Konuya cevap cer

Mukaddime


Kur'ân'a Fâtiha ile başlanır. Namaza Fâtiha ile girilir. Her hayırlı  iş bu pırlanta anahtarla açılır ve açılan kapılar arkasındaki  karanlıklar da bu ışık kaynağı ile aydınlanır.

  Bu itibarla ona her şeyin başı ve esası ma'nâsında 'Fâtiha' denilir.  Maddî-mânevî, ferdî-içtimâî pek çok dert-lere derman olması itibariyle  ona 'Şâfiye', insanlığın bütün problem ve sıkıntılarına yeterli bir  reçete olması cihetiyle 'Kâfiye', bütün kitapların fihristi ve Kur'ânî  hakikatlerin ezelî bir hülâsası olması yönüyle de 'Ümmü'l-Kitâb'  denmiştir.

Fâtiha, Kur'ân-ı Kerîm'in, dolayısıyla bütün semâvî  kitapların ana gayesini, temel esaslarını ihtivâ eden, tam bir kitap  genişliğinde mübârek bir sûredir. Kur'ân-ı Kerîm'deki ana esasları  itikâd, ibâdet, muamelât veya hayat nizamı olarak hülâsa edecek olursak,  Fâtiha sûre-i celilesinde, bütün itikâdî mes'elelere, ibâdetle alâkalı  bütün hususlara ve bir hayat nizamına ya bir sarâhat, ya bir delâlet  veya bir işâret, hiç olmazsa bir remiz bulmak her zaman mümkündür.

İslâm'da  inanılması gerekli olan esaslar, bir kısım mücerred düşüncelerden  ibâret değildir. İslâm'da, imân edilmesi gerekli olan prensipler,  bilinmesi, düşünülmesi, inanılması, benliğe mâledilmesi, sonra da  onlarla, Allah'a teslimiyete ulaşılması gerekli olan bir kısım hayatî  değerlerdir. Bu hayatî değerler, en geniş ma'nâsıyla, düşünce ve zikirle  derinleşir, ibâdetle beslenir; hattâ muâmelât ve muâşerette nefsânîlik  ve beşerî mülâhazalara girmemek için onlar da çerçeve içine alınır.  Böylece mü'min, her an imân dairesiyle münasebet içinde olur ve imânın  ana mihveri etrafında döner durur.

Fâtiha suresinde bütün bu hususlar, derin bir münasebet içinde baş başa ve omuz omuzadırlar:

Sûre-i  celile, evvelâ; hakiki ma'nâsıyla hamd ü senâya lâyık olan Zât'ı nazara  verir; O'nu varlığın esası sayılan bir kısım sıfatlarla tanıtır,  herşeyin zimamının O'nun elinde olduğu gerçeği üzerinde durur; sonra da,  O'na boyun eğilmesi lâzım geldiğine dikkati çeker; bu boyun eğme ve  diğer sorumluluklarla beraber gelen külfet, sıkıntı ve ihtiyaçlar  karşısında yardımın sadece ve sadece O'ndan istenilmesi gerektiğini  ihtâr eder; bilhassa insan-oğlu için yardımların en önemlisi sayılan,  hidâyete erdirilme talebini hatırlatır ve bu yüce talebi de en  imrendirici bir çerçeve ile verir ki; bu çerçeve ilk günden bu yana,  Hakk'ın ni'metlerine mazhar olmuş ve azıp-sapma gibi talihsizliklere  düşmemişlerin çerçevesidir...

Görüldüğü gibi bu sûre-i celile,  âdetâ Kur'ân'ın mukaddimesi gibidir. Değişik sûrelerde ayrıntılarıyla  anlatılan pek çok yüksek hakikât, onda ya özetlenmiş, ya bir işâretle  gösterilmiş veya çağrıştırma prensipleriyle verilmiş gibidir.

Ne  var ki, bunların bütününün misallendirilmesi çok zaman alacağından, o  hususu, yüzlerce ehl-i tahkik mü-fessirin isâbetli tefsir ve  tesbitlerine ve onlardan küçük ve bulanık bir damla olan şu kitapçığa  havale ederek.. bu kitabın hazırlanışıyla alâkalı bir iki mes'eleyi  arzetmek istiyoruz:

1) Bu kitabın muhtevâsı,  böyle bir kitaba mevzû teşkil etmesi esasına göre hazırlanmadı;  camilerde halka hitaben yapılan konuşmalardan derlendi.

2)  Edâ ve takdimde, cami cemaatinin duygu, düşünce ve hissiyâtı nazara  alındığından, az dahi olsa rötuşlama-lara rağmen, konuşma dili olduğu  gibi kaldı.

3) Va'z üslûbu içinde, bir mevzûdan  diğer mevzûya geçerken, önceki bahislerin hatırlatılmasından bir kısım  tekrarlar meydana geldi. Ve kitapta da bunları ayıklama imkânı olmadı.

4)  Kur'ân-ı Kerîm'in yüksek üslûbunu bazen sarf, nahiv, maan, beyan  (gramer, ma'nâ ve açıklama) prensiplerine göre göstermek gerektiğinden,  bazı yerlerde oldukça teknik ağırlıklı oldu.

5)  Ümmet-i Muhammed'e faydalı olup olmayacağını bilemediğim halde, sırf  arkadaşlarımın hissiyât ve arzularına hürmetimin ifadesi olarak 'Evet'  dediğim böyle bir mes'elede, hata etmiş isem kardeşlerimin temiz  düşün-celerini şefaatçı yaparak Rabbimin beni affetmesini dilerim.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst