topraktoprak
Well-known member

Ne yazık ki insanların büyük bir bölümü ehliyetsiz
otomobil kullanan sürücüler gibi bu İlahî Rehber’in
terbiye tezgâhından geçmiyor sonra da tamiri
mümkün olmayan kazalar yapıyor, devasız dertler
çekiyorlar.
İlahi mesajın gösterdiği istikametten sapan insan,
kendi başına kalıyor. Yapayalnız ve tek başına kalan
insana kendi aklı, mantığı yetmediği için yalpalamaya
başlıyor.
Bir Alman yazarın itirafıyla, “İnsanı yüceleştirip ilahlaştıran
anlayış, fertleri kutsallarından kurtarıp hür
kılmak istedi. Tabii ki en başta da Allah’tan uzaklaştırdı.
Haram, helal, günah sevap kalmadı. İlahi ölçüleri
koparıp atan ve Allah’tan uzaklaşan insan, insan
olmanın bütün güzelliklerinden çok uzaklara düştü.
Allah’tan kurtulayım derken bütün yarattıklarına
esir oldu. Sadece görünüşte insan olan bu acayipleşmiş
varlık, artık insanlar gibi konuşup anlaşamıyordu
ama hayvanlar gibi havlayıp kavga edebiliyordu.”
Bencil, dolayısıyla cimri, duygusuz, dolayısıyla sevgisiz
ve şefkatsiz olan bu varlık, artık kalpsizdi.
Yani yaratılış çizgisinden çoktan çıkmıştı. İhtirasların
pençesinde kıvranan bu varlık, herkesten önce
kendine zarar verdi. Hep bindiği dalı kesti. Çünkü
hep bunaldı, daraldı, içi küçülüp karardıkça da içinde
yaşadığı dünyaya sığamaz oldu.
Bunalan insan, el yordamıyla ve akıl ışığıyla kendini
kurtarmaya çalıştı. Kendi düşüncesiyle düştüğü
yerden kalkmaya çalıştı ama olmadı. Çırpındıkça
battı. Akıl ışığı, doğru yolu bulmasına yetmedi. Bu
perişan insan, kendisini yüceltip Firavunlaştırdığı
için hep dışladığı, inkâr ettiği, hatta yok sayıp görmezlikten
geldiği İlahi Mesaj’a da dönüp bakamadı.
Oysa ki çözüm ortada, apaçık, apaydınlık duruyordu.
Çözüm, Allah’ın Kitabı’ndaydı. Deva, şifa
Kur’ân’daydı. Peki acılar içinde kıvranan insan, neden
dönüp bakmıyordu bu İlahi Mesaj’a? Yüceler
Yücesi Rabbimiz’in insana mutluluk için, başarı için,
huzur için ne tavsiye ettiğini neden merak etmiyordu?
Bu meraksızlık, müthiş bir gafletin habercisidir. Bu
gafletin en acı yanı Kur’ân’a inananlarda yaşanıyor.
Çünkü onlar, Kur’ân’ı Allah’ın kitabı biliyorlar. Buterbiye tezgâhından geçmiyor sonra da tamiri
mümkün olmayan kazalar yapıyor, devasız dertler
çekiyorlar.
İlahi mesajın gösterdiği istikametten sapan insan,
kendi başına kalıyor. Yapayalnız ve tek başına kalan
insana kendi aklı, mantığı yetmediği için yalpalamaya
başlıyor.
Bir Alman yazarın itirafıyla, “İnsanı yüceleştirip ilahlaştıran
anlayış, fertleri kutsallarından kurtarıp hür
kılmak istedi. Tabii ki en başta da Allah’tan uzaklaştırdı.
Haram, helal, günah sevap kalmadı. İlahi ölçüleri
koparıp atan ve Allah’tan uzaklaşan insan, insan
olmanın bütün güzelliklerinden çok uzaklara düştü.
Allah’tan kurtulayım derken bütün yarattıklarına
esir oldu. Sadece görünüşte insan olan bu acayipleşmiş
varlık, artık insanlar gibi konuşup anlaşamıyordu
ama hayvanlar gibi havlayıp kavga edebiliyordu.”
Bencil, dolayısıyla cimri, duygusuz, dolayısıyla sevgisiz
ve şefkatsiz olan bu varlık, artık kalpsizdi.
