Gençliğe Mesaj-Şaban Döğen-Eser-

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
ÖĞRENMEK

NEYE MUHTACIZ?

Bir arıyla insan yavrusunun farkını hiç düşündünüz mü? Yirmi günlük arının çiçek çiçek uçup bal yapmaya başladığını çok görmüşsünüzdür. Bir insan yavrusu ise iki senede ancak ayağa kalkar, konuşmaya başlar. 6-7 yaşında okula gider. Okumayı, yazmayı öğrenir. Liseyi, üniversiteyi bitirinceye kadar hep okur, öğrenir, didinir, çabalar. Çünkü yaşayabilmek için hayatı, insanları öğrenmeye muhtaçtır. Kârını, zararını öğrenmek zorundadır. Ama bir arı yavrusu öyle mi? Onunla bal yapabilmesi için ne okuyup öğrenmeye, ne de üniversite bitirmeye ihtiyacı vardır. Mükemmel olarak gönderilmiştir. Yetiştirilmiştir. Daha petekten çıkar çıkmaz işbaşı yapar. Biz değil yirmi gün veya yirmi sene, hayat boyu öğrenmeye muhtacız. Bunun içindir ki, Beşikten mezara kadar öğrenmemiz emredilmiştir. İnsan kabiliyetlerini ancak okuyup öğrenmekle geliştirir. Bir çekirdeğe benzeyen duyguları bilgiyle kabuğunu çatlatır, filiz verip gelişir.


Bilgi gıdadır. Akıl ve kalp onunla doyar.

Bilgi başarıdır. Bilgisizlik yenilgidir.

Bilgi cesarettir. Bilen insan problemler ve olaylar üzerine cesaretle yürür.

Bilgi dürbüne benzer çetrefilli meseleleri onunla görür ve çözeriz.

Bilgi enerjidir. Hayatın güçlüklerini onunla üstlenir, engelleri onunla aşarız.

Bilgi ışıktır. Yolumuzu onunla aydınlatırız.

Bilgisizlik ise bütün kötülüklerin kaynağıdır. Bilgisiz insan en büyük kötülüğü kendisine yapmış olur.

Bilgisiz insan dik duramayan boş çuvaldan farksızdır. Sadi, bilgisizi, Savaş davuluna benzetir. Sesi çok çıkar, ama içi boştur.

Güzel düşüncelerle, bilgi yumaklarıyla doldurulamayan zihin kutusunu zararlı ve faydasız kırıntılarla meşgul eder.

İnsan ilimle kıymet kazanır. Olaylara dikkatle eğilir. İnceden inceye araştırmayı, titizliği ve becerikliliği öğrenir.

Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır. İbni Mesud, İnsanın bilmediğini bilmesi de ilimdir der. Çünkü insan bilmediğini bilirse öğrenmeye yönelir.

Felaketlerin üstesinden bilgiyle gelinir. Hacı Bektaş Veli nin ifadesiyle,

Bilgisizce gidilen yolun hayrı yoktur.

Kazanmak, başarmak, yükselmek isteyenler ilme sarılırlar. Öğrenme aşk ve şevkiyle yanıp kavrulmayanlar ise yerlerinde sayarlar. Dünyayı isteyen ilme sarılsın. Ahireti isteyen yine ilme sarılsın, buyuran Peygamberimiz, bilginin önemini ne kadar güzel anlatır.

İlim öğrenmek sadece okula mahsus değildir. Okul insana anahtar verir. O anahtarla ilim hazinelerini açacak olan, insanın bizzat kendisidir. Ne yaparsa özel gayretiyle yapar.

Okulu bitirir bitirmez kitabı kalemi bir tarafa fırlatmak ne kadar yanlıştır!

Halbuki ilmin ne yaşı, ne zamanı, ne de yeri vardır. Her yaşta, her yerde, her zaman öğrenilir.

İlim en büyük sermayedir. Ve insan her yaşta, her yerde ve her zaman sermayesini arttırmak ister.

İlimle kendinizi eğitin. Belki güçlüklerle karşılaşacaksınız. Bazı zorluklar çekeceksiniz, ama unutmayın;

HANGİ KIYMETLİ ŞEY VARDIR Kİ KOLAYLIKLA ELDE EDİLEBİLSİN?

 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
EN BÜYÜK ŞEREF


Okumak ve öğrenmek kadar şerefli, lezzetli bir şey düşünülemez.
İlk emri Oku ile başlayan Kur ân, Bilenlerle Bilmeyenlerin bir olmadığını belirtirken, ilim sahiplerinin derecelerinin yükseltileceğini de bildirir.

İnsan, ilmiyle değer kazanır. Hz. Âdem i (a.s) meleklere üstün kılan sır ilimdi.
Kur'anda okuma yazma aracı olan kalem övülür, bizzat ona ve onun yazdığı satırlara yemin edilir.

Allah'ın kaleme yemin edişi, onun insan hayatındaki yerini ve değerini en güçlü bir şekilde ifade eder. Hz.Peygamber bir gün yanındaki Hilâl isimli birine, Kalemin var mı? diye sormuş, Yok cevabını alınca da, Kalemsiz olmaz ey Hilâl ! buyurmuş ve şöyle devam etmiştir.

Çünkü iyilik ondadır. Kıyamete kadar da ona ehil olanlar çıkacak. İnsanlar kalemle ilerleyecekler.

Kalemi elinde tutan âlimin mürekkebi şehitlerin kanıyla denktir.

Yine Peygamberimizin ifadesiyle, ilim sahipleri ölüler arasında dolaşan diriler gibidir.

Zübeyir Gündüzalp, Bilgili insan güneşe benzer. Girdiği yeri aydınlatır. Der. Evet, ilim, karanlıkları aydınlatan bir projektördür. Karanlıkta kalan herkes ona muhtaçtır.

Yükseklere ilim asansörüyle çıkılır. Yükselmek ve olgunlaşmak istiyorsanız ilme sarılın. Hz. Ali İlim alçaklarda kalanları yükseltir. Bilgisizlik de yüksektekileri alçaltır. Der ve ilmin servetten üstün olduğunu ifade ederek şunları söyler.Çünkü serveti sen korursun. İlim ise seni korur.
Resulullahın (s.a.v) dilinde ilmin kapısı olarak isimlendirilen bu büyük insan.

Biz Allah ın taksimine razıyız. Bize ilmi, düşmanlarımıza da malı verdi. Çünkü mal yok olucu, ilim ise ebedidir.

Faydalı ilim, o ilmi bilen kişiyi ölümünden sonra da hayırla andırır.
İlim ebedi canlılıktır. Bilgisiz insan daha ölmeden ölüdür. Bilgili insan ise öldükten sonra da diridir! demekten kendisini alamaz.

 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
ZEVK KAYNAĞI

Bu derece üstün ve şerefli olan ilmin o ölçüde de zevki lezzeti olduğunu bilseydik, bir an için olsun, yerimizde durabilir miydik?

Onun içindir ki, ilmin zevkine varanlar yerlerinde duramıyorlar, gece gündüz demeden bütün vakitlerini ilme adıyorlar. Hatta uykuda yemekte geçen zamanlarını büyük kayıp olarak görüyorlar. Çünkü ilmin tadını başka hiçbir şey de bulamıyorlar.


Okumayı hiçbir hazineye değişmem diyen E. Gibbon herhalde bu gerçeği ifade etmiş olmalı.

Dünyaca ünlü İmam-ı Azam ın gözde öğrencisi İmam-ı Muhammed, ilme kendisini öyle kaptırırdı ki anlayıp kavradıkça sevincinden kendisini tutamaz.
Ey padişah ve vezir çocukları! Gelin de cennet lezzetinin zevkini sizde tadın! derdi. Ölümünden sonra onu rüyasında gören bir dostu sormuştu.:

Nasıl can verdin?

İlmi bir meseleyle uğraşıyordum. Canımın nasıl çıktığının farkına varmadım.
Büyükler okumayı lezzetli bir meyve gibi görmüşler, temiz havaya benzetmişler. Onu soluk soluğa teneffüs edip, sıkıntılarını, dertlerini, acılarını, problemlerini unutmuşlar. Hele okunan şey ruhu doyurucu vasıfta ise. ..
Montesquieu, Çeyrek saatlik bir okumayla gideremediğim üzüntüm olmamıştır,
Derken bu gerçeği dile getirir.

Kısacası, okumaya gıda kadar ihtiyacımız var.


SORU SORMAK

Soru ilmin anahtarıdır. Demişler. Soru sormak ilim yolculuğumuzda en çok başvurduğumuz bir yol olmalıdır.

Soru kitabın konunun veya dersin daha iyi anlaşılmasını sağlar.

Soru ilmimizi arttırır. Çünkü sordukça cevabını araştırı; bilenlere, o konuları anlatan kitaplara yönelmemizi sağlar. Soru sorma, farkında bile olmadan bizi bilgi sahibi yapar.

Ebû Yusufa sormuşlar:

Bu bilgini nereden elde ettin?

Küçük büyük ayırd etmeden, bilmediğim sormakla
cevabını vermiş.

Şu kadar var ki, Soru soruyorum& diye, akla gelen olur olmaz her şeyi sormamalı. SORU İNSANIN SEVİYESİNİ DE GÖSTERİR. Mantıklı ve enteresan sorular sorulmalı.


YÜKSEK SESLE OKUMAK

Yüksek sesle okuma da, uygun şartlarda tatbiki gereken bir metotdur. Çünkü okumamızı düzeltir, daha güzel konuşma kabiliyeti kazandırır.


ANLATMAK

Öğrendiklerimizi arkadaşlarımızla müzakere etmek, onlara anlatmak, konuyu kendimize mal etmenin en kolay yollarından biridir. Konu böylece daha iyi öğrenilmiş olacaktır.

