VIII - Esma-ı Hüsnânın Okunması:
A. Kainattaki tecellileri:
Kâinat ve içindeki sanat eserleri Cenab-ı Allah'ın isimlerinin tecelli ettiği yerlerdir. Tecelli tecelli edeni gösterir. Fakat bu Onu zâtında olduğu gibi değil, bir anlamda izhar eder. Zira tecelli, tecelliye mazhar olanın takati nisbetinde olur. Tıpkı güneşin aksinin bir cam parçasında olduğu gibi, o yansıma bize güneş hakkında bilgi verir. Ancak güneşin mahiyetini tam anlamıyla anlatmaz. İmam Rabbani'nin ifadesiyle "Mümkün varlıkta bir hayal varsa, Vacib zatın hayatına bir ayna olmuştur. Bir ilim varsa, o yüce zâtın ilmine aynadır. Eğer onda bir kudret varsa, o yüce zâtın kudretine bir aynadır."87
"İşte şu kusursuz futursuz,
88 Bak, bir kusur görebilir misin?" sırrına mazhar olan şu âsâr-ı meşhude-i âlem, şu mevcudat muntazam-ı kâinatta olan sanat ise, bilmüşahede bir müessir-i zi'l-iktidarın kemâl-i efaline delalet eder. O kemal-i efal ise bilbedahe o fail-i zülcelalin, kemal-i esmasına delalet eder."89
İmam Gazalî isimleri izah ederken, insanların da ondan alacağı hissenin de ne olacağını anlatmakta ve önemine işaret etmektedir. Bütün isimler ve tecellileri insana birşeyler ifade etmeye yöneliktir. İlâhî kelâmın muhatabı, mukaddes emanetin taşıyıcısı ve sorumluluk yüklenen yegane varlık olan insandır. Sebeb ve sonuç ilişkisini, eser ve sanatkâr münasebetini anlayabilecek kapasitede yaratılmıştır.
Biz Mimar Sinan'ı Selimiye ve Süleymaniye ile tanırız. Sanatkârın eserlerinde gördüğümüz güzellik ve mükemmelik, Onun büyüklüğü hakkında bize fikir vermektedir. Eserde gördüğümüz özelliklerden yola çıkarak takib ettiğimiz mantık silsilesi, karşımıza sanatkârın manevi bir portresini çıkarır. İdeal bir insan düşünelim ki değişik isim ve ünvanlara sahip olsun. Bu kimse mesleğinde zirveye erişmiş bir mühendis olsun. Bunun yanında öğretim üyeliği yapsın, roman yazsın, hüsn-ü hat sahibi olsun, ney üflesin, nadide çiçek yetiştirsin, bütün bu mesleklerde son derece maharet ve mükemmelik sahibi olsun. Farklı vasıfları icabı temasta bulunduğu farklı insanlar onu farklı farklı anlatacaklardır. Ama hepsi de onun mükemmel olduğunu söyleyeceklerdir. Onun mükemmel olduğunda ittifak ettikleri halde, herbiri onun ayrı ayrı yönü hakkında bilgi sahibi olduğu için sadece onu, o yönüyle mükemmel olarak bilecektir. Onun çok yakınında olanlar ise, bütün mükemmel yönleriyle tanırlar.
Aslında biz de dahil bütün kâinat o isimlerin manâlarını göstermektedir. "Nereye yüzünüzü çevirirseniz Allah oradadır" âyetinde de açıklandığı gibi, her varlık o isimlerin manâsını dile getirir. Yoksa bu âyeti tam bir panteist gibi izah etmek zorundasınız, gördüğünüz herşey Allah'tır diyeceksiniz.
