Hamiyetkar
Well-known member
Ümmetimin hayırlıları, Allah (c.c.) kendilerine "Belâ"dan bir şey verdiğinde iffetlerini muhafaza edenlerdir. Dediler ki: "Bu hangi beladır?" Buyurdu ki o "Aşk"dır. Hadis-i Şerif
Râvi: Hz. İbn-i Abbas (r.anhuma)
CİNSELLİĞİN gençler için sorun olması, bu zamana özgü değildir. Her devirde gençler, özellikle buluğ cağından itibaren iç dünyasında karşı cinse karşı şiddetli bir cinsel arzu duyar. Bu, onun fıtratında vardır. Önemli olan, bu arzunun meşru bir yoldan tatmin edilip edilmemesidir.
Aslında bu durum, insanı iç dünyasında zorlayıcı bir etkiye sahip olan her türlü dürtü ve eğilim için de geçerlidir. Örneğin, acıkma hissi, insanda tıka basa tok olana kadar yemek yeme eğilimi doğurabilir. Bu eğilim karşısında kişi, aç kalmadan, biraz yemeye, yeterince yemeye ya da tıka basa doymaya kadar geniş bir davranış setiyle karşı karşıyadır. Burada "İnsan acıktığını hissediyorsa, o hissi bastırmak için tıka basa yemelidir" şeklinde bir fikir ortaya atmak, son derece deterministçe bir bakış açısını yansıtır ve yanlıştır. Bir insanı içeriden zorlayan hiçbir dürtü ve eğilimin davranış açısından tek bir standart karşılığı yoktur. Her zaman çeşitli seçenekler vardır. İnsan iç eğilimlerini ilâ nihâye yok farz edemez, ama onun büsbütün esiri de değildir.
Mesela Ramazan ayında oruç tutan bir mü'min, sahur vaktinden iftara kadar bir gün boyunca bedeninin "Ben açım!" uyarılarına mukavemet gösterir. Çünkü ruhi inançları bedeni ihtiyaçlarına galiptir. "Rabbim, nimetlerine karşılık yılın bir ayında benden oruç tutmamı istiyor" inancı, o mü'mini gün içinde ağzına bir lokma atmaktan alıkoyar. Bu da gösterir ki, bedenin ihtiyaç olarak duyurduklarına mağlup olmak, her şeyden önce bedenin ihtiyaçlarını öncelemek ve daha değerli görmekle ilgili bir şeydir.
Hâsılı, çalışma prensibi bakımından acıkma duygusu ile cinsel duygular arasında fark yoktur. Kişi, ikisini de iç dünyasında duyumsar ve bir şekilde o duyguyla 'hesaplaşır.' Bu hesaplaşmanın sonunda o duyguyu iç dünyasında bloke edebileceği gibi, meşru ve helal dairede tatmin etmeye de yönelebilir. Ya da o duyguyu hemen ve azgınca tatmin etmeye yönelir, ki bu nefsin tercih edeceği bir yoldur.
Bir kişide nefsin hakim olması, o kişideki rablık arzusunun bir sonucudur. Çünkü istediği şeyi hemen ve derhal gerçekleştirebilmek rabliğin bir özelliğidir. Gelgelelim insanın nefsine prim vermesi onu rablığa taşımaz, tam aksine hayvanlığa yakınlaştırır. Çünkü arzu ve eğilimleri derhal gerçekleştirme tarzı, insan söz konusu olduğunda, akıl ve iradenin süreç dışı kalmasını, tüm sürece 'kör duygular'ın egemen olmasını sonuç verir. Duygu ise şuursuzdur, ne yaptığını bilmez. Kural tanımaz, tecavüz eder. Tipki bir hayvan gibi, her şeyi içinde bulunduğu andan ibaret sanır. Bakışını, yaratıcısına ve öteye (ahirete) yükseltemez.
Nefsinin farkında olan dolayısıyla Rabbini tanıyan bir mü'min için ise cinsel duygularına karşı hareket tarzı daha farklıdır. O diğer bütün duygularında olduğu gibi, cinsel duygularını da Rabbinin çizdiği sınırlar içinde anlamaya, kıymet vermeye ve tatmin etmeye çalışır. Meşruiyetin kaynağı, Rabbin emir ve yasaklarıdır.
Nitekim Rabbin emir ve yasaklarını ihtiva eden İslam, bir fıtrat dinidir. İnsanın duygularını, arzularını ve eğilimlerini inkar etmez. Öte yandan tüm bunların kuralsız ve hazcı bir tutumla tatmin edilmelerine de izin vermez. Çünkü Rab, insanı bu dünyaya indirmekle bir maksat gütmektedir. Bu maksat, hammadde mesâbesindeki duyguların tensel ve yersel yönünü en başta iman kuvvetiyle, sonra akıl ve irade âletleriyle nakış nakış işlemek, onları doğru mecrâlarına oturtmak suretiyle yüce gâyelere çevirmekle hâsıl olmaktadır.
