Hocaefendinin hassasiyeti

mihrimah

Well-known member
Bugünlerde M.Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 13 Aralık 1976’da Bornova’da yapmış olduğu bir Soru cevap sohbetini dinlerken beni şok eden bir hassasiyeti ile daha karşılaştım. Şu sıralar devlet düşmanlığı ile suçlanan bu aziz insanın devlet malına karşı gösterdiği hassasiyeti gösteren ifadelerdi bunlar. Fa’tebiru ya ulil elbab!. Hocaefendinin dilinden aynen naklediyorum:

“Ben askerde telsizciydim, operatördüm-telsiz operatörü-Allah'a kasem ederim, askeriyenin kalemiyle bir tek harf dahi yazmadım nefsim namına... Önümde yüzlerce top kağıt vardı, her an yazabilirdim. Yine kasem ederim, şu kadarcık kağıdı nefsim adına kullanmadım. Su-i istimalim olmuş olabilir. Fakat bir askerin şu kadarcık kağıdıyla "Fethullah gel hesap ver" der diye Allah’tan korktum...”

CENAB-I HAKKIN BİR İKRAMI
İzmir Ayrancılar’da eskimez nur talebelerinden Musa Yukarı ağabey 09.05. 2000’de yaptığı bir sohbette başından geçmiş şu latif hatırayı anlatıyor. 1940’lı yılların eğitimini göstermesi açısından da güzel bir hatıra. Musa ağabey Denizli’nin Tavas ilçesinin bir köyünde 1930’da doğmuş. Köy enstitülerinin silme dinsiz yetiştirdiği dönemler...Şöyle anlatıyor Musa ağabey: “Biz üç arkadaş köyde ilkokulu pekiyi derecede bitirmiştik. Öğretmenler babalarımıza: “Bunları öğretmen okuluna yazdırın. Bu çocuklar öğretmen olsun” dediler. Köy enstitüleri vardı o zaman. Babam dedi ki: “Oğlum hadi, seni Tavas’a, köy enstitüsüne yazdırayım”. “İyi” dedim, gittik. 7-8 saat yaya yol. 3-5 kilometre ya kaldı ya kalmadı. Karşıdan Tavas görünüyor. Rahmetli babam dedi ki: “Oğlum ben seni buraya yazdırmaya gidiyorum, ama hiç memnun değilim.” “Neden baba?” dedim. “Oğlum sen burada okuyacaksın. Bak, çok öğretmenlerde Allah’ı inkar edenler çıktı. Biz bir gün annenle seni ziyarete geleceğiz. Öğretmen olduğun için baş açık bir kadın alacaksın. Bak bizim üstümüzdeki elbiseler eski-püskü. Senin hanım: “Ya, sen bunların çocuğu musun? Diye seni basit görecek. Biz de: “Yavrumuzun geçimi bozulmasın” diye ziyaretine gelemeyeceğiz. Hadi gelmiyelim. Fakat bak sen ilkokuldan beri 5 vakit namazını kılıyorsun. İleride öğretmen olur, namazı bırakırsan, dünyada değil, ahirette de görüşemeyebiliriz. Yani şu yazılmamız son ayrılığımız olabilir” dedi. “Baba madem bu kadar tehlikeli, ben yazılmayacağım” dedim. Döndük geriye.Yolda Cenab-ı Hakkın bazı ikramları oldu. Rahmetli babam söyler dururdu. Susadık su yok. Merkep var yanımızda. Yollar toz toprak. Geliyoruz, gelirken baktık bir kavun dilimi, yolun kenarında. “Baba, kavun dilimi” dedim. Aldık, buz gibi...Yedik. İki yüz metre kadar daha gittik, bir kavun dilimi daha.İki yüz metre kadar sonra bir kavun dilimi daha. Üç kavun dilimini de arka arkaya yedik. Susuzluk diye bir şey kalmadı. Sonra bir düşündük ki, kavun mevsimi değil. Sonra o yoldan o kadar insan geçiyor, onlar niye görmüyor? Veya niye hayvanların ayaklarından toz olmadı? O zaman anladık ki, Cenab-ı hakkın bir ikramı. Bizden memnun olmuş, geri dönüşümüze diye. Rahmetli Peder: “Hala o kavunun lezzeti damağımda” diye anlatırdı.

BİR NUR MAHKEMESİ
Musa ağabey aynı sohbette şu hatırasını naklediyor: “Risale-i Nurları biz saklardık. Kerpiç duvarlı idi evlerimiz. Pencerelerin altında tahtalar vardır. O tahtaları söker, kerpiçleri oyardık. Oralara Risale-i Nurları koyar, bir tanesini çıkarırdık. Bir tane vardı evde. Hepsini saklama tedbir değil evhamdır. “Ben bu işin içinde yoğum” demektir. Bir tanesini alıkoyarız. “Biz R.Nur talebesiyiz” diyoruz. Yoksa kitapları götürdükleri zaman geri vermiyorlar. Kitap bulmakta zor, matbaalar yok o zaman. Kitapları saklıyoruz, onu aldık mı, öbürünü koyuyoruz. Eve geldikleri zaman mutlaka bir kitap buluyorlar.