Anlatmak ve öğretmek, öğretilecek şeylerin değeri ölçüsünde kıymet kazanır. İnsan o ölçüde gayrete gelir.

Öğretmenlik başlı başına bir meslek olmasına rağmen, herkes yer ve zamana göre bu sıfatı üstlenebilir. Aslında ömrümüz boyunca öğrencilikten kurtulamadığımız gibi, aynı zamanda öğretici de olmak durumundayız.

İlk öğretici Allah tır. Hz. Adem e eşyanın ilmini öğretmiştir. Peygamberimiz de Ben öğretici olarak gönderildim. Buyuruyor.

 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
NELER OKUMALI

Okumak kadar, okuyacağımız şeyleri tespit etmek de önemlidir.
Okuduğumuz kitaplar bize neler kazandırıyor? Bilgimize yeni bilgiler ekliyor mu? Davranışlarımızda iyiye yönelme sağlayabiliyor ; içimizde huzur, işimizde şevk uyandırıyor mu?

Franz Kafkaya göre, kitap insanda şok tesiri uyandırmalı. O, okuduğumuz kitap bir yumruk gibi bizi uyandırmıyorsa ne işe yarar? Derken, gerçek kitabın özelliğini anlatır.

Eğer okuduğumuz kitap, iyi ki bu kitabı okudum okumasaydım büyük eksiklik olurdu, dedirtebiliyorsa, gerçekten faydalı bir kitaptır.

Alexandre Pope şöyle der:

-Okuduğunuz eser, sizi fikren yükseltir, içinizi iyi ve mert duygularla doldurursa, onun hakkında karar vermek için bu duygu yeterlidir.
Alcott a göre,


ÜMİTLE AÇILIP KAZANÇLA KAPANAN KİTAP İYİ BİR KİTAPTIR.

Kitaplar insanların ayrılamayacağı kaynaklardır. Akıllarını kitapla beslemeyen, ruhları, onunla doyurmayan insanlar sıkıntılardan kurtulamazlar. Seneca KİTAPSIZ YAŞAMAK KÖR, SAĞIR, DİLSİZ YAŞAMAKTIR. Der.
İYİ KİTAPLAR OKUMAYAN ADAMIN, OKUMUŞ OLMASIYLA CAHİL KALMASI ARASINDA HİÇBİR FARK YOKTUR. Diyen Mark Twain, iyi kitabın önemi üzerinde durur.

Faydası dokunmayan kitap, en azından vakti öldürdüğü için zararlıdır. İnsanı tembelliğe, başıboşluğa, aylaklığa, ahlâksızlık ve inançsızlığa iten kitap zehirden farksızdır. Böyle kitaplar insanın maddi ve manevi hayatını öldürürler.

Öyleyse her şeyin en iyisini, en faydalısını seçtiğimiz gibi, kitapların da en iyi ve en faydalısını seçelim. Çünkü onlar hayatımıza yön vereceklerdir. Düşünce sistemimiz onlarla şekillenecektir. Eğer seçimi iyi yapabilirsek, onlar en iyi dost ve arkadaşımız olacaktır. Dünyamız onlarla aydınlanacaktır. Bu vefalı arkadaşlarla her zaman beraber olmayı istemeli ve Konfüçyüs gibi.

Allah’ım! Bana kitap dolu bir ev ver! Diye dua etmeliyiz. Unutmayalım ki, kitaptan daha büyük bir hazine yoktur.


OKUMANIN HEDEFİ NE OLMALI


Allah Resûlü, dualarında faydasız ilimden Allah’a sığınırdı. Peki, faydalı ilim nedir, nasıl olmalıdır?

Faydalı ilim, insanlığın yararına kullanılabilen ilimdir.

Faydalı ilim, uygulanılabilen ilimdir.

Faydalı ilim, öğrenildikçe bilgisizliğimizi hissettirip öğrenme şevk ve gayreti veren, kötü huy ve davranışlardan koruyan ilimdir.

Faydalı ilim, bize bizi tanıtan, gerçek benliğimizi öğreten ilimdir.

Faydalı ilim bize Yaratıcımızı tanıttıran ilimdir.

İlim uçsuz bucaksız bir deniz, ilim öğrenen de o denizin kıyılarında yüzmeye çalışan bir dalgıçtır.

“Dünya beni nasıl görecek, bilemem. Fakat ben kendimi, keşfedilmemiş kocaman bir gerçekler okyanusu içinde, kıyıda oyalanan, arada bir, ya daha yumuşak bir taş veya güzel bir deniz kabuğu bulan bir çocuk gibi görüyorum. “ diyen Isaac Newton, ilmin kazandırdığı alçak gönüllülüğe bürünebilmiş bir ilim adamıdır.

“Bütün bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir.” Diyen Sokrates, büyük gerçeği dile getiriyor. Öğrenilenler ne kadar çok olursa olsun, öğrenilmeyenler, bilinmeyenler yanında nokta kadar dahi kalmaz.

Diploma almak için gayret edilebilir. Ama diplomalı olmakla bilgili olmayı karıştırmamalı. Nice yüksek okul bitirmiş kimseler vardır ki, okulu bitirir bitirmez kitabı kalemi bir tarafa atmış, okuma ve öğrenmeden bıkmış, âdeta okumaya boykot ederek kitaplara düşmanca bir tutum içerisine girmiştir. Böyle olmayalım.

İnsanı gurura, kibire götüren bilginin de faydalı olduğu söylenemez. Bir makam, mevki sahibi olmak, insanlara tepeden bakmak için ilim öğrenilmez.”Bu meseleyi ben bilirim. Benim saham. Bu konuda benim kadar bilgili kimse yoktur. Siz bunu bilemezsiniz. Ben her şeyi bilirim”. Gibi ifadeler, aslında cehaletin belgesidir. Sâdi, “Ne kadar çok okursan oku, bilgine yaraşır biçimde davranmazsan cahilsin. Bilgisine göre davranmayan insan, üzerine kitap yüklenmiş hayvandan farksızdır.” Derken, böylelerini de aynı sınıfa sokar.

Her şeyi bildiğini söyleyen insan, hiçbir şey bilmeyen insandır.

Bilgisine yakışır şekilde hareket edebilen kişi gerçekten gerçekten aydındır. Işığıyla etrafını aydınlatır. Her konuda “Biliyorum” havasına giren, bilmediğini itiraf etmekten çekinen yarı aydınlar, insanlığı felaketlere sürüklemekten, karanlığa atmaktan başka bir işe yaramazlar.

Ne tahripçi aydın, ne de bilmediğini bilmeyen yarı aydın! İkisi de zararlıdır. Bunlar insanlığın felâket dellâlları dır. Birisi, bilgisini yıkmakta kullanır. Diğeri bilmediği halde “Biliyorum” diye yakar, yıkar.

Gerçek aydın gazete bilgisiyle, kulaktan dolma düşünceler ve direktiflerle hareket edip hüküm vermez. Araştırarak, düşünerek, gerçeğe sadık kalarak hareket eder.

Gerçek aydın öğrenmenin hedef değil, ,insanlığa hizmet aracı olduğunu bilir. İlmini insanlığın yararına kullanır.

Okumaktan maksat faydalı olmaktır. İlim insanlığa hizmete kullanılabiliyorsa kıymetlidir, faydalıdır. Uygulamaya dökülmeyen bilgi ne kadar faydalı olursa olsun, bir işe yaramaz.

İlim insanı olgunlaştırmalı, beğenilen ve sevilen kişi haline getirmeli.

İlimden maksat kendini bilmektir. İlim ne ölçüde kendimizi tanımamıza vesile oluyorsa, o ölçüde faydalıdır. Yunus Emre ne güzel söylemiş :

İlim ilim bilmektir.
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır?”

İnsan Yaratanın harika bir sanat eseridir. İnsanın kendini bilmesi bir yerde Sanatkârını bilmesi demektir. İnsan sormalı:

“Beni en güzel bir biçimde Yaratan kim? Sayısız nimetlerle besleyip büyüten Kim? Atomdan güneş sistemine kadar her şeyi hizmetime veren kim?

Bu soruların cevabını bulabilen insan, öğrenmenin maksadına ulaşmış demektir.

İlmin gayesi Yaratanı bulmak, Ona inanıp bağlanmaktır. İlimle iman ayrılmaz iki hakikattir. İnanmayı bütün hürriyetlerin üstünde gören John Milton.

“Bana bütün hürriyetlerden önce, bilmek, düşünmek, inanmak ve vicdana göre konuşmak değerlerini kazandırınız.” Derken.” Bir taraftan da ilimle imanın ayrılmazlığına dikkat çeker.

“İlimsiz din kör, dinsiz ilim topaldır” diyen Einstein da, dinle ilmin birbirini tamamladığını ifade eder.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
ÇALIŞMAK

İNCE SIR

“Yer çalışsın gök çalışsın, sen utanmazsan otur.!”

Bunların hakkında bilmem bahanen var mı? Dur!

Ey bütün dünya ve mâfihâ (içindekiler) ayaktayken yatan,

Leş mi kesildin, davransana! Bari Allah’tan utan!” diyen Şairimiz, bu mısralarıyla çalışmanın önemini anlatmaya çalışır.

İnsan çalışmak zorundadır. Zerreden yıldızlara kadar her varlığın harıl harıl çalıştığı kâinatta boş durmak insana yakışmaz. Arılar çiçek çiçek dolaşır. Karıncalar dinlenmek bilmeksizin çalışır. Kuşlar daldan dala konar. Sular şırıl şırıl akar. Çiçekler açar, hayvanlar koşar, güneş her sabah doğup akşamleyin batar. Eğer kâinattaki bu düzenli çalışma, didinme, gayret olmasaydı ayakta kalabilir miydik?

