GENEL OLARAK EHAD( EHADİYET)
Teknik tanım ve tarifler yaparak yazıya başlamak hem konuyu toplayıp özet yapması, dikkat yoğunlaşması sağlaması, hem de gelenekten olduğu için bu yolu seçme lüzumu hissettim ve böyle başladım.
“EHAD; ALLAH (CC) EHADDIR. Yani birdir, tekdir yegânedir, birliği ve tekliği eserleriyle bilinen, birliğine varlıklar tarafından şahitlik edilen, eşi ve benzeri olmayan dengi ve benzeri olmayan VAHİD-İ EHADDİR” (1)
“İkinci bir tarife göre ise; İsim sıfat ve belirlemelerden hiçbiri söz konusu olmaksızın, bunların varlıkları kesinlikle dikkate alınmaksızın İlâhi Zata Tek, yegâne anlamında EHAD denilmiştir” (2)
“EHADİYET ise, O’nun bu eşsizliğini ifade eden bir sıfattır. Daha mükemmeli tasavvur edilemeyen birlik, Ezelî ve Ebedî Tekliktir.” (3)
Allah’ın (CC) birliğini VAHDET terimiyle tarif eden âlimler, Vahdetin bir yönünü EHAD, öbür yönüne VAHİD derler. Dolayısıyla Vahdet, Ehadiyetle Vahidiyet arasında yer alır. Önce Ehadiyet sonra Vahidiyet gelir. Ancak her üçü de ezelî ve ebedî olduğundan, buradaki öncelik, sonralık zamanla ilgili değil aklî ve itibaridir... (4)
Ehadiyet veya Vahidiyet olarak ifade edilen Allah’ın birliği, sayı olarak ikinin yarısı anlamına gelen bir cinsinden, yani sayısal anlamda bir demek değildir. Çünkü sayı ancak O’nun yarattığı mahlûku ve mülkü için geçerlidir. Onun için İmam-ı Azam, Fıkh- ı Ekber’inde; “O’nun birliği, sayı yönünden değil, eşi benzeri olmaması yönünden bir demektir” şeklinde ifade etmiştir.
“ Bütün tefsirlerde sayı bakımından bir demek olmadığına dikkat çekilmiştir. O ancak Hu zamiri ile ifade edilir. O ancak O’dur.
Şûrâ sûresi 11. ayette de “LEYSE KE MİSLİHİ ŞEYÜN” (Hiçbir şekilde benzeri olmayan veya O’nun gibisi yoktur) buyurulmuştur.” (5)
“Ehad ve Vahid’in her biri Ezeliyet ve Ebediyet manâsını ihtiva etmekle birlikte, bazı âlimler Ehadî ezeliyet, Vahidî de ebediyet manâsına tahsis etmişlerdir.” (6)“Ehad Allah’ın zatı bakımından, Vahid ise sıfatları bakımından bir olduğunu gösterir. Çünkü Ehad, zat için düşünülebilecek adedi ve terkibi, cismiyet özelliklerini nefyetmek suretiyle Allah’ın birliğini ifade eder.”
“Vahid ise O’nun zatına ait sıfatların gerçekte çokluğu gerektirmediğini, O’nun sıfatlarıyla birlikte tek ve yegâne olduğunu ifade eder.” (7)
“Cenab-ı Hakkın, Vahid-i Ehad sıfatı, Zât-ı Sifatların ilkidir. Diğer sıfatlardan önce doğrudan doğruya Zatının sıfatlarıdır”. (8)
“Ehadiyet, gerçek aşkın müteal, eşsiz ve birliğini ifade etmektedir. Bu şekilde mutlak bir tenzihe ulaşabilmek için Allah’ı müsbet (subuti) sıfatlardan çok, menfi (selbi) sıfatlarla nitelemek gerekir… Çünkü müspet sıfatlar bir anlamda tarif ve tahdit ifade eder. Selbi sıfatlarda ise böyle bir şey söz konusu değildir. Bu bakımdan mutlak bir tenzihe ulaşmak selbi sıfatlarla mümkün olmaktadır.” (9)
“İleri seviyedeki îman mertebesindekiler, O’na mutlak sıfatı dahi vermezler. Çünkü O’na mutlak demek, O’nu mutlaklık kaydı altına almak demektir. Hâlbuki O mutlaklık dâhil olmak üzere, her türlü kayıttan münezzeh ve mukaddestir. Aslında bu mertebe karşısında en doğru şey susmaktır.” (10)
“Allah’a yemin ederim ki, gerek bu dünyada, gerekse ahirette, yani ihata ve kemal yoluyla Allah’ı Allah’tan başkası bilmez. Allah Mahiyetten münezzehtir. O Ehaddir ve kemiyetten münezzehtir. O Sameddir ve keyfiyetten beridir. O doğurmamıştır, bilakis O Mübdidir. Doğrulmamıştır, bilakis O Kadimdir. Hiçbir şey, Zât, sıfat ve ef’al itibariyle Allah’ın dengi olamaz…” (11)
NİÇİN RİSALE-İ NUR FARKLI BİR ESER?
