İKİNCİ BÖLÜM : SÖZ VERME BÖLÜMÜ
33. “İyyâke na’budu” ne demektir?
“ Ancak Sana kulluk ederiz.” demektir.
34. “iyya” ne anlama gelmektedir?
Bir anlamı yoktur. Fiilinin önüne geçen ve tek başına ayakta duramayacak olan : “ ك ”harfine dayanaklık etmektedir. Esas mânâya vurguyu veren mef’ûlü bih’in burada fiil ve fâilin önüne geçmesidir.
35. Bu bir söz veriş midir ? Bu neyi gerektirir ?
Bu elbette bir söz veriştir. Onun için bu cümleyi Yüce Allah’a bütün hayatımızı kuşatacak ciddi bir söz verdiğimizin farkında olarak söylememiz gerekir.
36. Biz bu sözü ilk defa ne zaman verdik? Daha sonra da verdiğimiz bu sözün anlamı nedir?
Biz bu sözü ilk defa “Kâlû belâ”da verdik. 7.172 .
Daha sonra da bu önemli sözü aklımız başımıza gelip de şuurlu bir şekilde “ Lâ ilâhe illallah “ diyerek bu dinin kapısından içeri girerken verdik. Söylediğimiz bu kısa ve özlü cümle ile şunu demek istedik : Ey Rabbim ! Benim hayatımda bundan böyle Senden başka hiçbir ilah olmayacak, benim hayatımda tek bir otorite olacak o da Sen olacaksın. Ne emretmişsen ne yasaklamışsan hepsini kabul ediyor ve yaşamaya da söz veriyorum. Ben bundan sonraki hayatımı ne kendi kafama göre, ne de benim gibi başka insanların kafalarına göre değil, sadece Senin istediğin şekilde ve sadece Senin hoşnutluğunu kazanmak için yaşayacağım. Bu konuda benim tek rehberim kitâbın Kur’ân ve Senin örnek olarak gösterdiğin Hz.Peygamber olacaktır.
Hz.Peygamber “ Lâ ilâhe illallah “ diyen cennetliktir derken işte bu mânâda söz verebilen ve elbette başta verdiği bu söze sâdık kalanları kastetmiştir. Çünkü tutulmayan bir sözün hiçbir değeri yoktur. Bu sebeple iman ile amel Kur’ân’da : "الذين آمنوا وعملوا الصالحات"52 defa beraber zikredilmiştir. Kaldı ki inandığı gibi yaşamayan bir kişi zamanla yaşadığı gibi inanmaya başlayacaktır. Yani yaşantısını normal görmeye başlayacaktır. Çünkü vicdanı verdiği sözün altında ezilecek ve bu sızıyı dindirmek için böyle bir yola başvuracaktır. Eğer bu durum helali haram, haramı da helal gibi görme noktasına ulaşırsa iman da haber vermeden ortadan kalkacak demektir. Çünkü başta verilen o ciddi sözden sadece birisini bile geriye almak bütünlüğü bozacaktır. İman ise bir bütündür. Amellerimizde eksiğimiz fazlamız olabilir ama iman böyle değildir, o hiçbir defo kabul etmez. Bir âyeti bile kabul edemezseniz bütün Kur’ân’a ters düşmüş olursunuz.
37. “İyyâke na’budu” yü tercüme ederken “ibâdet” kelimesini kullanmamızın sakıncası var mıdır?
Sakıncası vardır. Çünkü “ ibâdet “ kelimesi türkçemizde mânâ kaybına uğramış bir kelimedir. Çünkü bugün ibâdet deyince aklımıza sâdece, namaz, oruç, hac ve zekat gibi bazı sayılı ibâdetler gelmektedir. Halbuki biz burada bütün hayatımızla ilgili ciddi bir söz vermekteyiz. Zirâ Yüce Allah’a kulluğumuz hayatımızın tamamını kuşatmaktadır. Nitekim âhiretteki o büyük mahkemede de hayatımızın her ânının hesabını vereceğiz. Orada hesabını vermeyeceğimiz hiç bir sözümüz ve işimiz yoktur. O halde bütün hayatımızın Onun istediği şekilde yaşanması gerekmektedir.
38. Bu ifadeyle konuşma ağzı 3. şahıstan 1. sahsa geçmektedir. Bu sanatın belağattaki adı nedir?
Hitap ağzının birdenbire değişmesi ( 3. şahıstan 1.şahısa veya 2.şahıstan 1. şahısa ) Arapça’da “İltifat” sanatı diye adlandırılır. Buradaki iltifat kelimesi ile Türkçemizdeki iltifat kelimesini birbirine karıştırmamak gerekir. İltifat kelimesi burada sözü bir ağızdan başka bir ağza döndürmek anlamında kullanılmıştır.
39. Burada 3. şahıstan 1. şahısa geçilmesinin hikmeti ve anlamı nedir?
Arapçada bu uygulama yerinde ve zamanında yapılınca bir sanat olmakta ve söze ayrı bir tat ve canlılık katmaktadır. Nitekim burada Yüce Allah’a hamdimizi sunduktan sonra birden bire Onu karşımızda bulmakta ve direk olarak kendisine hitâp edip iki ciddi söz vermekteyiz.
40. Böyle bir ifâdenin “vahdet-i vücut” felsefesi ile bağdaşması mümkün müdür?
Vahdet-i vücûd, netice itibâriyle insanın kendi varlığını Allah’ın varlığı içinde eritip kaybetmesi demektir. Halbuki burada Yüce Allah, fiîlî bir durum meydana getirerek bizi karşısına almakta ey insan, sen kulsun, Ben ilâhım, senin kul olarak yapman gereken bir sürü iş ve görevlerin var diyerek bizden yapacağımız işlerle ilgili söz almaktadır. Esâsen Kur’ân’da bize Allah’ın varlığı içinde kendi varlığımızı eritmek gibi bir hedef de gösterilmemiştir. Bu bakımdan vahdet-i vücûdu büyük bir mertebe olarak görmek yanlıştır. Nitekim, güya kendi varlığını Yüce Allah’ın varlığı içinde eritip “انا الحق ” “Ben Allah’ı” diyebilen birinin artık : “إياك نعبد ” “Ben ancak Sana kulluk ederim.” demesi de imkansız hâle gelecektir. Çünkü, o kişi kendisini artık Allah’ın varlığında erittiği ve kendi varlığını kaybettiği için ancak : “إياى أعبد ” “Ben ancak bana kulluk ederim.” diyebilecek demektir. Fâtiha sûresinin bu cümlesinde ise, kul ve Allah ayrımı açık ve nettir. Kaldı ki, Yüce Allah’a kulluk mertebesi eğer yaşanabilirse insanın varabileceği mertebelerin en yücesidir. Nitekim, Yüce Allah, Peygamberimizi bile nitelendirirken önce Allah’ın kulu, sonra da Rasûlü olarak nitelendirmiştir.