Bu düzene ayak uyduramayan veya bozmaya çalışan insan ne kadar zarardadır!

Her şeyin tekâmül ettiği, iyiye ve mükemmele doğru gittiği kâinatta, bu tempoya ayak uyduramayan insan elbet zarardadır.

Halbuki insan yaratılışı gereği çalışmak zorundadır. Huzuru buna bağlıdır. Sıkıntılardan ancak böyle kurtulur. Çünkü boş insanın başına sıkıntılar, sinekler gibi üşüşür.

Başarının sırrı çalışmada saklıdır. Çalışan insanlar er geç başarırlar.

Alın terinin, göz nurunun, el emeğinin ulaşamayacağı şey yoktur. Belli noktalara yükselmiş ne kadar büyük insan varsa, bakın, hepsi de çaba ve gayretleriyle o noktaya ermişlerdir. Addison.

“Hiçbir başarını rastlantıya borçlu değilim. Buluşlarım da rastlantının değil çalışmalarımın sonucudur.” Der. Edison da, “Başarılarımın yüzde doksan dokuzu çalışma, yüzde biri de zekama ait.” Der.

Herşey çalışmayla elde edilir. Hangi değerli iş vardır ki, gayretsiz elde edilmiş olsun? Bilgi de çalışmayla kazanılır. Balzac, “Bilginin efendisi olmak isteyen, çalışmanın kölesi olmalıdır.” Derken, ilim öğrenmede çalışmanın önemini belirtir.

Bedenin sağlıklı olması, gerekli vitamin ve proteinleri almakla olduğu gibi, zihnin kuvvet ve zindeliği de zihni egzersizlerle çalıştırmakla, işletmekle olur.

Zihnen ve bedenen çalışmak zorundayız. Çünkü durmak yokluğun ikiz kardeşi, hareket ise dirilik, canlılıktır. Durgun suların zaman içinde kokuşup kurtlandığını bilmeyenimiz yoktur.

Atalarımız “İşleyen demir pas tutmaz” demişler. Aslında insan hareketli, heyecanlı bir özellikte yaratılmıştır. Rahatı, huzuru, mutluluğu ancak çalışmasıyla mümkündür. Sefahat de, sefalet de çalışmayla önlenir.

Belli hedefleri, yüce gayeleri olanlar muhakkak çalışmalıdırlar. Yükselebilmek için çalışmak şarttır. Kolayca elde edilen şeylere değil, alın teriyle hak ederek kazanılan şeylere kıymet vermek lâzımdır.

Hore, “İnsanlar dünyada çabuk yükselenlere değer verirler. Halbuki hiçbir şey toz ve tüy kadar çabuk yükselmez. Der. Güçlüklere katlanarak, çile çekilerek, dirsek çürüterek elde edilen şeylerin tadına doyum olmaz. Peygamberimiz de, “İşlerin en hayırlısı en zor elde edilendir.” Buyururken bize kolaya değil, zora talip olmayı hedef gösterir.

Bunun içindir ki, yorulmalı, didinmeli, çırpınmalı, çile çekmeli , neticeyi öyle elde etmeliyiz. Paranın bile bin bir güçlükle kazanıldığı günümüzde yüce hedeflere kolayca varılamayacağı unutulmamalıdır. “Yükselmek, hayatın sırrını öğrenmekle olur.” Diyen Pasteur, usanma nedir bilmeyen gayretiyle o sırrı bir yönüyle yakalayabilenlerden biridir.

Hangi işte olursak olalım, çalışmayı prensip edinelim. Kendimize sorular soralım:

“Dün ne yaptım? Bugün ne yapıyorum? Yarın ne yapacağım!”

Eğer “Bugün en az dünkü kadar çalıştım. Yarın da aynı tempoyla çalışıp bir şeyler yapacağım.” Diyebiliyorsak mutluyuz. O zaman güçlüklerin üstesinden gelebilir, engelleri aşabilir, imkanları değerlendirebiliriz.

“İki günü eşit olan zararda dır..” hadisi rehberimiz olmalı; her gün bir önceki güne muhakkak bir şeyler eklemeliyiz.

Ömür boşa geçirilecek, tembellikle heder edilecek kadar değersiz değildir. Vaktini öldüren insan kendi kendisine sorabilmelidir:

“Yılan, akrep gibi zararlı yaratıklar öldürülür. Vaktim o kadar zararlımı ki, onu öldürmeye çalışıyor... “Aman vakit geçmiyor! Ah vah! Demekle kendimi sıkıntılara atıyorum?

Bu soruya vereceğimiz “hayır! Cevabı, herhalde bizi çalışmaya itecek kadar tesirli olacaktır.

Peygamberimizin boş oturan insana selam vermediğini düşünelim. Çalışmanın insan hayatındaki önemini bir kere daha anlarız. “dolu vakit gelmeden önce boş vaktin kıymeti bilin! Buyuran bir peygamberin yolunda olanlar için çalışmanın hiçbir mazereti yoktur. Hele dini görevlerini yaptıktan sonra, çalışmanın da ibadet olduğunu bilirsek.

Elbette ki, bir takım şikayetlerle, problemlerle karşı karşıya kalabiliriz. Noksanlarımız, kusurlarımız olabilir. Bunları bir tespit edelim. “Bunların üstesinden geleceğim! Diye azmedelim ve şevkle, gayretle çalışalım İnanın, hepsinin üstesinden geleceğiz. Kur’ an, “İnsan için çalıştığından başka bir şey yoktur.” Buyurduktan sonra daha fazla söze ne hacet! Çalışalım, muhakkak neticesini göreceğiz.

Ne var ki, rastgele çalışamayız. Her şeyin planlandığı, proğramlandığı günümüzde derli toplu, düzenli, planlı programlı olmayan çalışmaların verimli olmayacağını da akıldan çıkarmamalıyız.

Çalışmalarımızda başarılı olabilmemiz için kanun şeklinde bir kısım prensiplere sarılmalı, bazı engelleri aşmalıyız. İsterseniz, bunların birkaçını hatırlayalım.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Tembelliği Yenmek

TEMBELLİĞİ YENMEK


Tembellik hakkında söylenmiş bir çok kıymetli söz vardır. Hz. Ali “İnsanı vaktinden önce yıpratan bir şey varsa o da tembelliktir . ’der. Tembel ve çalışkan iki yaşıt insana bakın! Vecizenin doğruluğunu anlamakta gecikmeyeceksiniz. Çalışkan daha genç ve dinç, tembel ise hayattan bıkmış ve yıpranmıştır. Tembelliğin verdiği can sıkıntısıyla kahvehanelerde sigara dumanları içerisinde geçen bir ömür hiç yıpratmaz mı?

Namık Kemal’in gözünde, tembellik ölümün küçük kardeşidir. Tembel insan ha vardır, ha yoktur. Varlığıyla yokluğu arasında fark yoktur. Tembelliği yoklukla eş manada gören Bediüzzaman ise, işsiz, tembel, istirahatle yaşayan ve döşeklerinde rahat rahat uzananların, çalışanlardan daha çok zahmet ve sıkıntı çektiklerini belirtir ve tembellerin daima ömürlerinin çabuk geçmesini istediklerini söyler.”Çalışan şükreder, hamd eder. Ömrünün geçmesini istemez” der ve şu kaideyi zikreder:
“rahat zahmette, zahmet rahattadır.”

Bu gerçeği kavrayan La Bruyere de, can sıkıntısının tembellikle birlikte dünyaya geldiğini söyler. O can sıkıntısında ki, birçok insanı kumarhanelere, meyhanelere, hastahanelere ve hapishanelere atmıştır.

İnsan bu dünyaya keyif sürmeye gelmemiştir. Ne kadar istese de, eksik olmayan acılar, üzüntüler, sıkıntılar buna fırsat vermez. O halde, insan rahatı rahat yaşamada aramamalıdır. İster istemez başını ağrıtan çilelere, zahmetlere göğüs germeli, rahatı bunda bulmalıdır. Rahatı rahatsızlıkta arayanlar için, rahatsızlık diye bir şey yoktur.

Hep zaman yokluğundan dert yanıp dururuz. Acaba gerçekten mi zamanımız yok., yoksa zamanımızı değerlendirmemekten mi sıkıntı çekiyoruz?

Özel sohbetlerimizde, televizyon başında, yemede, içmede, gezip eğlenmede harcadığımız saatlerin bir hesabını tutsak, senede birkaç bin saati bulur.

Sadece televizyon seyretmeye harcadığımız bir-iki saati kitap okumaya verebilseydik, senede en az 30-40 kitap okurduk. Televizyondan öğrendiklerimizle kitaplardan öğrendiklerimizi bir karşılaştırsak, kitaplardan ne kadar çok faydalandığımızı anlamakta gecikmeyiz. Demek ki, zaman yokluğu değil, tembellik söz konusu. En büyük düşmanımız olan tembelliği bir yıkabilsek, başaramayacağımız iş olmaz.

Şevk ve gayreti söndüren, bukalemun gibi çeşitli kılıklarla karşımıza çıkan tembelliği yenmek, en büyük gayemiz olmalı. O hain tembellik ki, bazen cazip sakızları ağza verir ve gevşeklik bıkkınlık, usangaçlık, yorgunluk, hastalık, başıboşluk, havailik gibi çeşitli tuzaklarla insanları ağına düşürmeye çalışır. Şöyle dedirtir.


“Bugün çok çalıştın, birkaç gün dinlenmelisin”


“Üzme tatlı canını, çalışıp da ne olacaksın! Çalışanlar ne olmuş ki!”


