Konuya cevap cer

a) Duâ ve İstiğfar: 


"Onlardan sonra gelenler şöyle derler: Rabbimiz bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi yarlığa..."127 gibi âyetler, diri ve ölü mü'minlere duâ edildiğini, edilmesi gerektiğini ifade eden nasslar ve cenaze namazı, duâ ve istiğfârın ölülere fayda vereceğini isbat etmektedir.

 

 

b) Sadaka: 


Bazı sahâbîler, ölmüş yakınları adına tasaddukta bulunmalarının, onlara fayda verip vermeyeceğini Hz. Peygamber'den (sav) sormuşlar ve müsbet cevap almışlardır. Sâ'd b. Ubâde anası namına yapacağı hangi sadakanın daha hayırlı olduğunu sormuş, Rasulûllâh (sav) da "su getirmek" buyurmuştur. (Ahmed, Nesâî). 

Nakdi sadakanın, cenazenin defni ve techizi sırasında ve kabirde verilmesi mekrûh sayılmıştır. 

 

c) Oruç: 


Buhârî ve Müslim'in İbn Abbâs'tan rivâyetlerine göre birisi Rasulûllâh'ın (sav) huzuruna gelerek sormuş: 

-Anam öldü, üzerinde bir aylık oruç borcu var, onun namına kazâ edeyim mi? 

-Ananın borcu olsaydı onu ödeyecek değil miydin? 

-Evet ödeyecektim. 

-Allah'a olan borç ödenmeye daha müstehaktır. 

 

d) Hacc: 


Buhârî gene İbn Abbâs'tan, hacc mevzûunda yukarıdakine benzer bir hadîs rivâyet etmiştir. 



e) Namaz: 

Dârekutnî'nin naklettiği bir hadîste ana-baba için namaz kılmanın onlara itâat ve vefâ olacağı ifade buyurulmuştur. 



 

f) Kur'ân-ı Kerîm Okumak: 

Cumhûra göre sevâbını ölüye bağışlamak için ibâdet niyetiyle okunan Kur'ân-ı Kerîm'den hâsıl olan sevâp, bağışlanan ölünün ruhuna vâsıl olur. Diğer ibâdetlerde olduğu gibi bunun da şartı, karşılığında para alınmamasıdır. 

 

İmam Şâfiî, Kur'ân okumadan hasıl olan sevabın vasıl olmayacağını söylemiştir. Diğer bazı müctehidler de ancak evlâdın veya yakın akrabanın oruç, namaz ve haccının vâsıl olacağını ileri sürmüşlerdir. 

En isâbetlisi borç ve mes'uliyetlerin düşmesi bahis mevzûu olmadan bağışlanan sevâptan müslüman ölülerin istifade edecekleri hükmü olsa gerektir.128 



V. Bid'atlar ve Yasaklar 

İslâm dini, mensuplarına, vefat eden din kardeşleri için neler yapacaklarını en küçük teferruatına kadar açıklamış, hiçbir hususu karanlıkta bırakmamıştır. Ayrıca Hz. Peygamber'in (sav) ve örnek nesillerin (sahâbe, tâbiûn ve tebeu't-tâbiîn) tatbikatı da yolumuza ışık tutmaktadır. 

Bütün bunlara rağmen bilgisizlik, menfaat temini ve bâtıl âdetlere uyma alışkanlığı gibi sebepler, müslümanları yanlış yola itmiş, bid'atları işlemelerine, yasakları çiğnemelerine âmil olmuştur. 

Bilindiği üzere "bid'at," kitâb, sünnet, icmâ, kıyas gibi İslâm'ın kaynaklarında yeri bulunmadığı halde sonradan çıkarılan, İslâmî telâkki edilerek inanılan ve yapılan şeylerdir. Rasûlullâh (sav) müslümanları bid'atlara karşı ikaz etmiş; kitâb, sünnet ve hulefâ-i râşidin yolundan ayrılmamalarını ehemmiyetle emir ve tavsiye buyurmuştur: 

"...Benim yolumdan ve ergin, doğru yolu bulmuş halifelerimin yolundan ayrılmayın; buna sımsıkı sarılın ve hiç bırakmayın. Sonradan çıkarılan bid'âtlardan sakının; çünkü her uydurma bid'attır, her bid'at da sapıklıktır." (Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî)129 



 

A. Kabirde Telkin: 


Cenazeyi defnettikten sonra Rasulûllâh'ın (sav) kabirde bir müddet kaldığını, cemâate: "Kardeşiniz için istiğfar edin ve iman üzerine sebatını dinleyin; çünkü o şu anda sorguya çekilmektedir", buyurduğunu daha önce zikretmiştik. Buna göre sünnet olan definden sonra kabrin başında bir müddet kalmak, Allah Teala'ya, din kardeşimizin affı ve mağfireti için duâ etmektir. Kur'ân-ı Kerîm'den bazı kısımların okunmasının da sünnet ve faydalı oluduğunu nakletmiştik.130 

İmdi bu sünneti terkedip onun yerine "Ey filân oğlu veya kızı filân, dünyayı terkettiğin zaman ve durumu hatırla..." şeklindeki sözlerle imamın telkin vermesi sünnet değildir. Bunu Rasulûllâh'ın (sav) yaptığına veya yapın dediğine dair sahih bir hadîs yoktur. Büyük müctehid ve hadîs bilgini Ahmed b. Hanbel'e telkini sorduklarında şu cevabı vermiştir: "Ebû'l-Muğîre vefat edince Şamlılar bunu yaptılar, bunlardan başka mezkûr telkini yapan birisini görmedim." 

Birkaç sahâbe ve tâbiûnun telkin yaptığına ve bazı zayıf rivâyetlere istinâd eden şâfiîler mezkûr telkinin müstehab olduğunu söylemişlerdir. 


Mâlikî ve Hanbelîler bid'at olduğunu gözönüne alarak "mekrûh" demişlerdir. 

Hanefîlere göre ne sünnettir ne de mekrûhtur; ne yapılması tavsiye edilir, ne de bırakılması. 

Durru'l-muhtâr'ın, metninde, "ölü defnedildikten sonra telkin yapılmaz" denmiş, İbn Abidin Reddü'l-muhtar'da bu rivâyetin kuvvetli olduğunu nakletmiştir. Fakat Hanefîlerin çoğuna göre -yukarıda zikrettiğimiz gibi- ne yapın denir, ne de yapmayın. 

Sünnet ve fıkıh karşısında telkinin durumu bundan ibârettir. Bir ülkedeki bütün müfti ve mürşidler ittifak edebilirse bu bid'atın terki daha uygundur. İhtilâf ve tefrikaya sebep olacaksa tasfiyesinin zamana bırakılması gerekir.131 

 


B. Kabirde Mescid, Namaz, Işık ve Kurban: 


Kabule şâyan olur niyetiyle kabir yanında namaz kılmak, kabirlerin üzerine mescid yapmak ve kabir civarını mescid haline getirmek, kabirlere mum ve ışık yakmak kısmen câhiliye devri âdetlerinden olduğu, kısmen de tevhid inancına ve tasarruf prensibine aykırı olduğu için yasaklanmıştır: 


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst