İlim ehli Alimlerden önemli nasihatlar

Müminin en güzel duası, müjdesi, birine Allahü teâlâ senden razı olsun demektir. Eğer Allahü teâlâ bir kulundan razı olursa, ona her şeyi vermiş demektir. Cenâb-ı Hak razı olduklarını razı olduğu yerde bulundurur. Rabbimizin de razı olduğu yer Cennettir. Cennete gitmeyi istemelidir. Buyuruluyor ki;
"Vermek istemeseydi, istek vermezdi". Cenâb-ı Allah kuluna bir şey vermek isterse ona bir şeyler söylettirir, istettirir. O vermek istediğini sebeple verdiği için bizim sebebe yapışmamızı ister, yani “Ya Rabbi bize Cennetini ver” dedirtir, söyleten O, verecek olan da O.


Kalbdeki gözün önemi
Bu göz çok iyidir; ama çok da yanıltıcıdır. Birçok insanın Müslüman olamamasının sebebi bu gözdür. Gözüne inanan, mübarek bir zatın kıyafetine, mesleğine bakarak yanılır, onu dinlemez ve istifade edemez. Baştaki göze değil, kalbdeki göze tâbi olmak lazımdır. Kalbdeki göz, doğruyu-yanlışı ayırır, kimin sevilip kimin sevilmeyeceğini bilir. Hakkı hak, bâtılı bâtıl bilir.

Hiç kimsenin mesleğine veya kıyafetine bakarak karar verilmez, işin kaynağına bakılır, naklettiği bilgiyi nerden aldığına bakılır. Bedenin gıdasını iyi seçtiğimiz gibi ruhun gıdasını da iyi seçmeye mecburuz. Bedene bozuk gıda alan dünyasını yıkar, fakat ruhuna bozuk gıda alan ahiretini mahveder. Pis borudan şifa gelmez. Suyun kaynağı da, geçtiği yolu da temiz olmalıdır. Peygamber efendimize, Hazret-i Ebu Bekrin gözüyle bakanlarla, Ebu cehlin gözüyle bakanlar elbette farklıdır. Eğer insan bu zatlara, bu gözle bakarsa kör olur. Eğer mübarek bir zat diye bakarsa kalb gözü açılır. Eğer Allahü teâlâ bir kuluna hidayet nasip etmişse, ona ehl-i sünnet itikadını vermişse, ona sevgili bir kulunu tanıtmışsa, o bu gözle olmaz. Bu kalb gözüyle olur. Böyleyse, kalb gözü açılmıştır. Kalb gözü, hakkı bâtıldan ayırmak içindir, uçmak uçurmak için değildir, bunu iyi anlamak lazım. En zor iş hakkı bâtıldan ayırmaktır. Peygamber efendimiz de, biz ümmetine öğretmek için, “Ya Rabbi bana hakkı hak, bâtılı bâtıl göster” buyuruyor.

Bir gün bir mübarek zata sormuşlar, siz hocanızdan ne öğrendiniz ki hep ondan bahsediyorsunuz? O zat da, ben hocamdan kim sevilir, kim sevilmez onu öğrendim, bu da bana yetti buyurmuş. Bir kişi hakka bâtıl diye saldırırsa, bâtıla hak diye sarılırsa mahvolur. Peygamber efendimiz, ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, yetmiş ikisi bozulacak ancak biri doğru yolda kalacak buyurmuşlardır. Bu yetmiş iki fırka, Cehennem ateşine girecektir, itikat bozukluğu olduğu için Cehenneme gidecektir. Ateş bu pisliğin temizlenmesi içindir; fakat Peygamber efendimiz ümmetim dediği için, bunlar daha sonra Cennete girecektir. Kimsenin tek başına doğruyu bulması mümkün değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri gibi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumalıdır.

* Büyüklerin yolunda olana feyz vardır. Dünyanın neresinde olursa olsun istifade eder. Ancak iki kişi feyz alamaz. Biri inciten, diğeri inkâr eden... İncitmek itiraz etmekle, inkâr da reddetmekle olur. İnkâr eden mahrum kalır. İncitmedikten sonra, inkâr etmedikten sonra istifade eder.