“Fazla çalışma kafanı bozarsın”


“Çalışanda bir çalışmayanda. Testiyi getiren de bir, getirmeyen de "


"Amma da inekliyorsun."


“Pinekledin de ne oldu sanki”


“şansın var mı kardeşim? Varsa talih kuşu başına konar. Yoksa kuş olup uçsan da bir şey yapamazsın.”

Daha bir sürü sözlerle insanı belaya atar ve musibetine ortak arattırır. Ta ki, tembeller çoğalsın da özürler hafiflesin, tembelliğe kılıf uydurulsun.
Yol iki görünüyor: Ya bu ve buna benzer tembel silahlarına hedef olup kendimizi bütün meşakkatlerin anası ve rezaletlerin yuvası olan tembelliğin kucağına atmak!

Ya da ilerlemenin, başarının anahtarı, huzurun esası olan çalışmaya dört elle sarılıp dünyada ahirette mutlu olmak!
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Metodlu ve Planlı Çalışmak

METODLU VE PLANLI ÇALIŞMAK

“Bugün amma da çalıştım. Sabahtan akşama kadar başımı hiç kaldırmadım!” diyen kişi, bu sözleriyle belki de sevincini bildirmiş oluyor. Ne var ki ! çok çalışmak gerekli, ama yeterli, değil.

En az çok çalışmak kadar önemli olan, metodlu, planlı ve proğramlı olabilmektir. Bunu da, elde edilen verim gösterir. Ne kadar verimli olabilmişsek, o derece plânlı proğramlı olabilmişiz demektir.

Dexscartes , “Plansız çalışan bir kimse, ülke ülke dolaşıp hazine arayan bir insana benzer,” der. Ve yine Descartes toplumların ilerilik ve geriliğinin zekâ ve akılları ölçüsünde değil, metodlu ve akıllı çalışıp çalışmamalarıyla olacağını belirtir. Bu sözler Avrupa’da sistematik çalışmanın temellerini atan bir bilgine ait.

Sistematik çalışmayla kısa zamanda hedefe varılır, büyük hamleler gerçekleştirilir. Gerek kişi ve gerekse toplumlar bununla maksatlarına ulaşırlar.

Büyük işler başarmış, yüzlerce eser vermiş, isim yapmış insanların çalışmalarına bakın. Düzenli, plânlı ve proğramlı olmayı prensip edindiklerini göreceksiniz. 576 eser veren Celâleddin Sûyuti’nin bu verimliliğinde, şüphesiz, aynı duygu yatmaktaydı.

Nice kabiliyetli, akıllı insanlar da vardır ki, plânsızlıklarından, bütün işleri yarım yamalak kalmakta, bir türlü neticeye ulaşamamaktadır.

Kendimize bir proğram yapalım . Neyi ne yapacağımızı tespit edelim. Ve her gün o plan üzerinde çalışalım. Belki başlangıçta %60 başaracağız. Ama sebatla devam edelim. % 80, % 100 uygulamak için gayret edelim. Bakın, nasıl başaracağız?
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Enejiyle Dolmak & Merak Edebilmek

ENERJİYLE DOLMAK

Arabanın tekerinden direksiyonuna, aküsünden radyatörüne kadar bütün aksamı tamamdır tamam olmasına da, bir türlü hareket ettiremiyorsunuz. Çünkü yakıtı yok. Yakıtsız arabanın yol alması nasıl hayalse, çalışmak için gerekli olan merak, şevk, heyecan ve cesaret duygularından mahrum olan kimselerin de mesafe almaları düşünülemez.

Bunlar arabanın yakıtı gibidir. İnsana hız verir. İtici güçlerdir. Enerjidir. Önemli olan, insandaki çalışma arzusunu harekete geçirebilmektir.

MERAK EDEBİLMEK

Kendimizi yokladığımızda, içimizde merak denilen bir duygunun yetiştirilmiş olduğunu görürüz. Kabiliyet toprağımıza ekilmiş bu duyguyu geliştirmek, inkişaf ettirmek elimizdedir.

Etrafımızda olup biten olayların sebeplerini, niçinlerini öğrenme arzusu o konuda bizi bilgili olmaya itecektir.

“Bu niçin böyle ? Sebepleri nelerdir? Gibisinden sorduğumuz sorular bizi harekete geçirip mesafe aldıracaktır.

İnsanlar bu merak duygusuyla dağları deler, denizlerin dibine iner, Ay’a çıkarlar.

Ünlü bilgin Einstein’ı izafiyet teorisini bulmaya iten saik, daha çocukluğundayken kendi kendisine araştırıp durduğu şu sorulara cevap bulmak arzusuydu:

“İki olayın aynı anda vuku bulması ne demektir? İnsan bir ışık demetinin üzerine binip seyahat etse ne olurdu?...

Merak ilmin projektörüdür. Kullanabildiğimiz sürece yolumuzu aydınlatacaktır.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Severek Çalışmak

SEVEREK ÇALIŞMAK

İnsan yaptığı işi severek yapmalı. İstemeyerek, benimsemeyerek yapılan işlerin hayrı yoktur. İnsan ne nisbette severek çalışırsa o ölçüde başarılı olur.

Bunun içinde, severek yapabileceğimiz işlere yönelmeliyiz. Mesleğimizi seçerken dikkatli davranmalıyız. Hoşlanmayacağımız bir meslek bizi ömür boyu huzursuz edebilir., verimli olmamızı önleyebilir.

Kendimizi yoklayalım.”Kabiliyetlerimiz nedir? Öğretmen, anne, baba ve yakınlarımızın öğütlerine dikkat etmekte elbet bizim için faydalar var. Onlar bizim kötülüğümüzü istemezler. Ne var ki, bizi en iyi tanıyan yine biziz. Kabiliyetlerimizi Dikkate almadan sırf bazı tavsiyelere uymak için biş işe girmek veya bir mesleğe yönelmek, bizi sonunda pişman edebilir. Önce aklımıza danışalım. Başarabileceğimize, faydalı olabileceğimize inanıyorsak ondan sonra seçelim.

Şu da var ki, içinde bulunduğumuz şartlar da arzumuza kavuşmamıza engel olabilir. İstemeyerek, hoşlanmayarak da olsa bir işin içerisine girmiş olabiliriz. Bu durumda yapacağımız şey şu olmalı. Eğer işimiz meşru ve faydalı bir iş olmasına rağmen bize zor geliyorsa sabretmeli, onu sevmeye çalışmalıyız. Bu duyguyla hareket edersek, göreceğiz ki, sonunda başarılı olacağız.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Şevk, Gayret ve Heyecan

ŞEVK, GAYRET, HEYECAN


Kainatta atomdan güneş sistemine kadar bıkma usanma bilmez bir gayret hakimdir. Atomun etrafında saniyede yüzlerce, binlerce kilometre hızla hareket eden elektronlarda o şevkin işareti var. Güneşin etrafında baş döndürücü bir hızla Mevlevi gibi dönene gezeğenlerde aynı sır saklı. Yağmur o şevkle yağıyor, çiçekler o şevkle açıyor; güneş o şevkle doğup batıyor, gülümsemeleriyle bize selam veriyor.

Şevk ve heyecan yüklü bir kervana yeryüzünün hakimi durumundaki insanın, başı çekerek katılması gerek. Bu duygu olmazsa bütün işler alt üst olur.

Şevk ve gayret insanı yerinde durduramayacak kadar lezzetli dir.. “Bilseniz ki, gayret ne kadar kıymetlidir; bir dakika boş durmazdınız. “ diyen Bediüzzaman Hazretleri ne güzel söylemiş. Başka bir şeye gerek yok; gayretin, şevkin bizzat kendi içindeki lezzet bizi kamçılamaya yeter. Zaten şevk ve gayret ruhun kamçısıdır. Yine hayatın bir faaliyet ve hareketten ibaret olduğunu belirten Bediüzzaman, “Şevk ise bineğidir.” Der. Bu bakımdan, şevk bineğine gayretle binip hayat meydanına atılmalıyız.

En verimli çalışmalar, şevk, gayret ve heyecanla yapılan çalışmalardır. Bu duyguları daima canlı tutmalıyız. Bu enerji dolu duygularla hep, “Başaracağım, yapacağım, üstesinden geleceğim! Demeliyiz ve başarmalıyız.

Şevk mutluluktur, enerjidir, gayrettir. Onun için, “Ben çalışmak istiyorum, ama bir türlü yapamıyorum. Arzum var, fakat enerjim yok. Diyen insana inanmayınız. Başka işlere vakit bulabilen insanın bu sözleri, nefsin avukatlığı için söylenmiş sözlerden başka bir şey değildir. O insan isteseydi başkalarına olduğu ona da zaman ve enerji bulabilirdi.

Şevkimizi söndüren gayretimizi öldüren bir duygu bir olay mı var? Onları derhal bertaraf etmeli, şevk ve gayret kazandırıcı fikir veya kitapları devreye sokmalıyız.

Yaptığımız işerin ve yüklendiğimiz vazifenin büyüklüğü, bizi gayrete getirmeye yetmelidir.

Maddi beş-on kuruşluk kazanç uğruna sabahın erken saatlerinde kalkıp işine koşan insanın kazancından daha mı az kazançlıyız? Manevi kazancımızın eşşizliği, bizi gün doğmadan kaldırmalı, yerine göre gece kararıncaya kadar da çalıştırmalı.

Biz yıkım için değil, yapım için varız.

Biz kin, düşmanlık ve kötülük için değil; sevgi, kardeşlik ve iyilik için varız.

Var oluşumuzun sebepleri bizi gayrete getirmeye yetmiyor mu?