Bir varlıkta birçok isim tecelli etmektedir. Güzel bir çiçek Lâtif, Kerim, Mussavvir, Munazzım, Vedûd, Rahim ve Mün'im gibi yüzlerce ismi bize gösterir." İşte Cennet bir çiçektir. Huri taifesi dahi bir çiçektir. Rûy-i zemin dahi bir çiçektir. Bahar da bir çiçektir. Sema da bir çiçektir; yıldızlar o çiçeğin yaldızlı nakışlarıdır. Güneş de bir çiçektir. Ziyasındaki yedi rengi o çiçeğin nakışlı boyalarıdır."91 Başka bir ifadeyle denizler dalgalarıyla onun azamet ifade eden Celil ve Cebbar isimlerini haykırırken, rızka muhtaç zayıf ve çaresiz yavrular da Onun Rahman ve Rahim isimlerini terennüm etmektedir.92
Razî Allah'ın isimlerinin okunması konusunda şöyle diyor: "Mahlukatın sırlarında öylesine bir tefekkür ki, sayesinde her bir atom gayb âlemine karşı açılmış parlak bir ayna haline gelir. Kişi akıl gözüyle baktığında celâl alemini görür." Bunu, sınırı olmayan bir makam olarak vasıflandırır, sahili olmayan bir denize benzetir.93 Diğer bir ifadesinde ise şöyle diyor: "Eğer mukarrebîn melekler, peygamberler, Cennet ve Cehennem sâkinleri Allah'ın celâlini ve kibriyâsının izahını başlangıclarından ebede kadar anlatmakla meşgul olsalar, sonra anlattıklarını anlatmadıklarıyla karşılaştırsalar görecekler ki, anlatılanların anlatılmayanlara nisbeti yokluğun varlığa nisbeti gibidir. Çünkü anlattıkları sonludur. Anlatmadıkları ise sonsuzdur".94
Adl, Kuddus, Kayyum, Ferd, Rahman ve Rahim, gibi isimlerin insan tarafından nasıl okunabileceğine meşhur kelâmcıların bunları nasıl yorumladıklarına bir göz gezdirelim:
Adl: Kendisinden adl fiilinin zahir olduğu zât. Bu ismi tam kavrayabilmek için meleküt âleminin en yüksek mertebesinden tutun maddenin en küçük parçasına kadar bilmek ve kuşatmak gerekir. Rububiyetin güzelliği ve yaratıklardaki nizam, insanı hayrete düşürecek vasıftadır. Allah, gerek maddi ve gerekse manevî olan herşeyi yerli yerine koymuştur. Dünya, su, hava, yıldızlar bir tertip, bir nizam ile yaratılmış olup Adl ismini göstermektedir. Bu izahtan sonra Gazali kendi tabiriyle "daha amiyane" bir ifade kullanmak istiyor ve şöyle diyor: "İnsan, bedenine bakmalı. Kemik, et ve cilt. Bu tertibi tersine çevirsek düzen bozulur. İnsanın elini, ayağını, gözünü, kulağını, burnunu en uygun şekilde yerleştirmesi Adl isminin tezahürüdür. Göz en uygun yere konulmuştur. Ensede, kafanın ortasında, ayakta veya elde olsaydı, uygunsuz ve tehlikelere maruz kalırdı. Burun alında olsaydı ne kadar gayesiz ve çirkin olurdu. Güneş de böyledir. Herşey yerli yerine konulmuştur. Bu ismin izahı ciltleri gerektirir." İmam Gazali'ye göre insanın bu isimden hissesi ise şehvet ve gazab duygusunu akıl ve dinin emrine vermesidir. Aksini yaparsa zülmetmiş olur. Zira kendisine verilen duyguları yerli yerinde kullanmamış olur.95
Ayrıca kainattaki bu müvazene ve denge Adl isminin bir tecellisidir. Bu denge olmasaydı, yalnızca bir balık bin yumurtacık ile, bir haşhaş bitkisi yirmi bin tohum ile o dengeyi öylesine bozacaktı ki, bir senede belki bir günde alt üst olurdu. Deniz kokuşur, hava zararlı gazlarla dolar, yeryüzü bir mezbeleye, bir bataklığa dönüşecekti.
Diğer taraftan insan ve hayvan bedenindeki hücrelerin faaliyeti,
kandaki al ve ak yuvarların dengeli çoğalması,
atomların rastgele hareket etmeyişi,
hayvan ve bitkilerin ölüm ve doğumlarındaki dengenin sağlanması,
güneş ve gezegenler arasındaki ahengin devamı öylesine ince bir ölçü ile yapılır ki,
insan aklı hiçbir yerde hakiki olarak hiçbir israf, hiçbir abes göremez.