Konumuzla ilgili birçok eser okudum. Çok farklı bakış açılarına rastladım. Bazı tarif, şerh ve izahlar ise Çok ilmi ve akademik dil ile yazıldığından benim sorularıma tam cevap vermiyordu.
Mesela bu esmanın en dar ve geniş dairedeki tecellilerini merak ediyordum. Bu ve diğer esma-i ilâhi ile bir kul olarak hiçbir zaman kopmaması gereken bağımı nasıl sağlayabilirdim? İtikadî ve ameli hayatımıza yansımaları, tesirleri ve düşebileceğimiz bu konudaki hata ve vartalarımız neler olabilirdi ve nasıl kurtulabilirdim?
İşte tam bu sırada Risale-i Nur Külliyatı imdadımıza yetişiyor. O yüksek hakikatleri bizim yanımıza getirip, yaramıza merhem oluyor. Şimdi bu konudaki tespitlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum:
VE SIRR-I EHADİYET:
1-Zerrenin sükûnunda ve hareketindeki tevhid tecellilerine,
2-İnsanın yüzünden arz simasına, oradan da kâinat simasındaki Ehadiyet tecellilerine,
3-İsm-i Âzamdan, hayatın bir nokta-i mihrakiyesi olmasına,
4-Ukde-i hayatiye denilen çekirdeğin ağaç üzerinde tasarruf ve işleyişinden,
5-Ruhun beden üzerindeki hâkimiyetine,
6-Musibetler ve belâlar içindeki insanın imdadına yetişilmesinden, ubudiyetle gaibane ve hazırane muhatabiyet makamlarına,
7-Görmek ve görünmek sırlarına,
8-Akrabiyet sırrının inkişafından, Miraç ile çıkılan yolculukta, Kelamullah’a ve Rüyetullah’a mazhariyet hakikatlerine,
9- Ehadiyet dairesinin kesret dairesinin müntehası olmasından, bütün Esma-i Hüsnayı içine almasına,
10-Güneşin arz ve âlemine tecelli ve intişarıyla, ehadiyet ve vahidiyet hakikatlerine modellik etmesinden, zamandan ve mekândan münezzeh olan Cenab-ı Hakkın bütün kâinata olan hâkimiyet ve tecellilerine varıncaya kadar bütün hakikatli sırlarlar,
11- İki dünyamızı nurlandıran derin manâlar Sırr-ı Ehadiyetle formüle edilerek şerh ve izah edilmiştir. (12)
Ehadiyet tecellisi ve sırrı bütün kâinatta tecelli etmekle beraber, insanda bu tecelli ve tezahür en azam mertebededir. Çünkü bu kâinatın en önemli yaratılış maksadı da insandır.
Tezahür-ü Rubibiyete karşı insanın vazife-i asliyesi, ubudiyet-i külliye-i insaniyedir.(Şualar-966, 970, 898) Madem merkezde insan var, hilâfet-i Kübra vazifesi ona verilmiş, o zaman bu Kâinat Halikı’nın mevcudat içinde en çok nazar-ı dikkatini çeken insanla daha farklı ve daha yoğun ve de daha özel bir muamelatı ve tecelliyatı olmalıdır ve de vardır.
Kâinata denk bir tezahür ve tecellilere, nokta-i mihrakiye olan insanda, kulluk ve ubudiyet âyinesinde ne kadar bu isim ve sıfatlara mazhariyet kesbederse, kurbiyete belki de akrebiyetin inkişafına nail olabilirse daha bu dünyada iken bile, miraç merdiveniyle O’na ulaşıp sırr-ı Ehadiyet ile Kelâmına ve Rüyetine mazhar olabilir ve olmuşlardır da.
Risale-i Nur’da, özellikle Sözler, Mektubat, Lemalar ve Mesnevi-i Nuriye gibi eserlerde bu hakikatlere yer verilmiştir.