Bu duyguyla hareket ettiğimiz müddetçe, okuduğumuz kitaptan, çalıştığımız dersten ve işten, üstlendiğimiz vazifeden zevk alırız. Şevkle ve gayretle ona yöneliriz.

İş ve vazifemizin yüceliği bizi donukluktan, sönüklükten, ölülükten kurtaracak; son ana kadar şevk, gayret ve heyecanla dolu olarak yaşayacaktır.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Dikkatle Eğilmek

DİKKATLE EĞİLMEK


İnsan ne ölçüde kendisini işine verir, dikkatini onun üzerinde toplar, duygularını da yardımcı kılarsa, o ölçüde başarılı olur.

İnsan bütün varlığıyla işine yönelmeli. Âdeta kendisinden geçmeli. Bu, bedenle yapılan çalışmalarda olduğu kadar fikri çalışmalarda da önemlidir.

Başarısızlıkların en önemli sebeplerinden biri, insanın o işe kendisini dikkatle verememesi,gevşek ve üşengeç bir tavırla eğilmesidir.

Çalışmalarımızda güneş ışınları toplayan mercek, savaşta nöbet bekleyen er gibi dikkatli olmalıyız. Dikkat ve titizliğin verimli çalışmanın temel esaslarından olduğunu unutmamalıyız.

Bu özellikler bizde zayıf olabilir. Çeşitli sıkıntı, üzüntü,iş ve ızdıraplarla aklımız allak bullak olabilir. Birbirine zıt arzularla karşılaşıp zaman zaman kararsız olabiliriz. Ama şunu unutmayalım ki, insan aklı bütün bunların üstesinden gelebilecek güçtedir. Akılda öyle bir güç vardır ki, William Multon’un ifadesiyle, o akıl, sağlam ve keskin bir şekilde bir noktaya yöneltildiği zaman çok müthiş bir alet olabilmektedir.

İşimizin başına geçtiğimiz zaman her şeyi unutup aklımızı o noktaya yöneltirsek ne sıkıntı kalır, ne de zihnimizin allak bullaklığı. Belki bu ilk anda zor olur. Eksersizlere ihtiyaç duyarız. Bir kere, iki kere, on kere, yirmi kere, hatta elli kere, yüz kere bu eksersizleri... Bunun için de, dikkati dağıtıcı sebepleri mümkün mertebe uzaklaştırmaya çalışmamız gerekir.

Biz genellikle dahi insanların, bu özelliklerini doğuştan getirdiğine inanırız. Bunun böyle olmadığını söyleyen ünlü psikolog William James, Asıl farkın dahilerin konu ve gayeleri için sarf ettikleri gayrette ve zihinlerinin bütün güçlerini toplayarak belli bir noktaya yöneltmelerinde olduğunu söyler.

Kendimize güvenelim ve görevi şevkle omuzlayalım. Dahiler kadar olmasa bile, büyük ölçüde dikkatimizi bir noktaya toplayabilecek; okuduğumuz kitabı daha iyi anladığımızı, işimizi daha iyi yaptığımızı göreceği. Zihnin güçlenmesi için de bu şarttır. Unutmayalım ki, insan hangi noktaya kendisini verirse o noktada gelişir.

---------- Post added at 06:13 ---------- Previous post was at 06:06 ----------

SABIR VE DEVAMLILIK


Peygamberimiz, “Acelecilik şeytandan, akıllıca ve ihtiyatla düşünerek hareket etmek ise Rahman ’dandır.” Buyurur.

Acelecilik tabiatın işleyişine, kainatın düzenine, kısacası, yaratılışa ters düşer. Kışın ortasında baharın gelmesini isteyeceğimiz, gelişini beklemek zorunda olduğumuz gibi, işlerimizin zamanında bitmesi için de beklememiz lazımdır. Buna sabır diyoruz.

Acelecilik bir işin vaktinden önce olmasını istemek, sabır ,ise zamanı beklemek demektir.

Çalışmalarımızda da sabra ve devamlılığa çok muhtacız. Sabır belki başlangıçta zor gelecek, ama acı ilaç gibi faydasını sonra gösterecektir.

Hz.İsa, “Hoşlanmadığına sabretmedikçe hoşlandığını ele geçiremezsin,” der. Gerçekten hoşlanmadığımız zora katlanmadıkça, hoşlandığımız sonucu elde edemeyiz.

Özellikle ilmi çalışmalarda sabrın büyük önemi vardır.

Çalışmalarımızda elbette bir kısım sıkıntı ve darlıklarla karşılaşacağız. Bunların üstesinden ancak sabırla gelebiliriz. “Sabır ferahlığın anahtarıdır” demişler.

Bir anda bir çok şeyleri anlamaya, öğrenmeye kalkmak sabırsızlıktır. Sindire sindire anlaya anlaya hareket etmek ise akıllılıktır.

İlim sabır ,işidir. Her iş sabır ister.

Bir işten netice almadan diğerine başlamak boşu boşuna kürek sallamaktır. Başladığımız işi bitirelim. Birini bitirmeden diğerine başlamak, unutkanlığa yol açar.

Bir anda birçok kitabı okumaya, birçok konu ve dersi almaya kalkan, hiçbirinde başarılı olamaz. Bölüm bölüm çalışmalı. Biri öğrenilmeden diğerine geçilmemeli.

Büyük İslam alimi İmam-ı Gazali, meşhur İhya-ı Ulumid-Din eserini bir zamanda tek bir bölüm, bir konu üzerinde çalışmak suretiyle tamamlamıştır.

Yarım kalan işte hayır yoktur. Radyoyu bulan Marconi bir işe kendisini verdiği zaman netice alıncaya kadar bırakmazdı. Ampulü bulan Edison, bu keşfini gerçekleştirebilmek için gece gündüz demeden tam yirmi bin deney yapmıştı.

Devamlılık sabırdır. Az, fakat devamlı olan işin hayırlı olduğunu bildiren Peygamberimiz s.a.v, netice alıcı ve devam edici olmamızı ister. Devamlı yanan kandil bir anda parlayıp sönen yıldızdan daha iyidir.

Devamlılık başarının ilk adımıdır. Sonuca götürücü bir adımdır bu. Samuel Johnson, büyük eserlerin sadece çalışmakla değil, sabırla elde edileceğini söyler. Eserleriyle başlar üstünde tutulan tanınmış İslam bilgini İbni Hacer’i başarıya ulaştıran sebep de, sabırlı, sebatla okuluna devam edişi olmuştu. “Kafam almıyor. Ben beceremem “ diye köyüne dönerken uğradığı mağarada gördüğü olay ona kamçı olmuştu. Görmüştü ki, mağaranın tavanından sızmakta olan damlalar alttaki taşa vurmaktaydı. O sert taş zamanla bu damlalarla delinmişti. Bu yumuşak damlanın sert kayaya karşı zaferi idi. Bunun üzerine İbni Hacer, “Benim kafam taştan daha sert, daha kalın olamaz! Demiş, didinip çırpınmış,sebat etmişti. Ve nihayet bu kararlığı onu bir numaralı öğrenci haline getirmiş, sonraları da ciltlerce eser vermesini sağlamıştı.

Ebu Yusuf isimli büyük bilginin başarılarında da bu sır vardı. Bir gün hocası ona şöyle demişti:

“Sen önceleri dersi pek anlamazdın. Fakat devam ettin. Zeki ve çalışkan oldun.”

Doktorların sultanı” olarak bilinen, eserleri 600 sene Avrupa üniversitelerinde okutulan İbni Sina meşhur Kitabü’ş-şifa’sını devamlı çalışmasına borçludur.

Eserini kaleme alabilmek için her sabah namazından sonra muntazaman iki saat çalışması yeterli olmuştur.

Ünlü İngiliz filozofu Spencer de günde iki saat çalışmakla büyük külliyatını kaleme almıştı. Senede 1200 sayfa yazan Fransız edibi Emile Zola ’ ya sormuşlar:

“Başarını neye borçlusun?”

“Günde iki-üç saat çalışıp yazmaya borçluyum,” cevabını vermiş.

Az gibi görülen bir-iki saatlik sürede bile, devamlılık varsa, neler yapılabileceğinin en açık örnekleridir bunlar.

Öyleyse çalışmaya, hizmete, okumaya devam!


 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Zamanı İyi Değerlendirmek...

ZAMANI İYİ DEĞERLENDİRMEK


Zaman en büyük sermayemizdir. Edison’un deyişiyle, yeğane sermayemizdir.

Önemli olan, paha biçilmez bu sermayeyi yerli yerinde ve kıymetine uygun bir şekilde kullanabilmektir. Su gibi akan, en büyük sermayelerle bile geri getirilemeyen zamanı acaba gerektiği gibi değerlendire biliyor muyuz?
Herkes vicdanına bu soruyu sormalı.

Çalışkan insanın ömründe boş vakit yoktur. Yoktur ki, saçıp savursun. O hep didinir, çırpınır, koşar. Kötülük düşünemez. Hz.Ali
“Çalışanlar kötülük düşünmeye bile vakit bulamazlar,”der. Çalışmayanların ise kendilerini kötülükten kurtaramayacaklarını belirtir.

Kötülükler hep boş kalışın, vakti değerlendiremeyişin neticesidir. Allah Resulünün dilinde, değeri bilinemeyen iki nimetten birisi sağlık, biriside boş vakittir. Asr suresinde anlatıldığı gibi, böyle insanlar hep zarardadır, kaybetmektedir.

Çalışmak için uykudan, yiyip içmekten, gezmekten tasarrufa kalkanların hayatında boş vakit yoktur. Onlar gerektiği gibi vakitlerini değerlendirmenin çabası içerisindedirler.