Cinsel duygulara gelince, İslam bu enerjinin nikah yoluyla teskin edilmesini teşvik eder. Eğer şartları buna uymuyorsa, gence iffetine sahip çıkmasını önerir. Fakat bunun zorluğunu da öngörür. O yüzden ona nâmahreme nazar etmemeyi, gerekiyorsa oruç tutmayı ve "Yâ Rabbim bir anlığına (göz açıp yumuncaya kadar bile) olsa beni nefsimin eline bırakma!" duasını tekrarlamayı öğüt verir.
İtiraf etmek gerekir ki, bu zamanın gençleri için şartlar elbette daha zordur. Çünkü zaman nefisperestliğin son derece yaygınlaştığı bir dönemdir. İnsanların bedenlerini kendi mülkü saydığı, onu kendi istediği gibi sergileyebileceğini düşündüğü bu dönemde cinselliği hatıra getiren imgeler sayısızdır. Cinsel icerikli şarkı sözleri, en alâkasız üründe bile kadının kullanıldığı reklamlar, açık saçık fotoğrafların yer aldığı dergi ve gazeteler.. gençleri irâdelerini iptal edip her daim nefislerinin sesini dinlemeye davet etmektedir. Dahası, sokakta ve neredeyse her türlü mekanda rastlanan açık saçıklık, aile ve akraba ilişkilerinin bozulması, flörtün yaygınlaşması, bulunduğu çevre ve arkadaş çevresi faktörü, evlenme yaşının geç yaşlara sarkması da gençlerin cinsel duygularıyla meşru yoldan baş edebilmesini zorlaştırmaktadır.
Nitekim İncil’de "Zina etmeyeceksin!" yerine, Kur'an-ı Kerim'de "Zinaya yaklaşmayın!" emri üstü örtülü olarak bu zorluğu ima eder. Bozuk bir çevrede her an göze takılabilecek bir cinsel imge, gencin aklını sürekli cinsellikle meşgul etmesine ve gözünü nefsinin arzuları doğrultusunda haz tarayıcılığında kullanmasına sebep olur. Böylesine cinsellik tehdidi altında yaşayan bir topluma ise, zina etmemek yerine zinaya yaklaşmamayı emretmek, elbette çok daha hikmetlidir.
"Zinaya yaklaşmayın" ayeti, iki noktada mânidardır. İlki, gözün harama kaymasının zina sürecini düğmeye basılmış gibi otomatik olarak işleteceğine işaret etmesidir. O sebeple ayette zina kadar zinaya götüren yollar da yasaklanmaktadır. İkincisi ise, İncil âyetiyle birlikte düşünüldüğünde âhirzaman topluluklarının Allah (c.c.)’ın hükümlerini değiştirdiğine işaret etmesidir. Gerçekten günümüz toplumlarında örtünme emri yerini açık saçıklığın norm olduğu bir hale terk etmiştir. Nitekim içinde yaşadığımız toplumda seksen yıl önce sokakta başını açan tek tük hanımlar ayıplanırken, şimdi örtünen bayanlar dışlanır, öcü gibi görülür hale gelmiştir.
İşte günümüz gençlerinin karşı karşıya kaldığı esas zorluk bu bozuk çevredir. Gençlerimizin bir başka zorluğu ise, aile ve akrabalık ilişkilerinin çözülmesidir. Saadet Asrı'nda bir genç, Resulallah'a gelerek zina etmek için izin ister. "Yâ Resulallah, zina etmeme izin ver!" der. Orada bulunanlar hemen delikanlının üzerine yürüyüp onu azarlarken, Resulallah, "Onu bana yaklaştırın" buyurur. Aralarında şu konuşma geçer:
Böyle bir şeyi annen için arzu eder misin? Annene yapılmasını istermisin? Genc:
Vallahi hayır! Allah (c.c.) beni sana feda etsin ki hayır! Resulallah (asm):
Hiçbir insan da böyle bir şeyi annesi için istemez. Peki ya kız kardeşin için arzu eder misin?
Genc: Vallahi hayır! Allah (c.c.) beni sana feda etsin ki hayır!...
Konuşmanın devamında Allah (c.c.) Resulü, aynı soruları gence halası, teyzesi için de sorar.
Gencin cevapları ise yine aynıdır.