Bediüzzaman'ın ifadesiyle "Ziya güneşi gösterdiği gibi, bir tek Zat-ı Adl ve Rahim'i gösteriyor." Işık güneşe ne kadar delalet ediyorsa bunlar da Allah'ın "Adl" ismine o oranda delâlet etmektedir.96
Rahman ve Rahim: Bu isimler Cenab-ı Allah'ın kullara karşı şefkatli olduğunu ifade etmektedir. Gazali bu isimlerin yorumunda dört merhaleyi zikretmektedir:
(1) Kullarını icat etmekle,
(2) hidayet ve saadet vesilesini vermekle,
(3)ahirette mutlu kılmakla,
(4) cemalini görmeyi nasib etmekle kullarına lütufta bulunmuştur.
İnsan ve hayvanlardaki bütün annelerin yavrularına gösterdiği şefkat Onun rahmetinin küçük bir tecellisinden ibarettir. Burada Gazalî şer problemine girer ve "Bu kadar şefkatli ve merhametli olduğu halde şerrin varlığına nasıl müsaade etmiştir?" sorusuna şöyle cevap verir: "Umumi faydalar düşünüldüğü için şerre müsaade edilmiştir. Allah, hayrı bizzat hayır olduğu için irade etmiş, şerri de hayır yönü itibariyle irade etmiştir. Çocuğun annesi, şefkatinden dolayı çocuğa hacamat (Bugünkü tabirle aşı) yapılmasını istemez. Çünkü çocuk biraz acı duyacaktır. Babası ise hacamat yaptırır. Sağlık açısından gerekli. olduğu için. Küçük bir şer için büyük hayır terkedilmez.97
Verilen bütün nimetler Onun rahmetinin eserleridir. Rızka muhtaç olanları yaratan ve onlara rızıklarını ulaştıran Odur. İmanı Gazalî bu meseleyi anlatırken Hatem-i Asam'dan (v.237 h) bir mesele anlatmaktadır: Biri Hatem'e sormuş, "nereden yiyorsun?" Hatem "Onun hazinesinden" diye cevap vermiş. Soran kişi "O sana gökten ekmek mi indiriyor?" diye sorunca, Hatem şöyle cevap vermiş: "Eğer yeryüzünü yaratmasaydı, gökten indirirdi."98 Eğer onun rahmet hazinesinden gelmeseydi, şimdi on beş bin liraya aldığımız bir kilo elmayı, onbeş milyara alamazdık.
Ferd: Bu ismin cilvesinden bahsedilirken kainat, yeryüzü ve insandaki tecellisine dikkat çekilmektedir.
Ferd. ismi kainata bir damga vurmaktadır. "Kâinatı parçalanmayı kabul etmez bir küll" haline getirmektedir. Bütün kâinatı yaratamayan hiçbir parçasına sahip olamaz. Bir unsurun dizginini tutan, hepsinin dizginini tutandır.
Aynı şekilde yeryüzüne bir ferdiyet damgasını vurmaktadır. Bütün canlıları bütün fertleriyle idare etmeyen ve hepsini birden göremeyen bir zat, hiçbirisini icad edemez. İki yüz bin hayvanın yanısıra, iki yüz bin bitki türünün ayrı ayrı şekilleri, ayrı ayrı rızıkları, ayrı ayrı cihazları hiçbir karışıklığa meydan verilmeden yaratılmaları Ferd isminin bir cilvesidir.
İnsandaki tecellisi ise insanın yüzüne vurulan ve onu diğer bütün insanlardan ayıran manevi bir damgadır. Hz. Adem'den kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanları bir anda göremeyen, herbirinin yüzüne onu diğerlerinden ayıran bir özellik koyamayan kimse insanın yaratıcısı olamaz. Temel organlarda benzediği halde, hiçbir insanın diğerinin tıpkısı olmaması Ferd isminin cilvesiyle izah edilmektedir.99
Kayyum: Cenab-ı Allah kendi kendine kâfidir. Başkasına muhtaç değildir. Varlığının devamı için başkasının vucuduna ihtiyacı yoktur. Mutlak manada Kendisiyle kaimdir. Her varlığın devamı Onunladır. Herşey Onun ile kaimdir.100 Şu kâinattaki gök cisimlerinin deveranları, devamları Kayyum isminin tecellisidir. "Eğer o cilve-i Kayyumiyet bir dakikada yüzünü çevirse, bir kısmı küre-i arzdan bin defa büyük milyonlarla küreler, sonsuz feza boşluğunda dağılacak, birbirine çarpacaktır."101 Hatta canlı ve cansız bütün varlıkların vücudundaki zerreler ve hücrelerin dayanışma içerisinde bulunmaları, dağılmaktan korunmaları Kayyumiyet isminin tecellisiyle izah edilmektedir. Yani atomların birbirlerini çekme kabiliyeti Kayyumiyetin bir eseridir.