* Dinimize uymak, emirleri yapıp yasaklardan sakınmak için ilim şarttır, ama doğru kaynaktan.

* Kimler dünyada birbirini severse, birlikte olursa, ahirette de birlikte olacaklardır.

* Allah demek ferahlık verir. Velev ki inanmayan da olsa!

* Kim kendini severse başkaları onu sevemez.

* Allah’ın dilediği olur. Nasıl dilerse öyle olur. Mümine lazım ve layık olan, hastalık ve sıkıntıda sabretmek, sağlık ve rahatlıkta şükretmek... O halde müminin iki vasfı vardır, sabır ve şükür. Bir şey geldiği zaman başına, neden benim başıma geldi derse, zarar eder. Bu Rabbimin bana ihsanıdır, hediyesidir dedi mi o zaman kurtarır. Sağlığa kavuştuğu zaman da azmamalı. Çünkü çok sağlam insanlar, hastalardan daha çabuk gidebilir. Mümin her zaman ve her yerde Rabbi ile beraber olacak ve başına bir musibet geldiği zaman, sabredecek. Nimetlere kavuştuğu zaman da şükredecek. Çünkü Allahü teâlâ şükretmenin de ayrıca sevabını verecek.


Mümin, mümini gördüğü zaman
Kâbe-i muazzama ilk görüldüğü zaman, mümin ne dua ederse Allahü teâlâ kabul eder.
Kâbe öyle... Müminin kalbi, Kâbe'den çok kıymetlidir. Nasıl Kâbe'yi ilk gördüğünüz zaman yapılan duayı, Allahü teâlâ reddetmeyip kabul ediyorsa, bir mümin bir müminle karşılaştığı zaman, ne dua ederse Allah kabul eder.

Bir mümin bir müminle karşılaştığı zaman yapacağı dua (Esselamü aleyküm) olmalıdır.

Esselamü aleyküm demek, Allahü teâlâ, sana hem dünyada, hem ahirette selamet versin, seni Cennetine koysun demektir.

Mümin de, (Ve aleyküm selam) veya (Ve aleyküm-üs-selam) derse, Allahü teâlâ sana da hem dünya, hem ahirette selamet versin diyerek, duasına karşılık vermiş olur. Devam edip (Ve rahmetullahi) derse, Rabbim sana rahmet etsin demiş olur. (Ve berekâtühü) de derse, Allahü teâlâ, kazancına bereket versin, ömrüne bereket versin, sağlığına bereket versin demiş olur. İşte müminin, mümini gördüğü zaman yapması gereken en iyi dua selamlaşmak oluyor.

* Büyükler, kendilerini sevenleri ve hizmetlerinde bulunanları ahirette de unutmazlar. Bir büyük zat buyurur ki:
(Allahü teâlâ, bu hizmetlerden dolayı, inşallah bizlere çok büyük nimetler verecek, cenneti nasip edecek. Eğer Allahü teâlâ bize bu imkânı nasip ederse, ihsan ederse, ben Cennetin kapısında, "Ya Rabbi, bu hizmetleri ben tek başıma yapmadım. Dünyada iken kardeşlerim vardı, arkadaşlarım vardı, talebelerim vardı, onlarla beraber yaptım. Onları da isterim, onlarla beraber Cennete gitmek isterim", diye dua edeceğim.)

Bir talebesi, (Efendim orası mahşer, Allah korusun insan ayrı düşse bulunamaz. Ya orada Allah muhafaza etsin, garibin birisi bir yerde takılır da kaybolursa, o gelemezse ne olacak?) diye sorunca, şöyle cevap verirler:
(İnsanların işi karışık olur. Ama Allahü teâlânın işi karışık olmaz. Allahü teâlânın her işi muntazamdır. Mahşerde herkes sevdiği ile beraber olacaktır. Orada ne kaybolma var, ne karışıklık var, hepsi bir arada olacaklar, hiç merak etmeyin. Hiçbir arkadaş kaybolmayacak. Allahü teâlânın işlerinde karışıklık olmaz kardeşim, intizam olur. Kimse kaybolmaz. Yeter ki, o kimle beraber olacağına dünyada iken karar versin.)
 
Üst