Yani yaratılış çizgisinden çoktan çıkmıştı. İhtirasların
pençesinde kıvranan bu varlık, herkesten önce
kendine zarar verdi. Hep bindiği dalı kesti. Çünkü
hep bunaldı, daraldı, içi küçülüp karardıkça da içinde
yaşadığı dünyaya sığamaz oldu.
Bunalan insan, el yordamıyla ve akıl ışığıyla kendini
kurtarmaya çalıştı. Kendi düşüncesiyle düştüğü
yerden kalkmaya çalıştı ama olmadı. Çırpındıkça
battı. Akıl ışığı, doğru yolu bulmasına yetmedi. Bu
perişan insan, kendisini yüceltip Firavunlaştırdığı
için hep dışladığı, inkâr ettiği, hatta yok sayıp görmezlikten
geldiği İlahi Mesaj’a da dönüp bakamadı.
Oysa ki çözüm ortada, apaçık, apaydınlık duruyordu.
Çözüm, Allah’ın Kitabı’ndaydı. Deva, şifa
Kur’ân’daydı. Peki acılar içinde kıvranan insan, neden
dönüp bakmıyordu bu İlahi Mesaj’a? Yüceler
Yücesi Rabbimiz’in insana mutluluk için, başarı için,
huzur için ne tavsiye ettiğini neden merak etmiyordu?
Bu meraksızlık, müthiş bir gafletin habercisidir. Bu
gafletin en acı yanı Kur’ân’a inananlarda yaşanıyor.
imana rağmen onu açıp okumuyor, anlamaya çalışmıyorlar.
Kur’ân zahiri bir hürmet makamında, süslü
kaplar, kılıflar içinde yükseklerde tutuyorlardı.
Oysaki Kur’ân’ın asıl yeri, kafalar ve kalplerdi. Kur’ân
anlaşılmak ve hayata hayat olmak için gelmişti.
Mü’min, aynen Efendimiz (s.a.v.) gibi yaşayan bir
Kur’ân’a dönüşmeliydi. Gerçekten kul olmanın ve
kul kalmanın başka bir yolu yoktur çünkü… Kul, ancak
Kur’ân’la kurtulur.
Kur’ân’a inanmayanların gafletinde de inananların
büyük bir vebali vardır. Kur’ân’ı hayatlarına hakim
kılamayanlar, diğer insanlara kötü örnek oldular.
Kur’ânlaşamayan gönüller; eğri büğrü, yamuk yumuk
halleriyle dışarıdan bakanları Kur’ân’dan uzaklaştırdılar.
Kur’ân nurunu engelleyenlerin Müslüman
oluşu ne acı!..
Bir de amansız Kur’ân düşmanları var… Bu hususta
İngiliz devlet adamı Gladiston’u hatırlamamak
mümkün mü? Yirminci asrın başında İngiliz parlamentosunda
yaptığı konuşma, o günden sonra başımıza
gelenler hakkında çok şey anlatıyor. Diyor ki:
“-Osmanlı ile baş edebilmek için ya ellerinden Kur’ân’ı
almalıyız ya da onları Kur’ân’dan soğutmalıyız.”
Hangisi başarılmıştır sizce?
Tabii ki, Kur’ân Kitap olarak elimizde, evimizde, mabedimizde…
Ama Kur’ân, hafızamızda, hatıramızda,
daha da önemlisi hayatımızda ve ahlakımızda
mıdır?
Şimdi iki asırlık tecrübemiz gösterdi ki bütün meselelerimiz
Kur’ân’ı yeniden ve bir daha hayatımıza
hâkim kılmakla çözülebilir.
Kur’ân’la hayatlanmayan, manen ölüdür. Biz, bu yaşamıyor
gibi yaşanan hayatı iki asırdır yaşıyoruz. Ölmeden
ölmüşüz; canlı cenazelere dönmüşüz.
