İlk...(Ve Son)

Huseyni

Müdavim
Haziranın ilk günüydü…İlk defa ağlıyordum…
Soğuk bir hastane köşesinde düğümledikçe boğazımı hıçkırıklar, daha hayata ilk göz açtığım anda, ağlamakla gülmeler bir arada seyrettiriliyordu bana…
hayatı tarif edercesine adeta…ilk “ilk”ti bu…

Bir daha da yaşanmayacaktı (!) belki bu kadar bir arada, bu kadar yanyana…
En azından gözyaşları hürmetine “sus” çekilecekti kahkahalara bundan sonra…
Zaten hep böyle özel olacaktı “ilk”ler, böylesi ayrıcalıklı…
ilk saatlerimiz,
ilk hıçkırıklarımız,
ilk hareket edişlerimiz,
ilk hayat buluşlarımız,
ilk yaratılışlarımız misali…
hayretengîz icraatlar ve hemen ardındaki özümsememiz ya da ünsiyet uyuşukluğu…!


İlk attığımız adımla yürümüştük de, şimdi ilerlemiyor muydu sanki bedenlerimiz!
Ya da adımlarımız arasındaki mesafeler mi kısaldı ki, kimse kimseye bahsetmez oldu yürüdüğümüzden?
Dudaklarımızdan düşen ilk kelime konuştuklarımızın en manidar olanıymış gibi, kimse cümlelerimizden bile bahsetmedi ondan beri gurur duyarak…
Hep ilkler midir böyle dilden düşmeyecek lezzetler…


Öyle ya! Hangimiz okul sıralarında ilk günkü kadar heyecanlandık ki?
Hangimiz, hangi okuduğumuz ‘a’yı ilk seferki kadar abarttık içimizde…
Yoksa ilk okuduğumuz vakit herşeyi anlamıştık da, bu sebepten mi yitirilmişti kitaplara karşı ilgiler ve herşeyi seyretmeye koyulmuştuk, dahası seyrettirilmeye…
bir ilk kadarcık fark, herşeyi değiştirir oldu birdenbire…
ve iliklerimize işleyen ilkleri sürdüremedik soluklarımızla maalesef
Nerede söylendiyse bugüne dek hep aynı oldu bu beste!
Tiz’den ‘pes’e düşen nağmeli terennümler…
Ne değiştirebildi ki bu senfoniyi hayat sürdükçe icazıyla?
Bayramlar bile tat vermedi ilk gündeki kadar…
Üçüncü ya da dördüncü gün aradıklarımız, aranmalarına rağmen neden önemsenmediklerini hissettiler?
İkinci gün bayramdı da, uyanmamız niçin değişti ki sabahında!
Hangi bomba parçaladı ki yüreğimizi, Müslüman topraklara düşen ilk bomba kadar…

Zulmün ilk günü kadar önemsedik mi bu feryadları sonraki günler…
Çaresizlikten başka gayretimiz yok muydu?…
Buna da mı alışabiliyorduk yoksa?…
Hep ilkler miydi bu kadar önemli…
Bu kadar içimizde yer eden…
Yoksa asr-ı saadet isminin de ilkler kervanına dahil olmasından mı önemliydi saadet tarafı…
Kainata güneş gibi doğan Resûl-i Kibriya efendimizin saadet asrından sonra, yine iliklerdeki ilklerin soluklarla sürdürülemeyişinden mi son kavşak felaket ve helaket asrına çıkıyordu…
Yoksa bu kez kaçınılmazlıkla mı yitirilmişti ilk olmanın sırrı…


Yazılacak o kadar çok şey var ki “ilk”lere dair…
İlk sevincimiz, ilk üzüntümüz…
İlk önemsenmişliğimiz,
ilk horgörülmüşlüğümüz…
ilk yoruluşumuz,
ilk çikolata kazanmamız,
ilk ödül alışımız…
İlk bisiklete binişimiz ve ilk dengede duruşumuz…
Babamızın kucağına ilk atlayışımız,
ilk sarılışımız…
İlk gurur duyuşlarımız ve duyuluşlarımız…
İlk varoluşlarımız!
İlk kıldığımız namazlar düşer hatırıma arada bir, pak dudaklardan dökülen ilk dualar…

Namaza başladığımız ilk demlerdeki lezzetin alınmasıyla yaşadığımız imtihanı düşündükçe, ilklerin ve onları tekerrür ettirebilmenin ayrıcalığı kaplar hayallerimi…
Kur’an’ı ilk tilavetimizde yüce bir makamla müjdelenmiştik de, sanki sukût dokunmuştu sonra kıymetimize…
Hatimler döküldükçe fem-i mübarekimizden, azalmışcasına sevaplarımız, ilk hatmin lezzeti oldu dudaklarımıza yapışan…
Zerre miskal ilmin, hiçbir şey bilmemenin masumluğuyla aramıza mesafeler koyması, muttali olduklarımıza nasıl bir keyfiyet atfediyordu ki?
İlahi kudretin mucizevari tenezzülüne ünsiyet cür’etini hangi mercî tevdî eyledi haddimize?
Yoksa günün ilk namazı diye mi, sünneti bile bütün dünyadan hayırlı kılındı, içindekilerle beraber?


Hayat aslında buz dağında derimizi ısıtan ilk sıcak kadar hararetlidir her vakit…

Oruç açtığımız ilk lokma kadar lezzetli…
Sudan çıkıp aldığımız ilk nefes kadar taze…
Ve çöldeki ilk yudum kadar nimettir en az…
İlk kadar önemli!
Hep ilkleri yaşadık ilk olarak,
İlk defa “ilk defa”da tattık bütün lezzetleri,



Soluklarımızın sıcağı hayata püskürtürken hayat mucizesini, daha ikincisinde ilki yaşayabilmenin imtihanını verdik hayat boyunca,
Ve derken ikinciyi yaşamaya alıştık hep
ilk gibi olmasa da…
İlk defa ağladığımız onunla kalmadı belki, ama…
Bütün nefeslerin çekildiği en haşmetli nasihati,böylesine ilk defa dinleyeceğiz geldiği vakit
İlk ve sonu beraber idrak ederken ilk defa
Belki ilk defa böyle olacak, ama
Bu sefer sadece ilk defa öleceğiz…
İlk…(ve son)…

Yasin TOPAL
gencyaklasim.com
 
Üst