Meselâ, celal ve haşmet noktasında vahidiyet göründüğü gibi (afakî tecelli) cemal ve rahmet noktasında dahi, o derece sanat-ı camia içinde, hadsiz enva-i nimeti anlayacak, kabul edecek, isteyecek, cihazat ve aletler(insanda) vardır ki, bütün kâinata tecelli eden bütün esmanın cilvesine mazhardır. Adeta bir nokta-i mihrakiye hükmünde, bütün esma-i hüsnayı birden mahiyetinin âyinesinde gösterir ve onunla Ehadiyet-i ilâhiyeyi ilân eder.(Mektubat-455, Mesnevi-1325-1353)
Cenab-ı Hak bu âlemin nizam ve intizamı noktasında Hakîm ve Alîm isimleri muktezasınca “İsim ve sıfatlarının iki nevi tecelliyatı var. Biri vahidiyet ve vesait perdesi altında ve bir Kanun-i umumi suretinde tasarrufatıdır. İkincisi, Ehadiyet sırrıyla perdesiz doğrudan doğruya hususi bir teveccühle tasarrufatıdır.
Ehadiyet sırrıyla doğrudan doğruya olan ihsanı ve icadı ve kibriyası ve vesait ve esbabın mezahiriyle görünen, asar-ı ihsanından icad ve kibriyasından daha büyük, daha güzel, daha yüksektir.(Sözler-282)
İşte bu sırr-ı Ehadiyet diğer varlıklar içinde çok önemli olmakla beraber, halife-i arz ve emanet-i Kübra ile tavzif edilen insan için çok daha önemlidir.
Meselâ, celal ve kahhar isimlerinin tecellisi olan belâ ve musibetler gibi, umumi âdetullah kanunlarının icraat ve işleyişine sırr-ı Ehadiyet o musibete düşen efradın feryatlarına ve beliyyelerine giriftar olan eşhasın istiğaselerine yetişir. Onların imdadına koşar. İşte buradaki feryatlara cevap verme ve imdada koşma, Vahidiyet tecellisi değil, perdesiz vasıtasız, doğrudan doğruya hususi bir teveccühü olan sırrı-ı Ehadiyet tecellisidir.(Şualar;860)
Üstad hazretleri 33. sözde Cenab-ı Hakkın Sırr-ı Ehadiyetle bütün sesleri, duaları, feryatları işitip cevap vermesini şöyle izah ediyor. “İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki bütün âzasını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Vücud-u harici giydirilmiş olan ruh onların idaresinde (sırr-ı Ehadiyetle) manevi seslerini hissetmesinde, birbirine mani olmaz. İsterse bedenin her cüzüyle bilebilir, idare edebilir. (Aynen öyle de) Elbette âlem-i ekber olan kâinatta, O Zat-ı Vacib-ül Vücud’un irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına, hadsiz fiiller, hadsiz sadalar, hadsiz dualar, hadsiz işler hiçbir cihette O’na ağır gelmez. Birbirine mani olmaz, O Halik-i Zülcelali meşgul etmez, şaşırtmaz. Bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir… Ve hakeza.” (Sözler,316)
Nasıl ki âdetullah namı altında külli kanunların icraatı ve işleyişi hengâmında belâ ve musibetlere müptela olanların imdadına sırr-ı Ehadiyet yetişdiği gibi, bazen de bütün kâinata tecelli eden enva-i Cemalini ve tecelli-i muhabbetini, bir âyinede, bir sahifede, bir noktada sırr-ı Ehadiyet ile görmek ve göstermek istiyor. ( Sözler-260)
O zaman da levleke levlak sırrına mazhar, habibi edibini “O abdi mahsusunu Burak’a bindirip kat-ı meratib ettirerek… Daireden daireye, Rububiyet-i İlahiyeyi temaşa ettirip...” (sf-255) “Şecere-i hilkatın bir meyve-i münevveri derecesinde olan, O zat-ı kutsinin kalbini, o şecerenin hakaik-i esasiyesini istiab edecek bir fıtratta halkedip, ta Kab-ı Kavseyne cıkarmış.” Sf-260 Ehadiyeti ile Rüyetine mazhar kılarak, Kelamıyla taltif edip fermanıyla tavzif etmiştir.” Sırr-ı Ehadiyetini Cemal ve Vedud âyinelerinde görüp göstermiştir… 31.Söz. sf-255
Efendimizin (ASM) Risalete inkılâp etmiş Velâyet-i Ahmediye ile açmış olduğu bu yoldaki kapıyı dönüşünde açık bırakmış, ta ki ümmetinden kurbiyeti kesbedenler veya akrebiyetin inkişafına mazhar olanlara ve ona ittiba etmek isteyenlere bir davetiye olsun, kapıyı kapalı görüp de yeise düşmesinler diye…
Efendimizin(ASM) en büyük mucizelerinden olan mirac yolculuğu ile elde edilen yakınlık kurbiyetten ziyade, akrebiyet-i İlâhinin inkişafıdır... Çünkü Risalette zıl olmadığından dolayı, buradaki mazhariyet, perdesiz, doğrudan doğruya sırr-ı Ehadiyetin inkişafı olan, Zât-ı Ahmediyenin, risalete inkılâp etmiş olan, şahsiye-i manevisine veya Hakikat-ı Muhammediyeye olan teveccüh ve tecellisidir.