İflas etmiş bir insana büyük bir sermaye verilse nasıl sevinir; geçmişteki hatalarını düzeltmeye, işini yeni baştan düzenlemeye nasıl gayret gösterir; yanlışlara düşmemek için nasıl didinir; bilirsiniz. Geçmişini iyi değerlendiremeyen insanlar için, önündeki saatler yeni bir fırsattır. Bulunduğu anı iyi değerlendiremeyenler parlak bir geleceğe layık değillerdir.

Sabah kalkıştan akşam yatışa kadar günümüzü plânlayalım. Ne zaman ne yapacağımızı tespit edelim. Ve bu planı en yüksek seviyede uygulamaya çalışalım.

En değerli işlerimizi en verimli saatlere bırakalım. Bazıları akşamleyin, daha randımanlı çalışır. O vakitleri belirleyelim. Resülullahın, “Erken hareket, bereket ve başarıdır.” Hadislerinde belirttiği gibi, bilhassa sabah saatlerini en güzel şekilde değerlendirelim. Gün doğmadan sağlam temellere oturttuğumuz işlerimiz o ölçüde kolaylaşacak ve başarılı olacaktır.

Bazıları çalışmak için uygun zaman ve zemin bulamadığından dert yanarlar. Çalışmayı alışkanlık edinenler için ise bu bir problem değildir. Aslında onlar için her yer ve her zaman, en uygun şekilde değerlendirilebilecek özelliktedir.

Her günün kendisine göre işi vardır. Buğünün işini yarına bırakmak, ömürden bir gün çalmak demektir. Çünkü yarının da kendisine göre işi vardır. Halbuki iki günü eşit olan zarardadır.

İŞİ İYİ YAPMAK

İş olsun kabilinden, rastgele, gelişi güzel, baştan savma yapılan işlerden hayır beklenmez. İnsan ektiğini biçer. Emek verelim ki, değerli olsun. Üzerine eğilelim ki, kıymetlensin.

İnsan yaptığı işi önce kendisi beğenmeli. Kendi beğenmediği bir şeyi başkalarının beğenmesini istemeye de hakkı olmamalı.

Güzel, iyi, sağlam, temiz, düzgün yapılan işler herkesçe beğenilir. Allah Resulü de, “Allah işini düzgün ve sağlam yapan kulunu sever.” Buyurmuştur.

Tabiata bakın, Hiç çirkin, dağınık, düzensiz bir şey görecek misiniz? İnsan eli karışmamış her şey ter temiz, düzgün ve derli topludur. İnsan bu düzenden ders almalı, değil mi?

TECRÜBELERDEN FAYDALANMAK

Günümüzün medeniyeti, birbirini takip eden ve tamamlayan tecrübelerin ürünüdür. Bir çekirdek olarak ortaya atılan fikir ve görüş zamanla geliştirir, keşifler yapılır, yeni yeni hamleler gerçekleştirilir.

Tecrübeler elimizde hazır dökümandır. Büyüklerin seneler boyu elde ettikleri neticeler birer kültür kaynağıdır. Tecrübe edilmiş birşeyi tekrar denemeye kalkmak zaman kaybından başka bir şey değildir.

Tecrübe hayat okuludur. İnsan ondan çok şey öğrenir. Bazıları vardır ki, altın öğütlerdir.

Acılar ve mutluluklar her gün yaşanır. Başımızdan veya başkalarının başından geçer, Bunlardan gereken dersi alabilen, o tecrübeden hakkıyla faydalanabilen insandır.

Akıl tecrübeyle güçlenir, beslenir.

Tecrübe insanın en büyük yardımcısıdır. Böyle yardımcılardan uzak kalmak büyük kayıptır.

Tecrübelerden yararlanmasını bilenler, geleceğe güvenle bakabilirler.

DİNLENMEYE ZAMANA AYIRMAK

Devamlı çalışan insanın vücudu ve zihni zamanla yorulur, yıpranır; dinlenmeye ihtiyaç duyar.

Dinlenen insan dinçleşir, zindeleşir. Yapacağı işler için taze enerji kazanır.

Aşırıya kaçmamak şartıyla spor yapılabilir. Spor hem zihnen hem bedenen faydalıdır.

Müzikten de istifade edilebilir. “Müzik ruhun gıdasıdır.” Demişler. İnsanın ulvi duygularını harekete geçiren müzik elbette gıdadır. Ama bayağı duygulara hitap eden müziğin ise tek kelimeyle felaket olduğu, insanı tembelliğe ve sefahate attığı unutulmamalı.

Yoksa, yüce duygulara yönelik musiki, Hugo ’nun da belirttiği gibi, insan ruhunu dalgalandıran, okşayan, ona ince zevkler tattıran üstün bir sanattır.

Dinlenmek bir ihtiyaçtır. İnsan dinlenmesini de en iyi şekilde Değerlendirebilmeli. Çalışmayı alışkanlık haline getiren insanlar için dinlenme, belki tempoda biraz yavaşlamayla mümkün kılınabilir veya işi değiştirip o an için başka meşguliyetler bulmakla da olabilir.

Bir işten canımız sıkıldığı zaman hoşlanacağımız diğer bir işe girişebilmeli, yorgunluğumuzu böylece gidermeye çalışabilmeliyiz.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
Başarmak

BAŞARMAK

Bir öğrenci, bir memur, bir iş adamı, makam ve mevki tutmuş bir kişi olabiliriz. Ne olursak olalım, gönlümüzde bir arslan vardır:

Başarılı olmak!

Yaptığımız ve yapacağımız iş ve görev ne ilk, ne de son yapılan iş ve görevdir. Bu yoldan niceleri geçmiştir. Başarmışlardır veya başaramamışlardır.
Onlara bakacağız. Başaranlar nasıl başarmış? Başaramayanlar niçin başaramamış?


BAŞARANLAR,


*Düzenli, plânlı, programlı bir çalışma içindedirler.

* Düşünerek hareket ediyorlar, önce kârını, zararını hesaplıyor, sonrada adımlarını ona göre atıyorlar.

*Çok okuyor işlerini bilerek yapıyorlar.

*Atılgan girgin becerikli cesur ve akıllıca hareket ediyorlar.

*Ben başaramam, beceremem, yapamam ! diye bıkkınlık yılgınlık ve usanç göstermiyor, şevk ve lezzetle meselenin üzerine yürüyorlar.

*Hedeflerini çok iyi tespit edip emin adımlarla sukûnetle ilerliyorlar.

*Güçlüklerden korkmuyor, metanetle omuzluyorlar.

*İşlerini zamanında, eksiksiz ve sağlam yapıyorlar.

*Olaylara ibretle bakıp, en iyi şekilde değerlendiriyorlar.

*Başaranın ve başaramayanların tecrübelerinden faydalanmasını biliyorlar.

*Başarıya ulaşınca şükrediyor, gurura kapılmıyorlar.

*Başarısız olunca üzülmüyor, ümitsizliğe kapılmıyor, kusur ve hatayı başkalarında değil kendilerinde arayıp , aynı hataya düşmemeye çalışıyorlar.

*Korku, telaş, endişe tedirginlik güvensizlik şüphe ve vesveseye kapılmadan problemlerin üzerine yürüyorlar.

*Her türlü haksız kazançtan uzak kalıyor, rüşvet, iltimas, adam kayırma, tepeden inme gibi yanlış yollara başvurmuyor, zehirli bal hükmünde olan yalancı şöhrete kavuşmak için inançlardan maddi ve manevi duygulardan fedakarlık etmiyor, dürüstlüğü alın akı ve alın teriyle kazanmayı prensip ediniyorlar.

*Başarısızlıklarını ne şans ve talihlerine, ne çevrelerine bağlıyorlar. Sadece akıl ve iradeyle hareket ediyorlar. Çevrelerini de suçlamaya kalkmıyorlar.

*İstişareyi ihmal etmiyorlar, istişare ettikleri müddetçe de yanlışlıklardan kurtuluyorlar.

*Azim, ümit gayret, sebat, sadakat ve fedakarlıktan ayrılmıyorlar. En güzel huy ve duygularla dopdolu yaşıyorlar.

İşte, onların başarılarının sırrı bunlarda saklıdır. Şimdiye kadar saydığımız ve sayacağımız her husus onların başarı basamaklarından birkaçıdır. Başaramayanlar ise bu özelliklerden büyük ölçüde mahrumlar.

Sahip olduğumuz güç, başarının önüne gerilmiş her türlü engeli aşabilecek güçtedir. Yeter ki başlayalım . İşe başlamak, bitirmek demektir. “İyi bir başlangıç yarı yarıya başarıdır.” Demişler. Esasen büyük işleri başaranlar, küçük işleri başarmakla işe başlamışlardır.


“Gençliğin parlak sözlüğünde, başarısızlık diye bir kelime yoktur.” Diyen Bulwer-Lytton, şüphesiz, insandaki bu bitmez tükenmez enerjiyi görüp de söylemiş olmalıdır.

Birincisinde başaramadıysanız ikincisinde mutlaka başaracaksınız. Kıbrıs Türkünün bağımsızlığına hayatını adayan KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, “Başaracağım de ve başar.” Derken, gençliğe azim ve gayretin yaşanmış zaferini gösteriyor.

Başarınızı engelleyecek sebeplere meydan vermeyin. Vazifenizi muhakkak zamanında bitirin. Hatta zamanından önce. “Bütün başarılarımı işlerimi vaktinden önce bitirmeye borçluyum.” Diyen Nelson bu gerçeği ifade eder.

Sebat da çok önemli. Ancak hak bildiğiniz yolda sebat ederek zafere erebilirsiniz.

