Sonra o dünya yolcusu kendi aklına dediki: "Madem bu kâinattaki varlıklar vasıtasıyla Mâlikimi ve Hâlıkımı arıyorum. Elbette her şeyden önce bu varlıkların en meşhuru.. düşmanlarının dahi tasdikiyle en mükemmeli.. en büyük kumandanı.. onlara hükmeden en namlı Zât onların sözce en yükseği.. akılca en parlağı.. on dört asrı fazileti ve Kur'an'ı ile ışıklandıran Hazreti Muhammed'i (aleyhissalâtü vessalam) ziyaret etmek ve aradığımı ona sormak için beraber saadet asrına gitmeliyiz" Sonra aklıyla beraber o asra girdi, gördü ki:
O asır hakikaten, o Zât (aleyhissalâtü vessalam) ile insanlığın bir saadet asrı olmuş. Çünkü en bedevî, en ümmî bir kavmi, getirdiği nurla, kısa bir zamanda dünyaya üstad ve hâkimm eylemiş.
Hem o yolcu kendi aklına, " Biz ilk önce bu fevkalâde zâtın (aleyhissalâtü vessalam) kıymetini, sözlerinin ve haberlerinin doğruluğunu bir derece bilmeliyiz. Sonra Hâlıkımızı ona sormalıyız." diyerek araştırmaya başladı. Bulduğu sayısız, kesin delillerden burada yanlız küllî olan dokuzuna kısaca işaret edilecek:
Birincisi
Bu zâtta (aleyhissalâtü vessalam) -hatta düşmanlarının da tasdikiyle- bütün güzel huyların ve vasıfların bulunması..
*Kamer sûresi, 54/1. , Enfâl sûresi 8/17. ayetlerinin açık beyanıyla, bir parmağının işaretiyle ayın iki parça olması.. düşman ordusuna attığı bir avuç toprağın, o ordudaki herkesin gözüne girmesi ve kaçmaları.. ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parmağından akan kevser gibi suyu yetecek kadar içirmesi gibi - ayet ve hadislerin kesin ve açık hükümleriyle, bir kısmı da tevatür derecesinde haberlerle nakledilen- yüzlerce mucizenin onun elinde meydana gelmesidir. Bu mucizelerin üç yüzden fazla bir kısmı, On Dokuzuncu Mektup olan Mucizât-ı Ahmediye (aleyhissalâtü vessalam) adlı harika ve kerametli bir risalede kesin delilleriyle anlatıldığından, o yolcu bunları oraya havale ederek dedi ki:
"Bu kadar güzel ahlâk ve kemâl vasıflarıyla beraber bu kadar açık mucizeleri bulunan bir zât (aleyhissalâtü vessalam), elbette en doğru sözlüdür. Ahlâksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa tenezzül etmesi mümkün değildir."
Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Asâ-yı Musa kitabından alınmıştır.
O asır hakikaten, o Zât (aleyhissalâtü vessalam) ile insanlığın bir saadet asrı olmuş. Çünkü en bedevî, en ümmî bir kavmi, getirdiği nurla, kısa bir zamanda dünyaya üstad ve hâkimm eylemiş.
Hem o yolcu kendi aklına, " Biz ilk önce bu fevkalâde zâtın (aleyhissalâtü vessalam) kıymetini, sözlerinin ve haberlerinin doğruluğunu bir derece bilmeliyiz. Sonra Hâlıkımızı ona sormalıyız." diyerek araştırmaya başladı. Bulduğu sayısız, kesin delillerden burada yanlız küllî olan dokuzuna kısaca işaret edilecek:
Birincisi
Bu zâtta (aleyhissalâtü vessalam) -hatta düşmanlarının da tasdikiyle- bütün güzel huyların ve vasıfların bulunması..
*Kamer sûresi, 54/1. , Enfâl sûresi 8/17. ayetlerinin açık beyanıyla, bir parmağının işaretiyle ayın iki parça olması.. düşman ordusuna attığı bir avuç toprağın, o ordudaki herkesin gözüne girmesi ve kaçmaları.. ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parmağından akan kevser gibi suyu yetecek kadar içirmesi gibi - ayet ve hadislerin kesin ve açık hükümleriyle, bir kısmı da tevatür derecesinde haberlerle nakledilen- yüzlerce mucizenin onun elinde meydana gelmesidir. Bu mucizelerin üç yüzden fazla bir kısmı, On Dokuzuncu Mektup olan Mucizât-ı Ahmediye (aleyhissalâtü vessalam) adlı harika ve kerametli bir risalede kesin delilleriyle anlatıldığından, o yolcu bunları oraya havale ederek dedi ki:
"Bu kadar güzel ahlâk ve kemâl vasıflarıyla beraber bu kadar açık mucizeleri bulunan bir zât (aleyhissalâtü vessalam), elbette en doğru sözlüdür. Ahlâksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa tenezzül etmesi mümkün değildir."
Kaynak: Kısmen kelimelerin tercüme edildiği Asâ-yı Musa kitabından alınmıştır.