İlim-irfan
Well-known member
Heybeliada Rum Ruhban Mektebi:
Bundan 60 yıl önce, nüfusu bir milyon olan İstanbul'da 120 bin Rum vatandaş yaşıyordu. Bunlar azınlık statüsündeydiler ve kiliseleri, patrikleri, okulları, vakıfları, Heybeliada'daki ruhban mektepleri, yetimhaneleri, kabristanları, anadillerini yazıp okumakta kullandıkları alfabeleri, yortuları Lozan anlaşması ile uluslararası garanti altına alınmıştı. 1945 ile 1952 arasında Beyoğlu'nda yedi sene yatılı öğrenci olarak bulundum, orada Rumca Türkçe kadar yaygın konuşulurdu.
Sonra 6-7 Eylül dehşetinden ve Kıbrıs savaşından sonra Rum vatandaşlarımız korktular ve Yunanistan'a göçtüler. Şu anda sanırım İstanbul'da iki bin Rum bile yoktur. Kiliseleri, okulları ıssız kalmıştır. Heybeliada'daki Rum Ruhban mektebi de kapatılmıştır.
Hıristiyanlık dünyası bu konuda bize baskı yapıyor. Bugünkü iktidar, bu baskılar karşısında mektebi (Rum İlahiyat Fakültesi diyebiliriz) tekrar açma hazırlıklarına girmiştir.
Mesele bir çok bakımdan ve açıdan ele alınabilir:
1. Osmanlı hilafeti bu okulun açılmasına ve çalışmasına izin vermiştir.
2. Bendeniz koyu bir Müslüman olarak, Rumlara tanınan haklar ve hürriyetler Müslüman çoğunluğa da tanınmak şartıyla okulun açılmasına karşı değilim.
3. Ruhban okulu, Türkiye'nin parçalanmasına, Megali İdea ideolojisine hizmet etmemelidir.
4. Bugün Hıristiyanlık âleminde öyle mutaassıp (fanatik, bağnaz) Rum papazları vardır ki, ağızlarından ömürleri boyunca Türkiye kelimesi çıkmamıştır. "Küçük Asya" derler bu ülkeye.
5. Devletin eğitimine karışmayacağı özel, bağımsız, özerk bir Rum İlahiyat Mektebi açılacağına göre; Müslümanlara da devletin ve rejimin karışmayacağı özel medreseler açmak ve işletmek izni ve hakkı verilmelidir. Bu hak Müslümanlara tanınmazsa, eşitlik prensibi vahim şekilde ihlâl edilmiş olur.
6. Alfabe devrimi yapıldığı zaman, Rum vatandaşlarımızın Grek alfabelerine, Ermeni vatandaşlarımızın Ermeni alfabesine, Süryanî vatandaşlarımızın Süryanî alfabesine ilişilmemişti. 1928'den bu yana seksen küsur yıl geçti. Bin yıl kullandığımız yazı sistemi üzerindeki yasak ve tabular kaldırılmalı, Müslümanlara da yazma ve okuma serbestliği tanınmalıdır.
7. Rum vakıfları nasıl devlete bağlı değilse, Evkaf-ı İslâmiye de devlet idaresinden çıkartılmalı, Müslümanlara verilmelidir.
8. Rumların kendi patriklerini seçme hakkı olduğu gibi Müslümanların da kendi bağımsız Diyanet İşleri Başkanlarını seçme hakkı olmalıdır. Lâiklik diye bağırıp duruyorlar. Doğrusu benim istediğim değil midir?
9. Müslümanlara lâik devlet dışında tamamen bağımsız ve hür din teşkilâtı kurma hakkı verilmelidir.
10. Müslümanların bağımsız din mektepleri, bağımsız ilahiyat fakülteleri, bağımsız müftülükleri olmalıdır.
11. Tasavvuf hizmet ve faaliyetleri, tarikatlar serbest bırakılmalıdır.
12. Kur'ân kursları üzerindeki bütün baskılara, engellemelere son verilmelidir.
Bu saydığım haklar ve hürriyetler Müslümanlara verilirse, Rum ve Ermeni vatandaşlarımız da elbette hür patriklerine, hür ruhban okullarına, hür vakıflarına sahip olabilirler.