Kuddus: İmam Gazali "Kuddus" ismini anlatırken şöyle diyor: "Duyguların algıladığı her vasıftan münezzehtir. Ayıp ve kusurdan tenzihi dahi ona nisbet etmek edebe aykırı sayılır. Allah kulların kemâl zannetiği vasıflardan da münezzehtir."102 Kuddûs isminin yorumunda Bediüzzaman, kâinattaki temizliği nazara vermektedir. Yeryüzünün, bulutların, yağmurun, sineğin, kargaların, kurtların, solucanların, karıncaların, böceklerin, insan vucudundaki al ve ak yuvarların hepsi Kuddus isminin cilvesine mazhar olarak hareket ettiklerini ve temizlik görevlerini yerine getirdiklerini anlatmaktadır. "Bu kâinat ve bu küre-i arz daim işler büyük bir fabrika, her vakit dolar boşalır bir han, bir misafirhanedir. Halbuki böyle işlek fabrikalar, hanlar ve misafirhaneler, müzehrefatla, enkazlarla, süprüntülerle çok kirleniyor, bulaşıyor, ufunetli maddeler her tarafında teraküm ediyorlar. Eğer pek çok dikkatle bakılmazsa ve süpürülüp temizlenmezse, içinde durulmaz." Halbuki ölen yıldızların ve meteor taşlarının enkazlarından tutun, ölen hayvanların leşlerine kadar herşey mukemmel bir temizliğe tabi tutulmaktadır. "Demek bu kâinat fabrikası, Kuddüs ismimin büyük tecellisine mazhardır."103 İnsan maddi ve manevî yönlerini temizlemekle Kuddûs ismine bir mazhariyet kazanmış olur.
Gazali şöyle diyor: "Kuddûs ismine mazhariyet, ilmini hayvanî hallerden, iradesini beşerî ve şehevani hazlardan temizlemesidir. İlmiyle ezeli meselelere yaklaşacak. İradesi ile Allah'ı isteyecek. Tek bir zevki ve şevki olacak o da Allah'ı bulmak. Gazali burada gerçekten ağır bir tabir de kullanıyor: "Kimin himmeti midesine giren şey ise kıymeti de ondan çıkan şey kadardır."104
B. "Benlik" ve Esma-ı Hüsnâ:
"Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik; hepsi de yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi."105 Burada zikredilen emanet meselesinde farklı yorumlarla birlikte esasında "benlik şuuru"dur. Allah'ı sormak ve öğrenmek için ne lazımsa Cenab-ı Allah insana vermiştir. Akıl, beş duyu, konuşma ve anlama kabiliyeti ve bilhassa âyette de ifade edildiği üzere emanet taşıyıcığılı, yani "ene" adıyla bilinen benlik duygusunu Cenab-ı Allah insana vermiştir. Bediüzzaman şöyle diyor: "Sani-i Hakim, insanın eline emanet olarak, rububiyetinin sıfat ve şuunatının hakikatlerini gösterecek, tanıttıracak işârât ve nümuneleri câmi bir ene vermiştir. Ta ki o ene bir vahid-i kiyasî olup, evsaf-ı rububiyet ve şuunat-ı uluhiyet bilinsin. Fakat vahid-i kıyasi, bir mevcud-u hakiki olmak lâzım değil. Belki hendesedeki farazi hatlar gibi, farz ve tevehhümle bir vahid-i kıyasi teşkil edebilir. Ilim ve tahakkukla hakiki vücudu lazım değildir." Cenab-ı Allah'ın isim ve sıfatlarının bilinmesi neden "enaniyet"e bağlı olduğu şeklindeki bir soruyu şöyle cevap vermektedir: "Çünkü mutlak ve muhit bir şeyin hududu ve nihayeti olmadığı için, ona bir şekil verilmez ve üstüne bir suret ve bir taayyün vermek için hükmedilmez, mahiyeti ne olduğu anlaşılmaz. Ne vakit hakiki veya vehmi bir karanlık ile bir hat çekilse, o vakit bilinir. işte Cenab-ı Hakkın ilim ve kudret, Hakim ve Rahim gibi sıfat ve esması muhit, hudutsuz, şeriksiz olduğu için, onlara hükmedilmez ve ne oldukları bilinmez ve hissolunmaz. Öyle ise hakiki nihayet ve hadleri olmadığından, farazî ve vehmî bir haddi çizmek lazım geliyor."106