Kurbiyet sırr-ı Vahidiyete bakar vesait ve esbab perdesi altında, velâyet ayağıyla seyri sûlûk eder. Akrebiyet ise Ehadiyet tecellisine mazhardır. Berzah tarikine uğramayarak doğrudan doğruya zahirden hakikate geçer.
Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki “ Tevfik-i İlâhi refiki olan adam, tarikat berzahına girmeden, zahirden hakikate geçebilir. Seri-üs seyr olan bu zamanın evlâdına(Risale-i Nur gibi) kısa ve selâmetli bir tariki ihsan etmek Rahmet-i Hakimenin şanındandır.(Mesnevi –sf-1354)
Bununla beraber; Risale-i Nur ve nur talebeleri hizmet-i îmaniye ve Kur’aniye cihetiyle sırr-ı Ehadiyete mazhariyetle beraber, Resül-ü Ekrem (ASM) manevi miraslarından, Velâyet-i Ahmediyeden ziyade, Risalet-i Ahmediyeye varisidirler, denilebilir.(15. Mektup;31.Söz)
Bu bölümle alâkalı son olarak, Mevlana ve İmam-ı Gazali’nin kurbiyetle alâkalı tesbitlerini zikredip bu bahsi bitirelim. Mevlana hazretleri diyor ki; Kurb ne yukarı çıkmak ve ne de aşağı inmektir.(Bak Mesnevi –MEVLANA-11. cild. 1160 aşağıya inmek) Allah’a olan kurbiyet varlık kaydından (Ene ve enaniyet) kurtulmaktır.
İmam-ı Gazali ise kurbiyete üç ayrı tarif getiriyor;
“a)Filozoflarda kurbiyet; İttisal veya Hûlûl (Panteizm)
b)Sufilerde, tasavvufda kurbiyet; Fena, O’nda fani olmak
c)Kelâmcılarda ise kurbiyet; Kulun sonsuzca Allaha yaklaşmasıdır.” (Marifet ve İbn-i Arabî sf-93- Seyfullah Sevim)
Risale-i Nur mesleğinde ise; Kâinat kitabını ve Risale-i Nuru mütalaa ile îmanımızı ilmel yakîn, aynel yakîn ve hakkel yakîn mertebelerine terakki ile sırr-ı Ehadiyetle akrabiyeti İlahinin inkişafına mazhariyet kesbederek kurbiyet kazanılması olmalıdır.
Dipnotlar:
1- S.KÖSMENE –Esma-i Hüsna sf: 118.
2- Diyanet İslâm Ansiklopedisi I. Cildi.
3- “ “ “ “ “ sf:485.
4- ” “ “ “ “ “ 483 Vahid ismi Kur’an’da 21 defa geçmektedir.
5- Hakdili Kur’an Dili- E.Hamdi Yazır-10. cild 59-63-85.
6- Diyanet İslâm Ansiklopedisi 1.cildi-sf; 483.
7- “ “ “ “ “ “ “
8- İbni Kayyım Cevziyye (Elmalı-Hak Dili Kur’an Dili -10. cildi, sf; 81)
9- Akaid kitaplarında üzerinde ittifak edilen genei tariflere göre ;
TENZİHİ SIFATLAR; Ulûhiyet akidesini belirleyen ve selbi terimiyle de anılan bu sıfatlar acz eksiklik ve yaratılmışlık gibi ulûhiyete nisbet edilmesi mümkün olmayan kavramlardır.
Bu tarife göre tenzihî sıfatlar Allah’(CC) ın ne olmadığını anlatan sıfatlardır.
SÛBUTÎ SIFATLAR( Hay, Âlim, Semi, Basir, Kadir, mürid, ve mütekellim) Bunlara Sıfat-ı Seba denir. Bu isimler O’nun zâtına nisbed edilerek Rabbimizin ne olduğunu ifade eden sıfatlardır.
Âlimlerimiz, birinci guruptaki isimlerle akaîd ve îman konusuna, ikinci guruptaki isimlerle ise amel ve ibadet konusuna vurgu yapmışlardır... D.İ.A 2. CİLD. SF;490.10- Diyanet İslâm Ansiklopedisi 1. cildi sf; 484.
11- Mearicil Kuds –İmam-ı Gazali-sf; 180.
12- R.N ‘DAN CEVAPLAR ARANACAK KONULARDIR.