Müslümanların elleri kolları bağlı, Hıristiyanlara olanca haklar ve hürriyetler verilecek
. Böyle adalet olur mu, böyle eşitlik olur mu?
(İkinci yazı)
ZİNA VE RECM:
Zina İslâm dinine göre ahlâksızlıktır, günahtır ve suçtur. Birtakım dinsizler, ateistler, çağdaşlar, lâikçilerİslâm'a bu konuda karşı çıkıyor ve zinanın bir suç olmadığını savunuyorlar.
İslâm aileye önem verir.
İslâm'ın ahlâkî değerlerinden biri de iffettir.
Dinsizlerin ve çağdaşların zina konusunda Müslümanlara baskı yapmaya hakkı yoktur.
Hiçbir Müslüman zinanın ahlâksızlık, günah, suç olduğunu inkâr edemez. Ederse İslâm'dan çıkar, mürted olur.
Evli kimseler zina yaparsa bunun cezası recmdir. Bazı reformcuların İslâm'da recm cezası olmadığını iddia etmeleri gülünç bir câhilliktir. Asr-ı Saadet'te Peygamberimizin sağlığında (Salat ve selâm olsun O'na) recm cezası uygulanmıştır.
İslâm hukukunda zina suçunu isbat etmek ve recm cezasını infaz etmek son derece zordur. 600 küsur yıllık Osmanlı tarihinde, benim bildiğim, iki recm cezası verilmiştir.
Hazret-i Ömer radıy
u anh efendimiz, bir kıtlık ve pahalılık yılında hırsızlara verilen had cezasını muvakkaten tatbik etmemişti. Çünkü insanlar zaruret dolayısıyla, açlıktan ölmemek için hırsızlık yapmak zorunda kalıyordu.
Bu devirde Türkiye'de recm cezası uygulanacak olsa nüfus epey azalır
.
Somali'de zina yapan bir Müslüman idam edilmiş
. Bu haberi veren çağdaş gazete aklınca İslâm hukukunun vahşi olduğunu iddia ediyor. İslâm hırsızın elini kesmekten önce hırsızlığı keser. İslâm toplumunda hırsızlık çok istisnaî bir suçtur.
Dünya üzerinde çeşitli hukuk sistemleri vardır:
-Kara Avrupası hukuk sistemi.
-Anglo-sakson hukuk sistemi.
-İslâm hukuku.
Önemli olan ülkede suçların azaltılması, güvenliğin hakim olmasıdır.
Bugün ülkemizde hırsızlık o kadar yaygın hale gelmiştir ki, vatandaş sabahleyin gözüne sürme çekip sokağa çıkıyor, akşama evine döndüğünde sürmesi gözünden çekilip alınmıştır.
Ceza hukukunun iki vazifesi vardır:
-Korkutarak, düşündürerek suçları önlemek.
-Buna rağmen suç işlenirse, herkese ibret olacak şekilde cezalandırmak.
Allah'ın bize düstur, imam, hikmet kaynağı ve şifa olarak göndermiş olduğu Kur'ân-ı Kerîm'de "Zina'ya yaklaşmayın, çünkü o şüphesiz bir hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur" buyrulmuştur. (İsrâ, 32)
Zina haram olduğu gibi zinaya yol açacak uygunsuzluklar da dinimiz ve şeriatımız tarafından kötü görülmüştür.
Kadınların ve kızların haysiyetine, değerine, iffetine gölge düşüren, onları alçaltan, onları seks ve şehvet aracı gibi gösteren kötülüklerden biri de uygunsuz kıyafetlerdir.
Hiçbir iffetli, şerefli, haysiyetli kadın ve kız fahişe kıyafetine bürünmemeli, büründürülmemelidir.
