İlim-irfan
Well-known member
Hz. Peygamber yaşantı noktasında örnek bir modeldir. Onun davranış biçimi bize en büyük mirastır. Onun üzüntüleri, elemleri, kızgınlıkları, öfkeleri kişisel değil, ümmetini düşündüğü içindir. Zaten Kutlu Kitap da Rabbimizin "O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz emri bunun en bariz göstergesidir. (Kur'an, 53/ 3). Yine bir başka ayette Allah sevgisinin yolunun Peygamberi sevmekten geçtiği çok açık bir biçimde şöyle dile getirilmiştir: "De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın
." (Kur'an, 3/ 54).
Bahsi geçen ayet-i kerime Hz. Peygamber'e itaatin yanı sıra, O'nu sevmeyi de emretmektedir.
Sevmek deyince, sevmek yalnız başına bir duygu yoğunluğu değildir. Sevmek fedakârlıktır, özveridir, bedel ödemedir, isteklerini harfiyen yerine getirmektir. Rasulullah'ı sevmek o zaman bir anlam taşır, o zaman önem kazanır. Zaten sahabelerin de konuşmaya başlarken en sevdikleri, vazgeçilmezleri olan anne ve babaları için: "Annem babam sana feda olsun ya Rasulullah" şeklindeki ifadeleri oldukça düşündürücüdür. Çünkü sahabeler canlarının zaten feda etmeye hazırdır. Bunun yanı sıra Allah Resulü ve onun tebliğ ettiği evrensel inanç konusunda kendi canlarını yanı sıra, anadan babadan bile fedakârlığa hazır olmalarını ifade etmek için böyle bir söylemi benimsemişlerdir. Sahabelerin Hz. Peygamber'in yanından bile ayrılmak istememeleri bunun bir tezahürüdür.
Diğer taraftan Hz. Peygamber de sahabeden ilgi ve alakasını esirgememiş, fıtratları mucibince onları eğitmiş, yol göstermiş ve onlarla muhabbet köprüleri kurmuştur. Onların her birini deyim yerindeyse "muhabbet fedaisi" olacak şekilde bir tedristen geçirmiştir.
Hz. Peygamber her zaman sahabeye karşı iyi davranmış, ilgi ve alakasını esirgememiştir. Ne var ki kimi zaman da öfkelenmiş, kızmıştır. Onun öfkesi ve kızgınlığının arka planında yatan etken de yine inancı içindir, inancının bir yansıması, bir dışa vurumudur. Hadis kaynaklarında Hz. Peygamber'in öfkelendiği zaman alnının ortasındaki damarın kabardığı belirtilmektedir. Nitekim sahabeden biri, imamlık yapan bir başka sahabenin namazı uzatması hasebiyle Hz. Peygamber'e gelir ve "Ey Allah'ın Resulü! Falancanın namazı uzatmasından dolayı neredeyse namazı bitiremeyecektim" diye şikâyette bulunur. Allah Resulü bu sebepten dolayı çok kızar ve orada bulunanlara seslenerek: "Ey insanlar! Sizler insanları nefret ettiriyorsunuz. İçinize kim namaz kıldırsa namazı hafif tutsun. Şüphesiz cemaat arasında hasta, zayıf ve ihtiyaç sahibi olabilir" (Buhari, İlim 8) buyurmuştur.
Bu hadise de Allah Resulünün öfkesi boşuna değildir. Çünkü onun düsturu açıktır. "Sevdiriniz nefret ettirmeyiniz, kolaylaştırınız zorlaştırmayınız." O rahmet peygamberidir ve Allah'ın emri gereği inancını sevgi üzerine, sevdirmek üzerine, müjdelemek üzerine inşa etmiştir. Namazın uzun tutulması ise insanların mağdur olmasına, namazdan soğuması yol açar. Dolayısıyla namaz gibi bir ibadeti itidalli bir şekilde kılmak, kıldırırken de arkadaki insanları düşünmek gerekir. Şayet imam olan kişi namazda çok uzun sureleri okumak istiyorsa bunu kendi başına namaz kıldığı zamanlar yapabilir. Oysa imamken bir sorumluluk olgusuyla karşı karşıya bulunduğunun unutmaması, cemaatin içinde yaşlıların, hastaların bulunduğunu hesaplaması gerekir. Bu sebeple Hz. Peygamber'in yüzünün rengini değişmesi, öfkelenmesi boşuna değildir.
Hz. Peygamber çoğunlukla hoş görülüdür. Ne var ki yeri geldiğinde gördüğü yanlışlara karşı tepkisini üzüntü biçiminde, öfke biçiminde yansıtmaktan geri durmamıştır.
Bir başka örnek de şöyledir: Hz. Peygamber Huneyn Savaşı'nın ardından ganimet mallarını taksim eder. Ensar'dan biri: "V
i bu, kendisinde Allah rızası gözetilmeyen bir taksimdir." der. Bu söz Hz. Peygamber'e aktarılır. Aktarılan şey Hz. Peygamber'e o kadar ağır gelir ki, yüzünün rengi değişir ve çok öfkelenir. Sonra: "Musa bundan daha fazlasıyla eza edilmiş ve sabretmiştir" (Buhari, Edeb 71.) diyerek sabrı seçer.