Bu hususlara dikkat ettiğiniz müddetçe başarılar peş peşe gelecektir. Olgunlaştıkça olgunlaşacaksınız.

Başarı üstüne başarı kazanmak kadar güzel ne olabilir? Fakat bu arada unutmayın ki, başarılar şükürle ayakta durur. Gurur onları yıkar.

Büyük başarıların sahipleri her ağırbaşlılık, vakar ve alçak gönüllülük örtüsüne bürünmüşlerdir. Hatırlayın ki, Allah Resülü Mekke’yi fethedip içerisine girdiği zaman her zamanki tevazuundan hiçbir şey kaybetmemişti.


Bir zafer dönüşü Kanuni’nin şehre girişini gören Batılı tarihçi Busbecq,

“padişahın yüzünde hiç de zafer kazanmış bir hükümdarın sevinci yoktu. Ordunun en sonunda gelen Padişah, cenaze merasiminden dönen bir insan gibi ciddi ve ağırbaşlıydı.”der.

Yavuz da bir zafer dönüşü halkın coşkunlukla karşılama hazırlıklarına girdiğini öğrenince onlara görünmemek için gece sabaha yakın sessizce şehre girmişti.

Başarının insanları şımartıp, onları tembel, bencin, övüngen yaptığı yolundaki yaygın kanaat, aslında yanlıştır.” Diyen Somerset Maugham, tam aksine, başarının insanları yumuşak başlı iyi yürekli ve hoşgörülü yaptığını, kişileri kırıcı ve sert yapanın yenilgi olduğunu söyler.

Kendisini bilen insan için öyledir. Aslında yenilgi de kırıcı ve sert yapmaz, yapmamalı da. Çünkü yenilgi bir son değil, bir başlangıçtır. Acı bir tecrübedir., ama gayretli insanlar için başarının da başlangıcıdır.

 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
BAŞARININ DÖRT TEMEL UNSURU

ÜMİT

Hayat faaliyet ve harekettir. Onu yürüten ise şevktir. Şevk dolu bir ruhla hayat meydanına atılan insan, yeis, yani ümitsizlik adı verilen korkunç düşmanla karşılaşır. Bu düşman onun ayağını kaydırıp düşürmeye çalışır.

“Aman sen de! Bu işi senden başka yapacak kimse yok mu ki? Hem sen bunu başaramazsın. Başkaları yapamadıktan sonra sen mi yapacaksın!” daha bir sürü bahanelerle insanı yolundan döndürmek ister.

Eğer moral bozulur, maneviyat sarsılırsa insanın bir adım ilerlemesi söz konusu olamaz. Onun içindir ki, bu azılı düşmana karşı,

“Allah’tan ümit kesmeyeniz!” buyuran Rabbimiz den yardım istemeliyiz. O müjdeli silahı kullanmalıyız.

Ümitsizlik ancak bu silahla yenilir. İnsanlığı kemiren yeis, ancak ümitle yıkılır. Cemiyetlerin kangreni olan bu hastalık sadece ümitle mağlup edilir.

Ümitsizlik öldürücü zehirdir. Hayata saplanan bir bıçaktır. Ahlaka kasteder.

Ümitsizlikle toplumun faydası kalkar, yerini şahsi çıkarcılık alır. İnsan sadece kendisini düşünmeye başlar. İnsanlar kötü örneklerden delil getirmeye çalışırlar. Tembellere bakıp.

“Ne yapalım. Herkes benim gibi. Çalışıp da ne olacak? Alemi ben mi düzelteceğim? Neme lâzım “ der. Yan gelip yatarlar.

Yine yükselişin ayak bağı olan ümitsizliğe yakalananlar, ideal, güzel ve üstün örneklere bakıp,

“Ben nasıl olsa onlar gibi olamam. Ben kimim, bu işleri yapmak kim?” gibi desiselerle kendilerini avutmaya çalışır. Tembelliğe bahaneler sayıp dökerler.”

Şu gerçek kulağımıza küpe olmalı. “Yola çıkmayan ilerleyip yol alamaz.” Ümitsizliklerle bir yere varılmaz. “Bir şey tamamen ele geçirilmezse tamamen de terk edilmez.” Buyuran Peygamberimiz.(S.A.V)

Bir defa yola çıkmamızı istiyor. Giriştiğimiz işi yüzde yüz başaramazsak da %70 başaralım. Olsun Hiç başaramamaktan, yapamamaktansa, yarı yarıya da olsa başarmak kazançtır.

Ümitsizlik başarının birinci engelidir. O engel aşılmadıkça düzlüğe çıkılamaz. Süt kazanına düşen iki kurbağanın hikayesini bilirsiniz. “Nasıl olsa kurtulamam.” Diye ümitsizliğe düşen kurbağa boğulup giderken, diğeri ümidini yitirmemiş, çırpınmış, çırpındıkça bir yağ tabakası meydana gelmiş, üzerine çıkıp kurtulmuş. Ümitle, güvenle geleceğe baktığımız müddetçe aşamayacağımız yokuş yoktur.

Mehmet Akif ne güzel dile getirmiş:

“Atiyi (geleceği) karanlık görerek azmi bırakmak,
Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak.
.......
Ey dip diri meyyit(ölü) İki el bir baş içindir.
Davransana... Ellerde senin, baş da senindir.”

“Noksan olur, hata yaparım veya güzel yapamam !” diye işten, hizmetten, bir şeyler yapmaktan kaçmak da nefsin aldatmacasıdır.

Vicdanımıza sormalı, yapabileceğimiz bir şeyse mazeret bulup görevden kaçmak yerine, “İnşallah başarmaya çalışacağım. Gücüm ölçüsünde yaparım” demeli, vazifeyi şevkle üstlenmeliyiz.

Karıncadan ibret almalı. Hz. İbrahim’ i ateşe attıklarında, karınca ağzına aldığı suyla ateşe ilerliyormuş. Sormuşlar:
“Nereye böyle karınca kardeş?”
“Nereye olacak? İbrahim Peygamberi Nemrut ateşe attı. Ona su götürüyorum.”
Gülmüşler.
“Bu azıcık suyla mı ateşi söndüreceksin?”

“Benim görevim ateşe su taşımak. Götürebildiğim kadarınca götürürüm. Gerisine karışmam. Ateşi söndürüp söndürmemek benim vazifem değil. Allah’a ait. Ben ona karışmam.”

Biz de öyle yapmalı, vazifemizi en iyi şekilde yapıp gerisine karışmamalıyız.

İRADE

Arkadaşınız çok başarılı, çok da terbiyeli. Babanız hep âmirlerin takdirini kazanıyor. Anneniz işini çok temiz yapar, herkesin sevip saydığı bir hanım. Komşunuzun büyük oğlu üniversitede okuyor ve sınıflarını takıntısız geçiyor. Belediye başkanınız gibisi yok. Seçim olsa % 90 oyla yine seçilir.

Acaba bu yakından tanıdığımız insanlar başarılarını neye borçlular, dersiniz?

Tek kelimeyle iradeli oluşlarına.

İradeli insanların başaramayacakları bir iş yoktur.

Fatih sultan Mehmed iradeliydi. İstanbul’u fethetti.

“Ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni” diyen güçlü bir iradenin karşısında hangi güç durabilirdi?

Evliya Çelebi iradeliydi. Bıkmadan, usanmadan ülke ülke dolaşmış, dünyayı tanımış, eşsiz seyahatname ’sini yazmıştı.

Beyruni iradeliydi. Birçok keşif ve buluşlar yapmış, ilmin öncülerinden olmuştu.

İrade zaferdir.

İrade başarıdır.

İradesiz insanlar rüzğarın önündeki yapraktan farksızdırlar. Kolay etkilenirler. Güçlüklere dayanamazlar. İradesiz insanları kınayan Mevlânâ, “Her rüzğarla otlar gibi sallanırsan, dağlar kadar olsan da bir ota değmezsin.”der.

Herkeste irade vardır. Ne var ki, bazıları yaratılışlarındaki bu gücü eğitir, inkişaf ettirir, kaleler gibi sağlamlaştırır; böylece hayatın sıkıntı ve ızdıraplarına dayanırlar.

İradesini eğitme yoluna gitmeyenler ise başkalarının boyunduruğu altında kalmaya mahkûmdurlar. Emir altında olmaktan kurtulamaz; ezilmeye, çiğnenmeye, yenilmeye, zararlara katlanmaya razı olurlar.

Madem ki aklımız, fikrimiz ve irademiz var. Kendimiz tesadüflere bırakamayız. “Bırak sen de, her şey olacağına varır. Çalışsan da, yırtınsan da iş olacağına varır. Üzme tatlı canını ! deyip duygularımızın ve başkalarının esiri olamayız. İrademizle yaptığımız her işten sorumluyuz. O halde, düşünerek, irademizi kullanarak hareket etmek zorundayız.

İrade güçlendirilmeli, cehd ve gayretle beslenmeli. Cehdd ve gayret de aklın kontrolun de zihni, fikri ve bütün duyguları aynı istikamete yöneltmekle olur.

Güçlü bir iradeye sahipseniz kokmayın. Ne nefsiniz, ne çevreniz sizi yoldan çıkarabilir. Yanlış ve hatalı gördüğünüz noktada kendinize “Dur” diyebilirsiniz.

Diyelim ki bir bahar günü, imtihanlar yaklaşmakta. Siz de masanın başına oturmuşsunuz, ders çalışmaktasınız. O anda bir arkadaşınız geldi “Haydi biraz gezelim.” Dedi. Hemen muhakemesini yaptınız. Gezmeye gitseniz saatlerce gelemeyeceksiniz ve yorgun argın geldikten sonra da dersinize kendinizi veremeyeceksiniz. Zayıf almanız kuvvetle muhtemel O anda arkadaşınıza tatlılıkla “Şimdi olmaz, inşallah başka bir zaman.” Diyebiliyorsanız kazançlısınız. Ve iradenize hakim olduğunuzu ispat ettiniz.