Nail Yılmaz
Teknik tanım ve tarifler yaparak yazıya başlamak hem konuyu toplayıp özet yapması, dikkat yoğunlaşması sağlaması, hem de gelenekten olduğu için bu yolu seçme lüzumu hissettim ve böyle başladım.
“EHAD; ALLAH (CC) EHADDIR. Yani birdir, tekdir yegânedir, birliği ve tekliği eserleriyle bilinen, birliğine varlıklar tarafından şahitlik edilen, eşi ve benzeri olmayan dengi ve benzeri olmayan VAHİD-İ EHADDİR” (1)
“İkinci bir tarife göre ise; İsim sıfat ve belirlemelerden hiçbiri söz konusu olmaksızın, bunların varlıkları kesinlikle dikkate alınmaksızın İlâhi Zata Tek, yegâne anlamında EHAD denilmiştir” (2)
“EHADİYET ise, O’nun bu eşsizliğini ifade eden bir sıfattır. Daha mükemmeli tasavvur edilemeyen birlik, Ezelî ve Ebedî Tekliktir.” (3)
Allah’ın (CC) birliğini VAHDET terimiyle tarif eden âlimler, Vahdetin bir yönünü EHAD, öbür yönüne VAHİD derler. Dolayısıyla Vahdet, Ehadiyetle Vahidiyet arasında yer alır. Önce Ehadiyet sonra Vahidiyet gelir. Ancak her üçü de ezelî ve ebedî olduğundan, buradaki öncelik, sonralık zamanla ilgili değil aklî ve itibaridir... (4)
Ehadiyet veya Vahidiyet olarak ifade edilen Allah’ın birliği, sayı olarak ikinin yarısı anlamına gelen bir cinsinden, yani sayısal anlamda bir demek değildir. Çünkü sayı ancak O’nun yarattığı mahlûku ve mülkü için geçerlidir. Onun için İmam-ı Azam, Fıkh- ı Ekber’inde; “O’nun birliği, sayı yönünden değil, eşi benzeri olmaması yönünden bir demektir” şeklinde ifade etmiştir.
“ Bütün tefsirlerde sayı bakımından bir demek olmadığına dikkat çekilmiştir. O ancak Hu zamiri ile ifade edilir. O ancak O’dur.
Şûrâ sûresi 11. ayette de “LEYSE KE MİSLİHİ ŞEYÜN” (Hiçbir şekilde benzeri olmayan veya O’nun gibisi yoktur) buyurulmuştur.” (5)
“Ehad ve Vahid’in her biri Ezeliyet ve Ebediyet manâsını ihtiva etmekle birlikte, bazı âlimler Ehadî ezeliyet, Vahidî de ebediyet manâsına tahsis etmişlerdir.” (6)“Ehad Allah’ın zatı bakımından, Vahid ise sıfatları bakımından bir olduğunu gösterir. Çünkü Ehad, zat için düşünülebilecek adedi ve terkibi, cismiyet özelliklerini nefyetmek suretiyle Allah’ın birliğini ifade eder.”
“Vahid ise O’nun zatına ait sıfatların gerçekte çokluğu gerektirmediğini, O’nun sıfatlarıyla birlikte tek ve yegâne olduğunu ifade eder.” (7)
“Cenab-ı Hakkın, Vahid-i Ehad sıfatı, Zât-ı Sifatların ilkidir. Diğer sıfatlardan önce doğrudan doğruya Zatının sıfatlarıdır”. (8)
“Ehadiyet, gerçek aşkın müteal, eşsiz ve birliğini ifade etmektedir. Bu şekilde mutlak bir tenzihe ulaşabilmek için Allah’ı müsbet (subuti) sıfatlardan çok, menfi (selbi) sıfatlarla nitelemek gerekir… Çünkü müspet sıfatlar bir anlamda tarif ve tahdit ifade eder. Selbi sıfatlarda ise böyle bir şey söz konusu değildir. Bu bakımdan mutlak bir tenzihe ulaşmak selbi sıfatlarla mümkün olmaktadır.” (9)
“İleri seviyedeki îman mertebesindekiler, O’na mutlak sıfatı dahi vermezler. Çünkü O’na mutlak demek, O’nu mutlaklık kaydı altına almak demektir. Hâlbuki O mutlaklık dâhil olmak üzere, her türlü kayıttan münezzeh ve mukaddestir. Aslında bu mertebe karşısında en doğru şey susmaktır.” (10)
“Allah’a yemin ederim ki, gerek bu dünyada, gerekse ahirette, yani ihata ve kemal yoluyla Allah’ı Allah’tan başkası bilmez. Allah Mahiyetten münezzehtir. O Ehaddir ve kemiyetten münezzehtir. O Sameddir ve keyfiyetten beridir. O doğurmamıştır, bilakis O Mübdidir. Doğrulmamıştır, bilakis O Kadimdir. Hiçbir şey, Zât, sıfat ve ef’al itibariyle Allah’ın dengi olamaz…” (11)
NİÇİN RİSALE-İ NUR FARKLI BİR ESER?
