünür. Ama bu demek değildir ki yasaklama emrinin hikmeti araştırılmasın! Kur'an'ın ifadesiyle "ala basiretin" imanı merkeze alan, ferdî hürriyeti dini kabulde esas kılan İslam'ın elbette bu ve benzeri konularda yol açıcı, ufuk gösterici, kalble beraber zihnî ve fikrî tatmin ve ikna edici izahları vardır.
Hikmet adına iki ayrı açıdan bakılabilir bu meseleye. Bir; bilim. İlmî tahliller, laboratuvar tetkikleri vs. Bunlar, ilmin ilerlemesine paralel olarak devirden devire değişebilecek sübjektif bilgilerdir. Sübjektif; çünkü ilmin nihaî ve mutlak bilgiye ulaşması imkansızdır. İlme, ilmî düşünceye, ilmî tetkiklere dayalı 'dün doğru, bugün yanlış' denilen yüzlerce-binlerce meselenin olduğu bilinen bir gerçektir; hem de aynı ağızlar tarafından söylenmiştir üç-beş sene ara ile. Ön kabullerin, şartlanmışlıkların, iman ve imansızlık eksenindeki ideolojik yaklaşımların, dünya hayatına yönelik maddi menfaatlerin mezkur ilmî çalışmaları sübjektif kılmasındaki rolü de inkar edilemez. Allah'a iman eden bir insanın laboratuvarda yaptığı çalışmadan elde ettiği sonuç ile inkar edenin elde ettiği sonuç siyah-beyaz ölçüsünde yüzde yüz farklı olabilmektedir. Bunları gördükten sonra, sıradan bir vatandaş olarak söz gelimi benim, ilmî çalışma sonuçlarına objektif vasfını vermem oldukça zor. Bu yoktur anlamını taşımaz; ama domuzun haramlığı gibi son tahlilde imanî bir mevzuda ortaya konulacak çalışmanın, çerçevesini çizmeye çalıştığımız karede yer alacağından kimsenin şüphesi olmamalı. Nitekim şu ana kadar yapılan çalışma sonuçları bizi bu görüşümüzde doğrulamaktadır.
İki; din. Dinî açıdan yapılacak ta'lil ile yasağın maksad ve gayesini araştıracak, Murâd-ı İlahi'yi anlamaya gayret edeceğiz. Bu bağlamda müracaat edeceğimiz ilk saha hüsün-kubuh'tur. Yakın geçmişte Diyanet İşleri Başkanlığı'mızın resmî sitesinde yer alan zina-flört bağlantısı/ilişkisi ekseninde başında yapılan tartışmalarda çok sık kullanılan kavramlarla ifade edecek olursak "iyi, güzel, doğru, çirkin" demektir hüsün-kubuh. Emir ve nehiylerin hikmetlerinin araştırılması esnasında ilk dönemlerden itibaren kelamcı ve fıkıhçıların genelde kullandıkları kavramlardır bunlar. Burada anahtar rolü oynayan iki şey var; akıl ve eşyanın tabiatı. Bir misalle zina; zatında doğru, iyi, güzel bir fiil midir yoksa yanlış, kötü ve çirkin midir? Akıl bunu bütün öğe ve unsurları ile kavrayabilir mi? Eğer cevap evet ise ve akıl da buna iyi, güzel dediyse, bütün İlahi dinlerin yasak emrini ve buna bağlı olarak zinaya verdikleri yanlış ve kötü hükmünü nasıl değerlendireceğiz? Domuz için aynı yaklaşım geçerli.
Ahmet KURUCAN(ZAMAN)