Yeniden Allah’ın varlığı ile varlık bulmak, birliği
etrafında bir olmak, iri olmak, diri olmak, ancak
Kur’ân’la mümkündür. İnsan olmanın tek kılavuzu,
Kur’ân’dır. Çünkü Kur’ân’sız ahlak, imkânsızdır. Biz,
elimizi ve gönlümüzü Kur’ân’dan gevşettikçe düştük,
battık, bittik… Düşüp battıkça da, elimiz daha
çok gevşedi… Kur’ân’a sımsıkı sarıldığımız zamanlarda
da, yücelip yükselmiştik. Bugün hâlâ o ahlakın
maddi ve manevi bereketiyle düşe kalka yaşıyoruz.
Kur’ân, ahlakın kaynağı olduğu kadar ilmin de menbaıdır.
Zira Kur’ân Kainatı okuyor, kainat Kur’ân’ı…
Biri satırlardaki, sayfalardaki kainattır; diğeri de yerde
ve gökte var olanlarla yazılmış, İlahi Kitap’tır. Bu
sebeple Kur’ân’sız Kainat, kainatsız da Kur’ân açıklanamaz.
Yine bu sebeple ilimleri dini ve dünyevi diye
ikiye ayırmamalıdır. Çünkü her ilim Allah’tandır ve
Allah’ın yarattıkları üzerinedir.
İşte bu yüzden faydalı olmak niyetiyle hangi ilme
emek verilirse mutlaka sevap kazandırır. Matematik,
fizik, kimya, astronomi, tıp, mühendislik bilimleri,
hepsi de İlahi ve dini hakikatlerdir ve bunlara
emek vermek de ibadettir.
Bir mübarek ilim adamına “Sen Kur’ân’da her şey
vardır, diyorsun” demişler.
“Evet” demiş, “Kur’ân Allah’ın kitabıdır, bu bakımdan
yarattığın her şeyin bilgisi de kitabındadır.”
“-Öyleyse söyler misiniz, Kur’ân’da helva yapmak da
var mıdır?”
Hiç düşünmeden, “Evet” dedi bilge adam…
”Kur’ân’da her şey vardır; helva yapmak da vardır.”
“Peki, hangi ayet açıklar helva yapmayı?” diye sorulunca
da, “Fes’elu ehle’z zikr” ayetini okuyuvermiş…
Mealen, “Zikr ehline, yani bilenlere sorunuz”
bu ayet bize helvanın tarifini vermiyor ama öğrenmenin
yolunu gösteriyor. Tabii ki sadece helva yapmayı
değil yapılmak istenen her şeyin yolunu gösteren
bir ışık, bir aydınlıktır bu ayet… Ayrıca, bilenlerin
değeri de böylece vurgulanmış oluyor.
Kur’ân, kainatın aklıdır. Kur’ân’ sız kainat, akılsız insan
gibi yörüngesinden çıkar ve varlığını yitirir, hayatını,
fonksiyonunu bitirir. Hem kainatın hem
de insanın sağlıklı ve doğru yaşama kılavuzudur
Kur’ân-ı Kerim…
Ondan uzaklaşan kişinin kıyameti kopmuş demektir.
Büyük kıyameti de onsuz dünya yaşamayacak mı?
Vehbi Vakkasoğlu
Kur’ân zahiri bir hürmet makamında, süslü
kaplar, kılıflar içinde yükseklerde tutuyorlardı.
Oysaki Kur’ân’ın asıl yeri, kafalar ve kalplerdi. Kur’ân
anlaşılmak ve hayata hayat olmak için gelmişti.
Mü’min, aynen Efendimiz (s.a.v.) gibi yaşayan bir
Kur’ân’a dönüşmeliydi. Gerçekten kul olmanın ve
kul kalmanın başka bir yolu yoktur çünkü… Kul, ancak
Kur’ân’la kurtulur.
Kur’ân’a inanmayanların gafletinde de inananların
büyük bir vebali vardır. Kur’ân’ı hayatlarına hakim
kılamayanlar, diğer insanlara kötü örnek oldular.
Kur’ânlaşamayan gönüller; eğri büğrü, yamuk yumuk
halleriyle dışarıdan bakanları Kur’ân’dan uzaklaştırdılar.
Kur’ân nurunu engelleyenlerin Müslüman
oluşu ne acı!..