Konumuzla ilgili birçok eser okudum. Çok farklı bakış açılarına rastladım. Bazı tarif, şerh ve izahlar ise Çok ilmi ve akademik dil ile yazıldığından benim sorularıma tam cevap vermiyordu.
Mesela bu esmanın en dar ve geniş dairedeki tecellilerini merak ediyordum. Bu ve diğer esma-i ilâhi ile bir kul olarak hiçbir zaman kopmaması gereken bağımı nasıl sağlayabilirdim? İtikadî ve ameli hayatımıza yansımaları, tesirleri ve düşebileceğimiz bu konudaki hata ve vartalarımız neler olabilirdi ve nasıl kurtulabilirdim?
İşte tam bu sırada Risale-i Nur Külliyatı imdadımıza yetişiyor. O yüksek hakikatleri bizim yanımıza getirip, yaramıza merhem oluyor. Şimdi bu konudaki tespitlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum:
VE SIRR-I EHADİYET:
1-Zerrenin sükûnunda ve hareketindeki tevhid tecellilerine,
2-İnsanın yüzünden arz simasına, oradan da kâinat simasındaki Ehadiyet tecellilerine,
3-İsm-i Âzamdan, hayatın bir nokta-i mihrakiyesi olmasına,
4-Ukde-i hayatiye denilen çekirdeğin ağaç üzerinde tasarruf ve işleyişinden,
5-Ruhun beden üzerindeki hâkimiyetine,
6-Musibetler ve belâlar içindeki insanın imdadına yetişilmesinden, ubudiyetle gaibane ve hazırane muhatabiyet makamlarına,
7-Görmek ve görünmek sırlarına,
8-Akrabiyet sırrının inkişafından, Miraç ile çıkılan yolculukta, Kelamullah’a ve Rüyetullah’a mazhariyet hakikatlerine,
9- Ehadiyet dairesinin kesret dairesinin müntehası olmasından, bütün Esma-i Hüsnayı içine almasına,
10-Güneşin arz ve âlemine tecelli ve intişarıyla, ehadiyet ve vahidiyet hakikatlerine modellik etmesinden, zamandan ve mekândan münezzeh olan Cenab-ı Hakkın bütün kâinata olan hâkimiyet ve tecellilerine varıncaya kadar bütün hakikatli sırlarlar,
11- İki dünyamızı nurlandıran derin manâlar Sırr-ı Ehadiyetle formüle edilerek şerh ve izah edilmiştir. (12)
Ehadiyet tecellisi ve sırrı bütün kâinatta tecelli etmekle beraber, insanda bu tecelli ve tezahür en azam mertebededir. Çünkü bu kâinatın en önemli yaratılış maksadı da insandır.
Tezahür-ü Rubibiyete karşı insanın vazife-i asliyesi, ubudiyet-i külliye-i insaniyedir.(Şualar-966, 970, 898) Madem merkezde insan var, hilâfet-i Kübra vazifesi ona verilmiş, o zaman bu Kâinat Halikı’nın mevcudat içinde en çok nazar-ı dikkatini çeken insanla daha farklı ve daha yoğun ve de daha özel bir muamelatı ve tecelliyatı olmalıdır ve de vardır.
Kâinata denk bir tezahür ve tecellilere, nokta-i mihrakiye olan insanda, kulluk ve ubudiyet âyinesinde ne kadar bu isim ve sıfatlara mazhariyet kesbederse, kurbiyete belki de akrebiyetin inkişafına nail olabilirse daha bu dünyada iken bile, miraç merdiveniyle O’na ulaşıp sırr-ı Ehadiyet ile Kelâmına ve Rüyetine mazhar olabilir ve olmuşlardır da.
Risale-i Nur’da, özellikle Sözler, Mektubat, Lemalar ve Mesnevi-i Nuriye gibi eserlerde bu hakikatlere yer verilmiştir.