Velhasıl bir gün geldiler, bastılar, evde kitapları buldular. Bizi de götürdüler.Bizim -Allah rahmet etsin- bacanağa hakim sordu: “Bu kitapları nerden aldın?” O da “bilmiyorum” dedi. “Ne zamandır okuyon?” diye sordu. “Hiç okumadım, hiç yaprağını açmadım” dedi. Benim biraz da ona canım sıkıldı. “Niye böyle söylüyor?” diye. İkincisinde beni çağırdılar. Hakim dedi ki: “Bak bu kitaplar senin evinde çıkmış. Sen bu kitapları okuyor musun?” “Evet okuyorum” dedim. “Ne zamandan beri okuyorsun” diye sordu. “Ben küçük yaşta beri dini eser okurum. 15 seneden beri de devamlı Risale-i Nur’u okumaktayım. Vereceğin ceza idam dahi olsa, savcı bey ve önündeki masa, oturduğun sandalye şahit olsun ki, ben nur talebesiyim” dedim. Kıpkırmızı oldu hakim. Ben niye kızarayım? Kur’an şakirdleri hiç kızarmaz. Allah’a inanmayan kızarsın. Müslüman niye kızarsın? Sonuçta Hakim beraat verdi.

RENK KÖRLÜĞÜ
İman ve Kur’an hizmetinin aşıklarından muhterem Muharrem Kalyoncu Ağabey 9-12-1995 tarihinde Konya’da yaptığı bir sohbette Fethullah Gülen Hocaefendinin ufkunu gösteren çok güzel bir hatıra anlatıyor. Tek bir cümlelik. Tek bir cümlelik amma, mücelledlerle şerh edilse sezadır. Şöyle anlatıyor muhterem ağabeyimiz:

“Amerika’daki Müslüman zencilerin önde gelenlerinden biri Türkiye’deki hizmet müesseselerini gezdi. Hocaefendinin huzuruna geldiğinde, her şeyi çok iyi bulduğunu, ancak bir noktanın aklına takıldığını söyledi ve sordu: “Siyahlara bakış açınız ne olur sizin?” Hocaefendi: “Bende renk körlüğü var efendim” dedi. Hemen tercüme ettiler. Adam atıldı, Hocaefendinin ayaklarına kapandı: “Aradığım insan bu” dedi.

“YÜZÜNE BAKMAYIN”
Musa Yukarı bey naklediyor: “Ahmed Feyzi ağabey birgün Ayrancılar’da bir derste şöyle demişti: “Şayet bir gün Üstadı ziyaret ederseniz Üstadın yüzüne bakmayın. Üstad rahatsız olur. Neden biliyor musun? Şimdi ekseriya bizim gözümüz dışarıda namahremlere baktığı için o namahremlerden gelen günah gözümüze sirayet eder. O sirayet Üstadı rahatsız eder.”

Not: Hz Osman’ın böyle bir firasetinden bahsederler. Camiye gelirken bir sokaktan geçme esnasında gözü harama ilişen bir sahabeyi üslubunca ikaz ettiğini anlatırlar. (Kırık Testi-sf:248-M.F.Gülen-Zaman yayıncılık-2002)

ÜSTADIN TERK ETMEDİĞİ İKİ ŞEY
Merhum Ali Uçar ağabey, Üstadın talebesi Bayram Yüksel beyden naklediyor:“Üstadımızın Sekine duasını ve Duha namazını terk ettiğini görmedim. Çay içerken bile sekineyi okurdu.”

HARAM RESME BAKMAK
Ali Uçar bey Almanya’da 1976’larda tutttuğu kıymetli notlarında Hüsnü Bayramoğlu ağabeyden şunları naklediyor: “ Üstadımız açık resimlerden men ederdi. “Açık resme bakmak, aynen aslına bakmak gibidir” derdi.

CİN ŞAKİRDLERİN ŞAKASI
Hüsnü Bayramoğlu anlatıyor: “Üstadımızın bir kalemi vardı, şöyle parmak kadar. Bir gün Üstadımızın kalemi kaybolmuş. Üstad “Bulun” dedi. Aradık,aramadığımız yer bırakmadık. Üstad: “Şurada duruyordu” diyordu. Aradık, lakin yok, bulamadık. Üstadımız: “Benim cinnilerden talebelerim var. Bazen benimle latife yapıyorlar. Fakat siz onları göremiyorsunuz” dedi.
Salih Okur

Kaynak : Cevaplar.Org
 
Üst