Birtakım kadınlar başlarını rengârenk bir örtü ile örtüyorlar ve böylece tesettüre girmiş olduklarını sanıyorlar. Tesettür sadece başını örtmekten ibaret değildir. Tesettürlü Müslüman hanımın veya kızın renkleri, elbisesinin şekilleri, tavır ve hareketleri yabancı erkeklerin dikkatlerini, şehevî bakışlarını çekmeyecek şekilde ve tarzda olmalıdır.
Elbisesi dar, başındaki örtü gökkuşağı gibi rengârenk, eteği yırtmaçlı, suratı makyajlı, gözleri fıldır fıldır etrafa bakıyor, tebessümler saçıyor, kahkahalar atıyor, takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş, herkes ona bakıyor
.Böyle tesettürlü kadın olur mu?Böyle tesettür olur mu?
Bunlara nasihat edecek hocalar nerede?
Bir zina vardır, bir de göz zinası
. Aklı başındaki kadın ve kızların göz zinasına sebebiyet verecek, yol açacak kıyafetlerden, renklerden, tavır ve hareketlerden uzak durmaları, iffet ve hayâ içinde olmaları gerekir.
Tesettürün de türleri vardır:
-Takvalı, iffetli, hayâlı, görgülü, ciddî Müslüman hanımefendilerin tesettürü.
-Yine bu sıfatlara sahip hanımefendi genç kızların tesettürü.
-Hoppa, züppe, ölçüsüz, gösteriş delisi düttürü Leylâ kadınların sözde tesettürü. Bunlarınki aslında tesettür değil, anti-tesettürdür.
Tekrar ediyorum:
İslâm'da zina ahlâksızlık, hayâsızlık, günah ve suç değildir diyen kişi Müslümanlıktan çıkar.
İffet, hayâ ve zina konusunda, Avrupa standartları ile Din-i Mübîn-i İslâm'ın hüküm, ölçü ve değerleri bağdaşmaz ve uyuşmaz.
Siyasî bir düzende, açık kadınlara ve kızlara sağlanan bütün haklar, hürriyetler ve fırsatlar tesettürlü (başı örtülü) kadınlara da sağlanmaz ve verilmezse o toplumda eşitlik ve tam bir hürriyet yoktur.
Sevgili Peygamberimiz sall
u aleyhi ve sellem "İnsan mü'min olarak zina etmez" buyurmuştur. (Sahih-i Müslim, İman bölümü, 100). Ulemâ ve fukaha bu hadîsteki mü'mini "kâmil ve gerçek mü'min" olarak yorumlamıştır.
Zinanın suç olmaktan çıkartılması bizim toplumumuzun kültürel yapısına aykırıdır.
Mehmet Şevket Eygi - Milli Gazete
15/12/2005
Bundan 60 yıl önce, nüfusu bir milyon olan İstanbul'da 120 bin Rum vatandaş yaşıyordu. Bunlar azınlık statüsündeydiler ve kiliseleri, patrikleri, okulları, vakıfları, Heybeliada'daki ruhban mektepleri, yetimhaneleri, kabristanları, anadillerini yazıp okumakta kullandıkları alfabeleri, yortuları Lozan anlaşması ile uluslararası garanti altına alınmıştı. 1945 ile 1952 arasında Beyoğlu'nda yedi sene yatılı öğrenci olarak bulundum, orada Rumca Türkçe kadar yaygın konuşulurdu.
Sonra 6-7 Eylül dehşetinden ve Kıbrıs savaşından sonra Rum vatandaşlarımız korktular ve Yunanistan'a göçtüler. Şu anda sanırım İstanbul'da iki bin Rum bile yoktur. Kiliseleri, okulları ıssız kalmıştır. Heybeliada'daki Rum Ruhban mektebi de kapatılmıştır.
Hıristiyanlık dünyası bu konuda bize baskı yapıyor. Bugünkü iktidar, bu baskılar karşısında mektebi (Rum İlahiyat Fakültesi diyebiliriz) tekrar açma hazırlıklarına girmiştir.