Meselâ, celal ve haşmet noktasında vahidiyet göründüğü gibi (afakî tecelli) cemal ve rahmet noktasında dahi, o derece sanat-ı camia içinde, hadsiz enva-i nimeti anlayacak, kabul edecek, isteyecek, cihazat ve aletler(insanda) vardır ki, bütün kâinata tecelli eden bütün esmanın cilvesine mazhardır. Adeta bir nokta-i mihrakiye hükmünde, bütün esma-i hüsnayı birden mahiyetinin âyinesinde gösterir ve onunla Ehadiyet-i ilâhiyeyi ilân eder.(Mektubat-455, Mesnevi-1325-1353)
Cenab-ı Hak bu âlemin nizam ve intizamı noktasında Hakîm ve Alîm isimleri muktezasınca “İsim ve sıfatlarının iki nevi tecelliyatı var. Biri vahidiyet ve vesait perdesi altında ve bir Kanun-i umumi suretinde tasarrufatıdır. İkincisi, Ehadiyet sırrıyla perdesiz doğrudan doğruya hususi bir teveccühle tasarrufatıdır.
Ehadiyet sırrıyla doğrudan doğruya olan ihsanı ve icadı ve kibriyası ve vesait ve esbabın mezahiriyle görünen, asar-ı ihsanından icad ve kibriyasından daha büyük, daha güzel, daha yüksektir.(Sözler-282)
İşte bu sırr-ı Ehadiyet diğer varlıklar içinde çok önemli olmakla beraber, halife-i arz ve emanet-i Kübra ile tavzif edilen insan için çok daha önemlidir.
Meselâ, celal ve kahhar isimlerinin tecellisi olan belâ ve musibetler gibi, umumi âdetullah kanunlarının icraat ve işleyişine sırr-ı Ehadiyet o musibete düşen efradın feryatlarına ve beliyyelerine giriftar olan eşhasın istiğaselerine yetişir. Onların imdadına koşar. İşte buradaki feryatlara cevap verme ve imdada koşma, Vahidiyet tecellisi değil, perdesiz vasıtasız, doğrudan doğruya hususi bir teveccühü olan sırrı-ı Ehadiyet tecellisidir.(Şualar;860)
Üstad hazretleri 33. sözde Cenab-ı Hakkın Sırr-ı Ehadiyetle bütün sesleri, duaları, feryatları işitip cevap vermesini şöyle izah ediyor. “İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki bütün âzasını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Vücud-u harici giydirilmiş olan ruh onların idaresinde (sırr-ı Ehadiyetle) manevi seslerini hissetmesinde, birbirine mani olmaz. İsterse bedenin her cüzüyle bilebilir, idare edebilir. (Aynen öyle de) Elbette âlem-i ekber olan kâinatta, O Zat-ı Vacib-ül Vücud’un irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına, hadsiz fiiller, hadsiz sadalar, hadsiz dualar, hadsiz işler hiçbir cihette O’na ağır gelmez. Birbirine mani olmaz, O Halik-i Zülcelali meşgul etmez, şaşırtmaz. Bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir… Ve hakeza.” (Sözler,316)
Nasıl ki âdetullah namı altında külli kanunların icraatı ve işleyişi hengâmında belâ ve musibetlere müptela olanların imdadına sırr-ı Ehadiyet yetişdiği gibi, bazen de bütün kâinata tecelli eden enva-i Cemalini ve tecelli-i muhabbetini, bir âyinede, bir sahifede, bir noktada sırr-ı Ehadiyet ile görmek ve göstermek istiyor. ( Sözler-260)
O zaman da levleke levlak sırrına mazhar, habibi edibini “O abdi mahsusunu Burak’a bindirip kat-ı meratib ettirerek… Daireden daireye, Rububiyet-i İlahiyeyi temaşa ettirip...” (sf-255) “Şecere-i hilkatın bir meyve-i münevveri derecesinde olan, O zat-ı kutsinin kalbini, o şecerenin hakaik-i esasiyesini istiab edecek bir fıtratta halkedip, ta Kab-ı Kavseyne cıkarmış.” Sf-260 Ehadiyeti ile Rüyetine mazhar kılarak, Kelamıyla taltif edip fermanıyla tavzif etmiştir.” Sırr-ı Ehadiyetini Cemal ve Vedud âyinelerinde görüp göstermiştir… 31.Söz. sf-255
Efendimizin (ASM) Risalete inkılâp etmiş Velâyet-i Ahmediye ile açmış olduğu bu yoldaki kapıyı dönüşünde açık bırakmış, ta ki ümmetinden kurbiyeti kesbedenler veya akrebiyetin inkişafına mazhar olanlara ve ona ittiba etmek isteyenlere bir davetiye olsun, kapıyı kapalı görüp de yeise düşmesinler diye…
Efendimizin(ASM) en büyük mucizelerinden olan mirac yolculuğu ile elde edilen yakınlık kurbiyetten ziyade, akrebiyet-i İlâhinin inkişafıdır... Çünkü Risalette zıl olmadığından dolayı, buradaki mazhariyet, perdesiz, doğrudan doğruya sırr-ı Ehadiyetin inkişafı olan, Zât-ı Ahmediyenin, risalete inkılâp etmiş olan, şahsiye-i manevisine veya Hakikat-ı Muhammediyeye olan teveccüh ve tecellisidir.
