EL-MÜTEKEBBİR
Büyüklüğünü göstermekle, ‘büyüklenmek’ farklı şeylerdir. Sonsuz derecede aciz ve fakir olan insanoğlunun, büyüklenmeye kalkışması, onun hakkında kötü bir sıfat olur.
Allah, insanların anladığı mânâda büyüklenmekten münezzehtir. Zira, Kebîr, Azîm ve Aliyy ancak O’dur. Bütün varlıklarda görülen büyüklükler O’nun büyütmesiyle, yücelikler O’nun yüceltmesiyledir. O haldeMütekebbir ismini, Allah’ın büyüklüğünü ilan etmesi şeklinde anlamalı ve O’nun büyüklüğü karşısında herkesin ve her şeyin zelil, hakir, fakir ve muhtaç olduğunu bilmeliyiz.
Ahirette, bu hakikat bütün berraklığıyla görülecektir. Ama, önemli olan, bu gerçeği şu dünyada yakalamaktır.
Mütekebbir isminin bir tezahürünü Kur’ân-ı Kerîm şöyle haber veriyor.
“O gün onlar (kabirlerinden) fırlayıp çıkarlar. Allah’a karşı hiçbir şeyleri gizli değildir. (Buyrulur ki: ) ‘Bu gün mülk kimindir?’ (Şöyle cevap verilir: ) “Tek ve Kahhâr olan Allah’ındır.” ( Mü’min, 40/16)
Demek oluyor ki, bu mübarek isim, bize aciz, nâkıs, zayıf, fani ve hakir olduğumuzu ders vermekte ve büyüklüğünü ilan etmenin ancak Allah’a mahsus olduğunu ihtar ile nefsimizi haddi aşmaktan men etmektedir.
Allah Resûlü (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde beş şeye hayret ettiğini bildirir. Bunlardan birisini de şöyle ifade buyurur:
“Evvelinin bir cîfe, âhirinin bir lâşe olduğunu bildiği halde büyüklenen insana şaşarım.”
Fatiha Sûresi'nde, “bütün hamd ve senanın, âlemleri terbiye eden, Rahmân ve Râhîm olan Allah’a ait olduğu” beyan edildikten sonra, Allah’ın ‘din gününün de sahibi olduğu’ nazara verilir. Bu âyetlerle Allah, büyüklüğünü ilan etmiş ve insanlar, aciz ve fakir bir kul olduklarının idraki içinde, “Biz ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.”diye Allah’a iltica etmişler, O’na sığınmışlar, O’na güvenmişlerdir.
Namazın her rüknünde tekbir getiren ve bu tekbirin mânâsını tasdik etmek üzere el bağlayan, bel büken, yüzünü yerlere süren insan, Mütekebbir olmanın ancak Allah’a has olduğunu bütün duygularına böylece sindirmekte ve kulluk şerefinden hissesini böylece almaktadır.
Kula yaraşan ve yakışan, büyüklenmek değil kulluk etmektir.
Kulun bu isimden feyiz alması, bu varlık âleminde, Allah’ın büyüklüğünü gösteren sonsuz şahitleri güzelce dinlemesine ve seyretmesine bağlıdır.
İnsan, Allah’ın büyüklüğünü başkalarına ilan etmekle de bu isimden ayrı bir feyze nail olur.
“Büyüklüğünü her şeyde ve her hadisede gösteren.”
“Kibriya ve azamet kendisine mahsus olan.”
“Her şey, nezdinde hakir bulunan.” (Gazâlî)
“O ...Azîz’dir, Cebbâr’dır, Mütekebbir’dir.”( Haşr, 59/23)
“Kibriya ve azamet kendisine mahsus olan.”
“Her şey, nezdinde hakir bulunan.” (Gazâlî)
“O ...Azîz’dir, Cebbâr’dır, Mütekebbir’dir.”( Haşr, 59/23)
Büyüklüğünü göstermekle, ‘büyüklenmek’ farklı şeylerdir. Sonsuz derecede aciz ve fakir olan insanoğlunun, büyüklenmeye kalkışması, onun hakkında kötü bir sıfat olur.
Allah, insanların anladığı mânâda büyüklenmekten münezzehtir. Zira, Kebîr, Azîm ve Aliyy ancak O’dur. Bütün varlıklarda görülen büyüklükler O’nun büyütmesiyle, yücelikler O’nun yüceltmesiyledir. O haldeMütekebbir ismini, Allah’ın büyüklüğünü ilan etmesi şeklinde anlamalı ve O’nun büyüklüğü karşısında herkesin ve her şeyin zelil, hakir, fakir ve muhtaç olduğunu bilmeliyiz.
Ahirette, bu hakikat bütün berraklığıyla görülecektir. Ama, önemli olan, bu gerçeği şu dünyada yakalamaktır.
Mütekebbir isminin bir tezahürünü Kur’ân-ı Kerîm şöyle haber veriyor.
“O gün onlar (kabirlerinden) fırlayıp çıkarlar. Allah’a karşı hiçbir şeyleri gizli değildir. (Buyrulur ki: ) ‘Bu gün mülk kimindir?’ (Şöyle cevap verilir: ) “Tek ve Kahhâr olan Allah’ındır.” ( Mü’min, 40/16)
Demek oluyor ki, bu mübarek isim, bize aciz, nâkıs, zayıf, fani ve hakir olduğumuzu ders vermekte ve büyüklüğünü ilan etmenin ancak Allah’a mahsus olduğunu ihtar ile nefsimizi haddi aşmaktan men etmektedir.
Allah Resûlü (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde beş şeye hayret ettiğini bildirir. Bunlardan birisini de şöyle ifade buyurur:
“Evvelinin bir cîfe, âhirinin bir lâşe olduğunu bildiği halde büyüklenen insana şaşarım.”
Fatiha Sûresi'nde, “bütün hamd ve senanın, âlemleri terbiye eden, Rahmân ve Râhîm olan Allah’a ait olduğu” beyan edildikten sonra, Allah’ın ‘din gününün de sahibi olduğu’ nazara verilir. Bu âyetlerle Allah, büyüklüğünü ilan etmiş ve insanlar, aciz ve fakir bir kul olduklarının idraki içinde, “Biz ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.”diye Allah’a iltica etmişler, O’na sığınmışlar, O’na güvenmişlerdir.
Namazın her rüknünde tekbir getiren ve bu tekbirin mânâsını tasdik etmek üzere el bağlayan, bel büken, yüzünü yerlere süren insan, Mütekebbir olmanın ancak Allah’a has olduğunu bütün duygularına böylece sindirmekte ve kulluk şerefinden hissesini böylece almaktadır.
Kula yaraşan ve yakışan, büyüklenmek değil kulluk etmektir.
Kulun bu isimden feyiz alması, bu varlık âleminde, Allah’ın büyüklüğünü gösteren sonsuz şahitleri güzelce dinlemesine ve seyretmesine bağlıdır.
İnsan, Allah’ın büyüklüğünü başkalarına ilan etmekle de bu isimden ayrı bir feyze nail olur.
Sorularla İslamiyet