Bir de amansız Kur’ân düşmanları var… Bu hususta
İngiliz devlet adamı Gladiston’u hatırlamamak
mümkün mü? Yirminci asrın başında İngiliz parlamentosunda
yaptığı konuşma, o günden sonra başımıza
gelenler hakkında çok şey anlatıyor. Diyor ki:
“-Osmanlı ile baş edebilmek için ya ellerinden Kur’ân’ı
almalıyız ya da onları Kur’ân’dan soğutmalıyız.”
Hangisi başarılmıştır sizce?
Tabii ki, Kur’ân Kitap olarak elimizde, evimizde, mabedimizde…
Ama Kur’ân, hafızamızda, hatıramızda,
daha da önemlisi hayatımızda ve ahlakımızda
mıdır?
Şimdi iki asırlık tecrübemiz gösterdi ki bütün meselelerimiz
Kur’ân’ı yeniden ve bir daha hayatımıza
hâkim kılmakla çözülebilir.
Kur’ân’la hayatlanmayan, manen ölüdür. Biz, bu yaşamıyor
gibi yaşanan hayatı iki asırdır yaşıyoruz. Ölmeden
ölmüşüz; canlı cenazelere dönmüşüz.
Yeniden Allah’ın varlığı ile varlık bulmak, birliği
etrafında bir olmak, iri olmak, diri olmak, ancak
Kur’ân’la mümkündür. İnsan olmanın tek kılavuzu,
Kur’ân’dır. Çünkü Kur’ân’sız ahlak, imkânsızdır. Biz,
elimizi ve gönlümüzü Kur’ân’dan gevşettikçe düştük,
battık, bittik… Düşüp battıkça da, elimiz daha
çok gevşedi… Kur’ân’a sımsıkı sarıldığımız zamanlarda
da, yücelip yükselmiştik. Bugün hâlâ o ahlakın
maddi ve manevi bereketiyle düşe kalka yaşıyoruz.
Kur’ân, ahlakın kaynağı olduğu kadar ilmin de menbaıdır.
Zira Kur’ân Kainatı okuyor, kainat Kur’ân’ı…
Biri satırlardaki, sayfalardaki kainattır; diğeri de yerde
ve gökte var olanlarla yazılmış, İlahi Kitap’tır. Bu
sebeple Kur’ân’sız Kainat, kainatsız da Kur’ân açıklanamaz.
Yine bu sebeple ilimleri dini ve dünyevi diye
ikiye ayırmamalıdır. Çünkü her ilim Allah’tandır ve
Allah’ın yarattıkları üzerinedir.
İşte bu yüzden faydalı olmak niyetiyle hangi ilme
emek verilirse mutlaka sevap kazandırır. Matematik,
fizik, kimya, astronomi, tıp, mühendislik bilimleri,
hepsi de İlahi ve dini hakikatlerdir ve bunlara
emek vermek de ibadettir.
Bir mübarek ilim adamına “Sen Kur’ân’da her şey
vardır, diyorsun” demişler.
“Evet” demiş, “Kur’ân Allah’ın kitabıdır, bu bakımdan
yarattığın her şeyin bilgisi de kitabındadır.”
“-Öyleyse söyler misiniz, Kur’ân’da helva yapmak da
var mıdır?”
Hiç düşünmeden, “Evet” dedi bilge adam…
”Kur’ân’da her şey vardır; helva yapmak da vardır.”
“Peki, hangi ayet açıklar helva yapmayı?” diye sorulunca
da, “Fes’elu ehle’z zikr” ayetini okuyuvermiş…
Mealen, “Zikr ehline, yani bilenlere sorunuz”
bu ayet bize helvanın tarifini vermiyor ama öğrenmenin
yolunu gösteriyor. Tabii ki sadece helva yapmayı
değil yapılmak istenen her şeyin yolunu gösteren
bir ışık, bir aydınlıktır bu ayet… Ayrıca, bilenlerin
değeri de böylece vurgulanmış oluyor.
Kur’ân, kainatın aklıdır. Kur’ân’ sız kainat, akılsız insan
gibi yörüngesinden çıkar ve varlığını yitirir, hayatını,
fonksiyonunu bitirir. Hem kainatın hem
de insanın sağlıklı ve doğru yaşama kılavuzudur
Kur’ân-ı Kerim…
Ondan uzaklaşan kişinin kıyameti kopmuş demektir.
Büyük kıyameti de onsuz dünya yaşamayacak mı?
Vehbi Vakkasoğlu