Her akıllı ve zeki insan iradeli demek değildir. Nice akıllı ve zeki insanlar vardır ki, iradelerine hakim olamadıkları için zarara uğramaktan kendilerini kurtaramamışlardır.

İradesiz insan yoktur. Ama birisi vardır ki, iradesini eğitmiş, iyiye yönlendirmiş; diğeri de iradesini duygularına kaptırmış, kontrolü elinde tutamamış, kötülüklere dalmıştır.

İradenin merkezi beyindir. Beyin iyi ve faydalı bilgilerle doldurulursa irade de beslenmiş olur. Aç bırakılan irade görevini yapamaz.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
AZİM
BAŞARININ DÖRT TEMEL UNSURUNDAN BİRİ DE AZİMDİR.

Azimde sağlam ve kesin kararlılıklar vardır, irade vardır, sebat vardır.
İnsan en büyük desteği azimde bulur. Azim onun en büyük yardımcısıdır. Lokomotif gibidir, insanı peşinden sürükler.

Azim güçtür, kuvvettir. Girdiği kalbi volkanlaştırır Ali Ulvi Kurucu’ nun dediği gibi ;

"Bir azim eğer iman dolu bir kalbe girerse,
İnsan da o imandaki son sırra ererse
En azgın ölümler ona zincir vuramazlar,
Volkan gibi coşkun akıyor, durduramazlar.”

Böyle bir azmin önünde durabilecek bir güç yoktur. İlk müslümanlar azimle bir iman seli halinde akmışlar, dağ gibi engelleri aşıp geçmişler, dünyanın dört bir yanına hakkı ve hakikati ulaştırmışlardı.

Azimli insanlar cesur, atılgan, aktif, kahraman, fedekar ve faaldirler. Tedbir ve ihtiyatı da elden bırakmazlar. Bu duyguyu kaybedenleri pasiflik, çekingenlik, gevşeklik, pısırıklık sarar. Hiçbir işi başaramaz hale gelirler.

Azmin heyecanını yitirenler peşin olarak yenilgiyi kabul etmişlerdir. Ayrıca yenilmelerine gerek yoktur.

Dünya hayatı her zaman rengarenk değildir. Her zaman bir bahar havası gibi güllük gülistanlık olmaz Hayatın baharı da vardır, kışı da. Mutluluklarla acılar iç içedir. Musibetler, belalar eksik olmaz. Eğer insanda azim yoksa, bu musibetlerin üstesinden gelemez, ezilir, gider.

Dünya çapında ün yapmış büyük insanların başarılarında hep azim vardır. O şeref, makam ve mevkii elde etmelerinin temeli azimlerindedir.

Acizlerin sık sık sığındığı, “Yapamam, başaramam beceremem.” Gibi kelimelere hayatımızda yer vermeyelim. Azimle ilerleyelim. Allah’a güvenip bağlanalım. Kur2an’da buyuruluyor ki:
“Bir kere azmettin mi Allah’a güven!”(Al-i İmran 159)

SEBAT

En az azim kadar önemli bir husus da sebattır. Azimle sebat ikiz kardeştir. Azmin bulunduğu yerde sebat da bulunur.

Sebat, hakta direnme demektir.

Çoğumuzun dert yandığı bir duygu vardır: İnat. “Amma da inatçı adam! Kara diyor ak demiyor!” gibi sözlerle bu duygunun sahiplerini kınarız.

Halbuki bu duygu kanalize edilebilse, sevgi, şevkat, fedakarlık gibi sair duygulardan farksız hale getirilebilir.

Nasıl mı?

İnadı doğruluğuna inandığımız yolda sebatta kullanmakla. O zaman inat, yerini sebata bırakmış olur. Böylece doğrulardan ve gerçeklerden ayrılmamada direnme gücünü elde ederiz.

Sıkıntıların, ızdırapların, zorlukların üstesinden azimle geliniyorsa; sabır, şükür, kanaat, iktisat, ihlas gibi duygular da sebatla ayakta tutulur.

Güçlükler karşısında yılmamayı, bıkıp usanmamayı sebatla başarırız.


İlimde sebat;
Hizmette sebat;
İyilikte sebat;
Ve netice; başarı.
 

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
ALIŞKANLIKLAR


Her insan bir kısım alışkanlıklar edinir. Zamanla bunlar o kadar kökleşir ki, vazgeçilmez hale gelir. Adeta insan onların esiri olur.

Alışkanlıkların bu tesirini ifade etmek için, “Alışmış kudurmuştan beterdir.” Demişlerdir. Horace Mann da, “Alışkanlık bir halata benzer. Her gün bir lifi örer ve sonunda, onu koparamayacak kadar güçlü yaparız.” der.

Önemli olan, güzel alışkanlıklar edinebilmektir. Hallac-ı Mansur kendisinden öğüt isteyen birisine, “Kendini iyiliğe alıştır. Yoksa nefsin seni kötülüğe alıştırır.” demiştir.

İradelerini iyiye yöneltemeyenler kötü alışkanlıkların tuzağına düşerler. Bu tuzaktan uzak durmak için gayret göstermek gerekir.

Kötülük nefse cazip gelir. Hele başkaları da içindeyse insan bahaneler bulmakta gecikmez. “Falan da böyle, filan da... “Halbuki başkalarının kötülükte oluşu ne bize mazeret teşkil eder, ne de kötülüğümüzü iyiliğe dönüştürür. Çoğunluğun kendisini ateşe attığı bir yerde onlara uyup kendini ateşe atmak akıllılık değil, deliliğe ortak olmaktır.

Kötünün ne olduğunu iyi bilmek, ondan uzaklaşmada, onu tekrarlamada bize yardımcı olur. Maddi ve manevi yönden açtığı yaraları düşünmek, kendisinden kaçınmak için yeterli sebep olur. Alışkanlık haline getirmeye hiçbir özür kalmaz. Hz. Ömer “Kötülüğü bilmeyen onun tuzağına düşer,” derken bu gerçeği anlatır.

İyi alışkanlıklar edinebilmek zor değildir. Kötü alışkanlıklar edinmede kullandığımız aynı iradeyi bu defa iyide kullanacağız.

Başlangıçta kötü alışkanlıklarımızı terk etmede zorlanabiliriz. Ama istedikten, mücadeleyi göze aldıktan sonra zor diye bir şey yoktur.

Hepsinden önemlisi, daha başlangıçtayken kötü alışkanlıkların tuzağına düşmemektir. İlk adım önemlidir. Küçük gördüğümüz ilk adımlar bizi çok büyük ve tehlikeli sonuçlara götürebilir. Öyle ki, hayat boyu ızdırabını yaşarız.

Zihni yanlış ve zarar düşüncelerden ayıklamak, güzel ve faydalı bilgilerle doldurmaya çalışmak, güzel alışkanlıklardandır.

Boş vakitleri değerlendirmeyi alışkanlık edinmek, kitap okuyarak veya faydalı bir işle meşgul olarak geçirmek ne kadar güzeldir. Zamanla bunlar otomatikleşir. Bu defa o güzel alışkanlıkları yapamayınca rahatsız oluruz.

Mutlu olmak isteyenler iyi alışkanlıklar kazanmalı.

NASIL BİR ÖRNEK


Karıncaların bir reis, arıların bir beyin, turnaların bir kılavuzu vardır. Çocuk annesini, küçük büyüğünü, öğrenci öğretmenini taklit eder.

Acaba bizim örneğimiz ve rehberimiz kim? Kimlere özeniyor, kimlere benzemeye çalışıyor, kimler gibi olmaya çaba sarf ediyoruz?
Örnek edindiğimiz kişiler faziletli, dürüst, çalışkan, azimli, gayretli, kararlı, cesur, iyiliksever, cömert kişiler mi?

Başta Peygamberler olmak üzere, İslam büyükleri birer yıldız gibi bize ışık tutmaktadır.

Tembel, zevkine düşkün, bencil, hazırcı, nemelazımcı, serseri, aylak, başıboş ve gayesiz insanlar örnek olamazlar. Kendilerini yola getiremeyenler, başkalarına nasıl yol gösterebilirler? Kötüler örnek teşkil etmez.

Örnek edindiğimiz özendiğimiz kişilerin bize neler kazandırıp kaybettirdiği önemli. Akıllı insan, değil sadece iyi insanlardan, kötü insanların kötülüklerinden de ders almasını bilendir. “İyiliği kötüden öğrendim.” diyen bilgin doğru söylemiştir.

Kötülükten, kötülerden ders almak bizzat onunla içli dışlı olmak demek değildir. Doğru yolumuzda yürürken muhatap olmaya mecbur olduğumuz veya elimizde olmadan gözümüze kulağımıza ilişen kötülükler, hatalar, yanlışlar iyiye, doğruya gerçeğe yönelmede bize yardımcı olabilir.

Çöplükteki gülü görebilen insanlar kendilerine iyi örnekler bulmakta, kötülerin bile iyi yönlerini görmekte güçlük çekmezler.

Şunu da unutmamalıyız ki, iyi örnekler aradığımız kadar, kendimizin de örnek bir kişiliğe sahip olmamız gerekir. Sözlerden çok halimiz, davranışlarımız gerçekleri haykırmalı. Pırıl pırıl yaşanan huzur dolu bir hayat, başkalarını mıknatıs gibi kendisine çekmekte gecikmeyecektir.
 
Üst