Ene, başka bir ifadeyle, "benlik şuuru," insanın elinde bir anahtardır. Gazalî marifet-i İlâhiyyenin yolunu anlatırken şöyle diyor: "Bunun yolu, (Onun sıfatlarını) nefislerimizden bildiklerimizi benzetmektir. Kadir, âlim, diri, konuşan olduğumuzu anladığımızda, bunları Allah'ın vasıfları olarak duysak onu kavramaya çalışırız. Yoksa balı hiç tatmamış bir adama balın lezzetini anlatmak gibi olur. Ama şekerin lezzetini bilen bir adama balın lezzetini de ona benzetsen zihninde bir lezzet kavramı oluşacağından bir derece anlar. Aksi takdirde Allah'ı anlamak için kendisinin ilah olması lazım."107
"Ene," Allah'ın isimlerini anlamaya, keşfetmeye yarayan bir cihazdır. "Yeteri kadar gelişmiş bir insanın muhayyilesi, kâinattaki atomları tek tek saymaya ihtiyaç duymaksızın, bir takım ilmî hesaplamalarla 79 sıfırlı bir rakamı kullanabilir; yahut kâinatın büyüklüğünü anlamak için galaksi kümelerini tek tek ziyaret etmeyi aklından geçirmeden, ışık yılı ölçü olarak kullanabilir.
İnsanın, Allah'ın sıfat ve isimlerini anlaması için daha mücerred zihne muhtaçtır. Çünkü kâinatın atomları da, genişliği de sınırlıdır. Ancak Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatları her türlü sınırın ötesindedir. Yukarıda zikrettiğimiz ayette de ifade edildiği gibi hiçbir benzeri olmayışı da, isim ve sıfatlarının anlaşılmasını büsbütün zorlaştırmaktadır. İşte burada "ene" devreye girmektedir.
Kendi sınırlı kabiliyetlerimizle sonsuz isim ve sıfatlarını bir nebze anlamaya çalışacağız.
"Sobam evimi nasıl ısıtıyorsa, güneş de dünyayı öyle ısıtıyor."
Azıcık kudretimle, onun galaksileri döndüren sonsuz kudretini,
azıcık ilmimle onun herşeyi kuşatan sonsuz ilmini kavramaya çalışacağım.
Onun mahiyetini belki de hiç anlamayacağız, ama onun sonsuzluğunda şüphe etmeyeceğiz.
Çünkü elimizde "ene" isimli ölçü aletimiz vardır.
Tıpkı güneşin yüzündeki sıcaklığın Kelvin ölçeğine göre 15 milyon derece olduğunu biliyoruz,
fakat belki de insanlık olarak biz bunu hiçbir zaman tecrübe edemeyeceğiz.
Bu konudaki acizliğimiz bu kesin bilgimizi zedelemeyecektir.108
Biz "ene" anahtarıyla onun isimlerini kavramaya çalışacağız, ama O, hiçbir varlığa benzemez. "Mümkün alemdeki bütün varlık onun eseridir. Kişinin rahim, sabûr, şekûr olması ona benzerliği gerektirmez. Semi', basir, alîm, kadir, hay ve fail gibi."109 İnsanda sınırlı bir ilmin, Cenab-ı Allah'ta ise sonsuz bir ilmin bulunması benzerliği gerektirmez. İmam Gazali "At ne kadar zeki olursa olsun, insana benzemez" diyor.110 Ayrıca nasıl ki bir insan hocasının ilminden istifade eder, ancak hocasının ilmi talebeye geçmediği gibi, kul da Allah'ın isimlerine mazhar olur, onların mânâlarıyla ahlâklanır, ancak onlar insana geçmez, kula uluhiyet isnad edilemez.111 Tetabuk yönünden de kulların isimlerine benzemez. Zira bazan bir insanın ismi "Alim" olur, Fakat kendisi cahil olur. Adı "Adil" olur, fakat kendisi zalim olur. Oysa Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatları tam tetabuk halindedir.112
Devam edecek...