Kabenin, Araplar ve kutsiyetini takdir edebilen herkes yanında müstesna bir ehemmiyeti vardı. Kurulduğu zamandan beri uzaktan yakından pek çok insan, Onu ziyarete gelirdi. Bu sebeple, Mekke şehri, insanların toplandığı, kaynaştığı mühim bir ziyaret yeri, ayrıca mühim bir ticaret merkeziydi. Bunu bir türlü çekemeyen, Yemeni müstemleke edinmiş olan Habeşistan kralı Ebrehe, Sanada (1)büyük bir bina yaptırdı ve etrafa haberler göndererek; **Bu insanlar niye gidip Arapların Kabesini ziyaret ediyorlar? Buraya gelsinler, benim binamı ziyaret etsinler, hem ben gelenleri burada yedirip içirip, gayet güzel ağırlayacağım** dedi. Onun bu hareketi Arapların, bilhassa Kureyşin çok ağırına gitti. İçlerinden birkaç kişi Ebrehenin binasına geldiler.
Ebrehe onlara, -kendi mukaddes binalarını bırakarak bana geldiler diye- çok hürmet gösterdi. Yedirdi, içirdi, o gece o binada müsafir etti. Fakat onlar geceleyin kalkıp, binayı kirletip, kırıp döküp gittiler.
Sabahleyin durumu gören Ebrehe kudurdu. Gidip onların Kabesini yıkacağım diye karar verdi. O günün zırhlı vasıtası yerine geçen fillerden kurulu muazzam bir ordu hazırladı. En büyük filinin adı Mamud idi. Kabenin görüldüğü Cebel-i Kubeyse (Kubeys dağına) kadar geldi. Dinlenmek için orada konakladı. Bu esnada, orada otlamakta olan Peygamber Efendimizin dedesi Abdulmuttalibe ait ikiyüz deveye el koydu.
Bunun üzerine Ebrehenin yanına gelen Abdulmuttalib; **Burada otlamakta olan develerimi aşırmışsınız, onları istemeğe, almağa geldim, develerimi verin** dedi.
Ebrehe; **Demek benden sadece develerini istiyorsun, ben de Kabe hakkında bana ricada bulunacaksın sanmıştım** dedi.
Bunun üzerine Abdulmuttalib, ona; ** Evet, ben develerin sahibiyim, develerimi isterim. Kabe-i Muazzamaya gelince, Onun sahibi Hz.Allahdır. O bilir Kabesini korumasını.** dedi.
Bu söz Ebrehenin vücudunda büyük bir titreme husule getirdi ve hemen develeri verdi.
Abdulmuttalib develerini alıp Mekkeye dönünce Kabeye geldi. Beyt-i Şerif-in siyah örtüsüne sarılarak ağladı.
Allaha yalvardı: ** Ya Rabbi! Bizim elimizde o azgın Ebreheye karşı koyacak güç yok, Kabenin sahibi Sensin, Beyt-i Şerifini Sen koru ya Rabbî!** diye dua etti.
Ebrehe, konakladığı yerden ordusunu kaldırdı. Önde en büyük fil olan Mamud ve develeri Kabeye doğru zorluyor, fakat Mamud ve develer yere çöküyorlar, bir türlü o tarafa gitmiyorlardı. Şam, Yemen, Irak cihetlerine döndürülünce hemen yürüyor, Kabeye yöneltilince çöküyor, bir adım dahi atmıyorlardı.
Ebrehe onlara, -kendi mukaddes binalarını bırakarak bana geldiler diye- çok hürmet gösterdi. Yedirdi, içirdi, o gece o binada müsafir etti. Fakat onlar geceleyin kalkıp, binayı kirletip, kırıp döküp gittiler.
Sabahleyin durumu gören Ebrehe kudurdu. Gidip onların Kabesini yıkacağım diye karar verdi. O günün zırhlı vasıtası yerine geçen fillerden kurulu muazzam bir ordu hazırladı. En büyük filinin adı Mamud idi. Kabenin görüldüğü Cebel-i Kubeyse (Kubeys dağına) kadar geldi. Dinlenmek için orada konakladı. Bu esnada, orada otlamakta olan Peygamber Efendimizin dedesi Abdulmuttalibe ait ikiyüz deveye el koydu.
Bunun üzerine Ebrehenin yanına gelen Abdulmuttalib; **Burada otlamakta olan develerimi aşırmışsınız, onları istemeğe, almağa geldim, develerimi verin** dedi.
Ebrehe; **Demek benden sadece develerini istiyorsun, ben de Kabe hakkında bana ricada bulunacaksın sanmıştım** dedi.
Bunun üzerine Abdulmuttalib, ona; ** Evet, ben develerin sahibiyim, develerimi isterim. Kabe-i Muazzamaya gelince, Onun sahibi Hz.Allahdır. O bilir Kabesini korumasını.** dedi.
Bu söz Ebrehenin vücudunda büyük bir titreme husule getirdi ve hemen develeri verdi.
Abdulmuttalib develerini alıp Mekkeye dönünce Kabeye geldi. Beyt-i Şerif-in siyah örtüsüne sarılarak ağladı.
Allaha yalvardı: ** Ya Rabbi! Bizim elimizde o azgın Ebreheye karşı koyacak güç yok, Kabenin sahibi Sensin, Beyt-i Şerifini Sen koru ya Rabbî!** diye dua etti.
Ebrehe, konakladığı yerden ordusunu kaldırdı. Önde en büyük fil olan Mamud ve develeri Kabeye doğru zorluyor, fakat Mamud ve develer yere çöküyorlar, bir türlü o tarafa gitmiyorlardı. Şam, Yemen, Irak cihetlerine döndürülünce hemen yürüyor, Kabeye yöneltilince çöküyor, bir adım dahi atmıyorlardı.