Bu hadisin tersten bir okumasıyla fark edileceği üzere, aile ve akrabalık ilişkilerinin olmadığı ya da zayıfladığı, üstüne üstlük, açık saçıklığın kol gezdiği bir yerde, gençlere kadının cinsel obje dışında değerleri olan, toplum içinde önemli rolleri ifa eden bir varlık olduğunu anlatmak hiç de kolay değildir. Aynı şekilde baba, erkek kardeş, amca, dayı, enişte.. rollerine hayat tecrübesi içinde tanık olmayan bir bayanın, erkeklerin her zaman kadınlardan 'istifade' etmek isteyen bir tür olmadığını zihninde oturtması kolay değildir. Günümüzün yabancı birinin akrabadan hem bedenen hem kalben daha yakın olduğu kent hayati, bu açıdan son derece hatalı bir görüntü arz etmektedir.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, bugünün gençleri kendilerini cinsellik konusunda daha baştan mağlup olarak düşünmemelidir. Eğer mü'min iseler zaten daha başta nefsin cinsel arzularına karşı dengeleyici bir kuvvete, hem de iman kuvvetine sahipler demektir. Kalpte iman durduğu müddetçe, Gençlerin cinsellik ya da açık saçıklık konusunda kendilerini çaresiz görmeleri doğru değildir. En önemli dayanakları, işte kalplerindeki bu imandır. Cunku iman hem kuvvettir, hem lezzettir. Bir yandan dunyanin gecici hazlarina mukâvemet gücü kazandırır, diğer yandan verdiği daimi huzur lezzetiyle şehevi hazlara tenezzül ettirmez.
Öte yandan iman, mü'min genci adaletli olmaya ve sorumlu davranmaya yönlendirir. İman gözlüğüyle bakan bir mü'min genç, şu anda ya da gelecekte birisinin eşi olacak birine sırf şehevi bir arzuyla bakmanın bile, bir hakka tecavüz olduğunu bilir. Ayrıca böyle bir davranışın kendisine karşı yapılmış bir haksızlık olduğunu da düşünür. Çünkü aklı, imanı, iradesi, ihlası, sabrı.. Dururken; şehevi arzusunu kendisine rehber edinmesi ve anlık bir hazzı en büyük hedef yapması, Rabbinin kendisine verdiği potansiyeller açısından gerçekten çok büyük bir haksızlıktır. Koca kainatı kuşatabilecek bir kalbin, zerrede boğulması gibi bir şeydir.
Cinsellik sınavı karşısında mü'min gencin bir diğer dayanağı, sağlıklı bir aile ve akraba ilişkisidir. Anne-babası, kardeşleri ve akrabaları tarafından sevilen ve değer verilen bir genc, başıboşluk, değersizlik ve can sıkıntısıyla cinsel dürtülerinin peşine koşturmaz. Sefahatin hocası olan sıkıntının yörüngesine girmez. Küçük yaşlarda onların nezareti, sevgisi; ilerleyen yaslarda yoldaşlıkları, dostlukları, muhabbetleri sayesinde kalbi sevgi ve güven duygusuyla dolu olur. Sevgi ve ilgi mahrumiyetinden doğan bir sevgi arayışı ile yanlış adreslerde ve yanlış kollarda hayvansı bir cinselliğin tuzağına düşmez.
Yine kalbi sevgi ve güven duygusuyla dolu olan bir genc, günümüzde çokça görülen 'kötü arkadaş' baskısına da dirençli olur. Onların cinselliği büyümenin bir göstergesi gibi gösterip alaycı bir tavır almalarına karşı kendisinde bir eksiklik varmış gibi düşünmek yerine, onlarda yersiz ve zamansız bir sapma olduğunu görür. Buna karşılık özellikle aile içinde sevilmeyen, varlığı önemsenmeyen, dokunulmayan bir genç, akranlarının baskısı karşısında dayanamaz; nefsine ve onların ayartmalarına yenik düşebilir.
Aslında tüm mesele, eninde sonunda gelip kalbe dayanmaktadır. Eğer bir gencin kalbi, iman nuruyla dolu, İslam ahlâkı ve terbiyesi almış, başta ailesi olmak üzere çevresindeki insanların sevgi ve ilgisine muhatap ise, o gencin cinselliği bir ısrar ve takıntı haline getirmesi söz konusu değildir. Cinselliğin sahte parıltısı, ancak kalbi bos ve sevgisiz kalmış bir genç için güneş gibi parıldar.
Dolayısıyla dikkat edilmesi gereken nokta, kalbin daima semavi hazlarla takviye edilmesine çalışmaktır. Aksi halde, tabiat boşluk kabul etmediği gibi, dünyevi hazlar da kalbi kendi çekim alanı içine alır. Kalbi semavi hazlarla takviye etmenin yolu ise en basta farz ibadetleri yerine getirmek, sonra tefekkür ve zikirdir. Bunları hayata geçirdiği ölçüde bir gencin kalbi cinsel arzuların ayartıcılığına karşı gerekli donanıma kavuşmuş olur.
Bu hale ulaştığında genç yapması gerekenleri yapmis demektir. Geriye bu halini korumaya çalışmak kalır. Onun da yolu Yusuf aleyhisselam'ın "Ben nefsimi temize çıkarmıyorum, çünkü o daima kötülüğü emredicidir" sözü ile Rabbimizin "Zinaya yaklasmayın, çünkü o acık bir kötülüktür' buyruğunu birlikte düşünüp, zinanın da nefsin de 'kötülük Paydası’nda birleştiğini tefekkür ettikten sonra, Peygamber Efendimiz gibi daima "Allahim bir anlığına bile olsa beni nefsimin eline bırakma!" duasını dilden düşürmemektir.
Alıntı