Mesele bir çok bakımdan ve açıdan ele alınabilir:
1. Osmanlı hilafeti bu okulun açılmasına ve çalışmasına izin vermiştir.
2. Bendeniz koyu bir Müslüman olarak, Rumlara tanınan haklar ve hürriyetler Müslüman çoğunluğa da tanınmak şartıyla okulun açılmasına karşı değilim.
3. Ruhban okulu, Türkiye'nin parçalanmasına, Megali İdea ideolojisine hizmet etmemelidir.
4. Bugün Hıristiyanlık âleminde öyle mutaassıp (fanatik, bağnaz) Rum papazları vardır ki, ağızlarından ömürleri boyunca Türkiye kelimesi çıkmamıştır. "Küçük Asya" derler bu ülkeye.
5. Devletin eğitimine karışmayacağı özel, bağımsız, özerk bir Rum İlahiyat Mektebi açılacağına göre; Müslümanlara da devletin ve rejimin karışmayacağı özel medreseler açmak ve işletmek izni ve hakkı verilmelidir. Bu hak Müslümanlara tanınmazsa, eşitlik prensibi vahim şekilde ihlâl edilmiş olur.
6. Alfabe devrimi yapıldığı zaman, Rum vatandaşlarımızın Grek alfabelerine, Ermeni vatandaşlarımızın Ermeni alfabesine, Süryanî vatandaşlarımızın Süryanî alfabesine ilişilmemişti. 1928'den bu yana seksen küsur yıl geçti. Bin yıl kullandığımız yazı sistemi üzerindeki yasak ve tabular kaldırılmalı, Müslümanlara da yazma ve okuma serbestliği tanınmalıdır.
7. Rum vakıfları nasıl devlete bağlı değilse, Evkaf-ı İslâmiye de devlet idaresinden çıkartılmalı, Müslümanlara verilmelidir.
8. Rumların kendi patriklerini seçme hakkı olduğu gibi Müslümanların da kendi bağımsız Diyanet İşleri Başkanlarını seçme hakkı olmalıdır. Lâiklik diye bağırıp duruyorlar. Doğrusu benim istediğim değil midir?
9. Müslümanlara lâik devlet dışında tamamen bağımsız ve hür din teşkilâtı kurma hakkı verilmelidir.
10. Müslümanların bağımsız din mektepleri, bağımsız ilahiyat fakülteleri, bağımsız müftülükleri olmalıdır.
11. Tasavvuf hizmet ve faaliyetleri, tarikatlar serbest bırakılmalıdır.
12. Kur'ân kursları üzerindeki bütün baskılara, engellemelere son verilmelidir.
Bu saydığım haklar ve hürriyetler Müslümanlara verilirse, Rum ve Ermeni vatandaşlarımız da elbette hür patriklerine, hür ruhban okullarına, hür vakıflarına sahip olabilirler.
Müslümanların elleri kolları bağlı, Hıristiyanlara olanca haklar ve hürriyetler verilecek
(İkinci yazı)
ZİNA VE RECM:
Zina İslâm dinine göre ahlâksızlıktır, günahtır ve suçtur. Birtakım dinsizler, ateistler, çağdaşlar, lâikçilerİslâm'a bu konuda karşı çıkıyor ve zinanın bir suç olmadığını savunuyorlar.
İslâm aileye önem verir.
İslâm'ın ahlâkî değerlerinden biri de iffettir.
Dinsizlerin ve çağdaşların zina konusunda Müslümanlara baskı yapmaya hakkı yoktur.
Hiçbir Müslüman zinanın ahlâksızlık, günah, suç olduğunu inkâr edemez. Ederse İslâm'dan çıkar, mürted olur.
Evli kimseler zina yaparsa bunun cezası recmdir. Bazı reformcuların İslâm'da recm cezası olmadığını iddia etmeleri gülünç bir câhilliktir. Asr-ı Saadet'te Peygamberimizin sağlığında (Salat ve selâm olsun O'na) recm cezası uygulanmıştır.