Kurbiyet sırr-ı Vahidiyete bakar vesait ve esbab perdesi altında, velâyet ayağıyla seyri sûlûk eder. Akrebiyet ise Ehadiyet tecellisine mazhardır. Berzah tarikine uğramayarak doğrudan doğruya zahirden hakikate geçer.
Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki “ Tevfik-i İlâhi refiki olan adam, tarikat berzahına girmeden, zahirden hakikate geçebilir. Seri-üs seyr olan bu zamanın evlâdına(Risale-i Nur gibi) kısa ve selâmetli bir tariki ihsan etmek Rahmet-i Hakimenin şanındandır.(Mesnevi –sf-1354)
Bununla beraber; Risale-i Nur ve nur talebeleri hizmet-i îmaniye ve Kur’aniye cihetiyle sırr-ı Ehadiyete mazhariyetle beraber, Resül-ü Ekrem (ASM) manevi miraslarından, Velâyet-i Ahmediyeden ziyade, Risalet-i Ahmediyeye varisidirler, denilebilir.(15. Mektup;31.Söz)
Bu bölümle alâkalı son olarak, Mevlana ve İmam-ı Gazali’nin kurbiyetle alâkalı tesbitlerini zikredip bu bahsi bitirelim. Mevlana hazretleri diyor ki; Kurb ne yukarı çıkmak ve ne de aşağı inmektir.(Bak Mesnevi –MEVLANA-11. cild. 1160 aşağıya inmek) Allah’a olan kurbiyet varlık kaydından (Ene ve enaniyet) kurtulmaktır.
İmam-ı Gazali ise kurbiyete üç ayrı tarif getiriyor;
“a)Filozoflarda kurbiyet; İttisal veya Hûlûl (Panteizm)
b)Sufilerde, tasavvufda kurbiyet; Fena, O’nda fani olmak
c)Kelâmcılarda ise kurbiyet; Kulun sonsuzca Allaha yaklaşmasıdır.” (Marifet ve İbn-i Arabî sf-93- Seyfullah Sevim)
Risale-i Nur mesleğinde ise; Kâinat kitabını ve Risale-i Nuru mütalaa ile îmanımızı ilmel yakîn, aynel yakîn ve hakkel yakîn mertebelerine terakki ile sırr-ı Ehadiyetle akrabiyeti İlahinin inkişafına mazhariyet kesbederek kurbiyet kazanılması olmalıdır.
Dipnotlar:
1- S.KÖSMENE –Esma-i Hüsna sf: 118.
2- Diyanet İslâm Ansiklopedisi I. Cildi.
3- “ “ “ “ “ sf:485.
4- ” “ “ “ “ “ 483 Vahid ismi Kur’an’da 21 defa geçmektedir.
5- Hakdili Kur’an Dili- E.Hamdi Yazır-10. cild 59-63-85.
6- Diyanet İslâm Ansiklopedisi 1.cildi-sf; 483.
7- “ “ “ “ “ “ “
8- İbni Kayyım Cevziyye (Elmalı-Hak Dili Kur’an Dili -10. cildi, sf; 81)
9- Akaid kitaplarında üzerinde ittifak edilen genei tariflere göre ;
TENZİHİ SIFATLAR; Ulûhiyet akidesini belirleyen ve selbi terimiyle de anılan bu sıfatlar acz eksiklik ve yaratılmışlık gibi ulûhiyete nisbet edilmesi mümkün olmayan kavramlardır.
Bu tarife göre tenzihî sıfatlar Allah’(CC) ın ne olmadığını anlatan sıfatlardır.
SÛBUTÎ SIFATLAR( Hay, Âlim, Semi, Basir, Kadir, mürid, ve mütekellim) Bunlara Sıfat-ı Seba denir. Bu isimler O’nun zâtına nisbed edilerek Rabbimizin ne olduğunu ifade eden sıfatlardır.
Âlimlerimiz, birinci guruptaki isimlerle akaîd ve îman konusuna, ikinci guruptaki isimlerle ise amel ve ibadet konusuna vurgu yapmışlardır... D.İ.A 2. CİLD. SF;490.10- Diyanet İslâm Ansiklopedisi 1. cildi sf; 484.
11- Mearicil Kuds –İmam-ı Gazali-sf; 180.
12- R.N ‘DAN CEVAPLAR ARANACAK KONULARDIR.
Nail Yılmaz