Hz. Peygamber S
ü Aleyhi Vesellem rahmet peygamberidir, müjde peygamberidir
. Zarif bir yüreğe sahiptir. Alabildiğince duygusaldır. Bu yüzden çoğu zaman tebessümü yüzünden eksik etmezken, kimi zaman dayanamaz gözyaşı döker, kimi zaman üzülür ve kederlenir. Onun ne kadar hassas bir yüreğe sahip olduğunu anlatan en önemli örneklerden biri de şöyledir:
Zeyd bin Harise Mute Savaşı'nda şehid düşer. Bu büyük şehid komutanın kızı Hz. Peygamber'in yüzüne mahzun bir şekilde bakınca, Hz. Peygamber kendini tutamayarak ağlar. Orada bulunan Sa'd bin Ubade "Bu ne hal, Ya Rasulullah" diye sorar. Hz. Peygamber'in verdiği cevap çok düşündürücü ve etkileyicidir:
"Bu sevenin sevdiğine hasret ve özlemin ifadesidir. "
Fahri Güven - Milli Gazete
03/04/2010
Bahsi geçen ayet-i kerime Hz. Peygamber'e itaatin yanı sıra, O'nu sevmeyi de emretmektedir.
Sevmek deyince, sevmek yalnız başına bir duygu yoğunluğu değildir. Sevmek fedakârlıktır, özveridir, bedel ödemedir, isteklerini harfiyen yerine getirmektir. Rasulullah'ı sevmek o zaman bir anlam taşır, o zaman önem kazanır. Zaten sahabelerin de konuşmaya başlarken en sevdikleri, vazgeçilmezleri olan anne ve babaları için: "Annem babam sana feda olsun ya Rasulullah" şeklindeki ifadeleri oldukça düşündürücüdür. Çünkü sahabeler canlarının zaten feda etmeye hazırdır. Bunun yanı sıra Allah Resulü ve onun tebliğ ettiği evrensel inanç konusunda kendi canlarını yanı sıra, anadan babadan bile fedakârlığa hazır olmalarını ifade etmek için böyle bir söylemi benimsemişlerdir. Sahabelerin Hz. Peygamber'in yanından bile ayrılmak istememeleri bunun bir tezahürüdür.
Diğer taraftan Hz. Peygamber de sahabeden ilgi ve alakasını esirgememiş, fıtratları mucibince onları eğitmiş, yol göstermiş ve onlarla muhabbet köprüleri kurmuştur. Onların her birini deyim yerindeyse "muhabbet fedaisi" olacak şekilde bir tedristen geçirmiştir.
Hz. Peygamber her zaman sahabeye karşı iyi davranmış, ilgi ve alakasını esirgememiştir. Ne var ki kimi zaman da öfkelenmiş, kızmıştır. Onun öfkesi ve kızgınlığının arka planında yatan etken de yine inancı içindir, inancının bir yansıması, bir dışa vurumudur. Hadis kaynaklarında Hz. Peygamber'in öfkelendiği zaman alnının ortasındaki damarın kabardığı belirtilmektedir. Nitekim sahabeden biri, imamlık yapan bir başka sahabenin namazı uzatması hasebiyle Hz. Peygamber'e gelir ve "Ey Allah'ın Resulü! Falancanın namazı uzatmasından dolayı neredeyse namazı bitiremeyecektim" diye şikâyette bulunur. Allah Resulü bu sebepten dolayı çok kızar ve orada bulunanlara seslenerek: "Ey insanlar! Sizler insanları nefret ettiriyorsunuz. İçinize kim namaz kıldırsa namazı hafif tutsun. Şüphesiz cemaat arasında hasta, zayıf ve ihtiyaç sahibi olabilir" (Buhari, İlim 8) buyurmuştur.
Bu hadise de Allah Resulünün öfkesi boşuna değildir. Çünkü onun düsturu açıktır. "Sevdiriniz nefret ettirmeyiniz, kolaylaştırınız zorlaştırmayınız." O rahmet peygamberidir ve Allah'ın emri gereği inancını sevgi üzerine, sevdirmek üzerine, müjdelemek üzerine inşa etmiştir. Namazın uzun tutulması ise insanların mağdur olmasına, namazdan soğuması yol açar. Dolayısıyla namaz gibi bir ibadeti itidalli bir şekilde kılmak, kıldırırken de arkadaki insanları düşünmek gerekir. Şayet imam olan kişi namazda çok uzun sureleri okumak istiyorsa bunu kendi başına namaz kıldığı zamanlar yapabilir. Oysa imamken bir sorumluluk olgusuyla karşı karşıya bulunduğunun unutmaması, cemaatin içinde yaşlıların, hastaların bulunduğunu hesaplaması gerekir. Bu sebeple Hz. Peygamber'in yüzünün rengini değişmesi, öfkelenmesi boşuna değildir.
Hz. Peygamber çoğunlukla hoş görülüdür. Ne var ki yeri geldiğinde gördüğü yanlışlara karşı tepkisini üzüntü biçiminde, öfke biçiminde yansıtmaktan geri durmamıştır.
Bir başka örnek de şöyledir: Hz. Peygamber Huneyn Savaşı'nın ardından ganimet mallarını taksim eder. Ensar'dan biri: "V
Hz. Peygamber S
Zeyd bin Harise Mute Savaşı'nda şehid düşer. Bu büyük şehid komutanın kızı Hz. Peygamber'in yüzüne mahzun bir şekilde bakınca, Hz. Peygamber kendini tutamayarak ağlar. Orada bulunan Sa'd bin Ubade "Bu ne hal, Ya Rasulullah" diye sorar. Hz. Peygamber'in verdiği cevap çok düşündürücü ve etkileyicidir:
"Bu sevenin sevdiğine hasret ve özlemin ifadesidir. "
Fahri Güven - Milli Gazete
03/04/2010