İslâm hukukunda zina suçunu isbat etmek ve recm cezasını infaz etmek son derece zordur. 600 küsur yıllık Osmanlı tarihinde, benim bildiğim, iki recm cezası verilmiştir.
Hazret-i Ömer radıy
Bu devirde Türkiye'de recm cezası uygulanacak olsa nüfus epey azalır
Somali'de zina yapan bir Müslüman idam edilmiş
Dünya üzerinde çeşitli hukuk sistemleri vardır:
-Kara Avrupası hukuk sistemi.
-Anglo-sakson hukuk sistemi.
-İslâm hukuku.
Önemli olan ülkede suçların azaltılması, güvenliğin hakim olmasıdır.
Bugün ülkemizde hırsızlık o kadar yaygın hale gelmiştir ki, vatandaş sabahleyin gözüne sürme çekip sokağa çıkıyor, akşama evine döndüğünde sürmesi gözünden çekilip alınmıştır.
Ceza hukukunun iki vazifesi vardır:
-Korkutarak, düşündürerek suçları önlemek.
-Buna rağmen suç işlenirse, herkese ibret olacak şekilde cezalandırmak.
Allah'ın bize düstur, imam, hikmet kaynağı ve şifa olarak göndermiş olduğu Kur'ân-ı Kerîm'de "Zina'ya yaklaşmayın, çünkü o şüphesiz bir hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur" buyrulmuştur. (İsrâ, 32)
Zina haram olduğu gibi zinaya yol açacak uygunsuzluklar da dinimiz ve şeriatımız tarafından kötü görülmüştür.
Kadınların ve kızların haysiyetine, değerine, iffetine gölge düşüren, onları alçaltan, onları seks ve şehvet aracı gibi gösteren kötülüklerden biri de uygunsuz kıyafetlerdir.
Hiçbir iffetli, şerefli, haysiyetli kadın ve kız fahişe kıyafetine bürünmemeli, büründürülmemelidir.
Birtakım kadınlar başlarını rengârenk bir örtü ile örtüyorlar ve böylece tesettüre girmiş olduklarını sanıyorlar. Tesettür sadece başını örtmekten ibaret değildir. Tesettürlü Müslüman hanımın veya kızın renkleri, elbisesinin şekilleri, tavır ve hareketleri yabancı erkeklerin dikkatlerini, şehevî bakışlarını çekmeyecek şekilde ve tarzda olmalıdır.
Elbisesi dar, başındaki örtü gökkuşağı gibi rengârenk, eteği yırtmaçlı, suratı makyajlı, gözleri fıldır fıldır etrafa bakıyor, tebessümler saçıyor, kahkahalar atıyor, takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş, herkes ona bakıyor
Bir zina vardır, bir de göz zinası
Tesettürün de türleri vardır:
-Takvalı, iffetli, hayâlı, görgülü, ciddî Müslüman hanımefendilerin tesettürü.
-Yine bu sıfatlara sahip hanımefendi genç kızların tesettürü.
-Hoppa, züppe, ölçüsüz, gösteriş delisi düttürü Leylâ kadınların sözde tesettürü. Bunlarınki aslında tesettür değil, anti-tesettürdür.
Tekrar ediyorum:
İslâm'da zina ahlâksızlık, hayâsızlık, günah ve suç değildir diyen kişi Müslümanlıktan çıkar.
İffet, hayâ ve zina konusunda, Avrupa standartları ile Din-i Mübîn-i İslâm'ın hüküm, ölçü ve değerleri bağdaşmaz ve uyuşmaz.
Siyasî bir düzende, açık kadınlara ve kızlara sağlanan bütün haklar, hürriyetler ve fırsatlar tesettürlü (başı örtülü) kadınlara da sağlanmaz ve verilmezse o toplumda eşitlik ve tam bir hürriyet yoktur.
Sevgili Peygamberimiz sall
Zinanın suç olmaktan çıkartılması bizim toplumumuzun kültürel yapısına aykırıdır.
Mehmet Şevket Eygi - Milli Gazete
15/12/2005