İmam Gazali-İhyasında(Şafii-Maliki-EbuHanife-A.Hanbel-S.Sevri)

İlim-irfan

Well-known member
İmam Gazalinin İhya yu ulumiddininde 5 Mezhep İmamı Hakkındaki yazıları Süfyanı Sevri hz.lerin mezhebi günümüzde yok:

İmam Şâfiî:

Âbid olduğunu ifade eden delil şudur: Kendisi geceyi üçe tak sim eder, birinci bölümünü ilme, ikinci bölümünü ibadete, üçüncü bölümünü de uyku ve istirahate ayırırdı.
Rebî91 şöyle demiştir: İmam Şâfiî Ramazan ayında kıldığı namazlarda Kur'an'ı Kerîm'i altmış kere hatmederdi'.
İmam Şâfiî'nin talebelerinden olan Ebu Yakub Yusuf b. Yahya el-Buveytî92 de hocasına uyarak Ramazan ajanda hergün bir hatim indirirdi.
Hasan el-Kerabisî93 şöyle demiştir: 'Çok zaman İmam Şâfiî ile geceleyip gördüm ki, İmam Şâfiî gecenin üçte birinde namaz kılmakla meşgul olurdu. Bütün bu namazlarda, elli ayetten az okuduğuna asla rastlamadım. En fazla okuduğu da yüz ayeti geç
mezdi. Rahmetten bahseden ayetleri okuduğu zaman kendisi ve bütün müslümanlar için Allah'ın rahmetini talep eder, azaptan haber veren bir ayeti okuduğu zaman mutlaka azabından Allah'a sığınırdı; kendisi ve bütün müslümanlar için azaptan emin olmayı Allah'tan dilerdi. Sanki onda ümit ve korku birbirlerine yakın iki komşu gibiydi'.

İmam Şâfiî'nin bu uzun namazlarında sadece Kur'an'ın elli ayeti gibi az bir miktarını okumakla Kur'an'ın esrarına vakıf ol makta ne derece ileri gittiğini ve Kur'an'a ne kadar derinlemesine daldığını bir görünüz!
İmam Şâfiî şöyle demiştir: 'Onaltı seneden beri hiçbir zaman doya doya yemek yemiş değilim. Zira tam bir şekilde doymak be deni ağırlaştırır, kalbi katılaştırır, zekâyı dumura uğratır, uykuyu celbeder ve sahibini ibadet yapmaktan alıkoyar...'
İmam Şâfiî'nin tıka basa yemek yemenin âfetlerinden nasıl çe kindiğine bakarak, birtakım hikmetleri anlamaya çalışınız! O, iba detler için doya doya yemek yemediğim söylüyor. Çünkü ibadetin başı, az yemekle yetinmektir.
İmam Şâfiî şöyle demiştir: 'Gerek doğru ve gerekse yalan, hiç bir şekilde ve hiçbir zaman bütün hayatım boyunca Allah'ın is miyle yemin etmedim'.
Allah'ı ulu ve büyük görmesinin ve O'na eğilmesinin derece sine bakınız! İmam Şâfiî'nin bu hâli, onun Allah'ın celâli hakkındaki derin ilminin en büyük delilidir.
İmam Şâfiî'ye bir mesele soruldu. Sükût ederek bu suale cevap vermedi. Orada hazır bulunanlardan biri kendisine 'Allah senden razı olsun, neden cevap vermedin?' deyince şöyle buyurdu: 'Acaba fazilet bu suale cevap vermekte midir, yoksa vermemekte mi? İşte bunu düşünebilmek için bekledim'.
Fakihlere en çok musallat olan illetlerden biri olan dilini, nasıl zapt u rapt altına aldığına bakınız! İşte İmam Şâfiî dilini kontrol ettiğini bu hâdisede göstermiş oluyor. Aynı zamanda bu hâdise imam Şâfii'nin sadece Allah nezdindeki sevaba nail olmak için konuşup, sustuğunu göstermektedir.
Ahmed b. Yahya b. Vezir94 şöyle anlatır: İmam Şâfiî birgün kandiller çarşısından çıktı, bizler de onun arkasından gidiyorduk. Baktık ki bir adam ilim ehlinden olan birinin gıybetinde bulunu yor. Bunu duyan İmam Şâfiî bizlere dönerek şöyle dedi: 'Dillerinizi gıybetten ve ihanetten koruduğunuz gibi, kulaklarınızı da tıkamak suretiyle bunları işitmekten koruyun; zira dinleyen söyleyene ortak olur. Ahmak kimse kendi içindeki kötü şeyleri sizin gönüllerinize boşaltmak ister. Bu kimsenin sözlerini dinleyenler günahkâr olur, reddedenler ise saadete ererler'.
İmam Şâfiî şöyle buyurmuştur: "Bir hakîm başka bir hakîme yazdığı mektupta 'Allah sana bir ilim vermiş. Bu ilmi günahların çirkefiyle kirletme ki ehl-i ilinin, ilimlerinin nûru ile yürüdükleri o gün (kıyamet günü) zulmette kalmış olmayasın' diye yazmıştır".
İmam Şâfiî'nin zühdüne gelince, o şöyle demiştir: 'Dünya ile Allah sevgisini bir kalpte barındırdığını söyleyen kimse yalan söy lemiş demektir'.
Humeydî95 şöyle anlatır: İmam Şâfiî bir ara bazı idarecilerle Yemen'e gitti. Oradan da Mekke'ye geldi. O anda elinde onbin dir hem para vardı. Mekke dışında kendisine bir çadır kuruldu. Halk onu grup grup ziyaret etmeye geliyordu. O da gelen fakirlere para dağıtıyordu. O kadar ki, o çevredeki fakirlere vermekten elinde bir kuruş bile kalmamış ve oradan meteliksiz ayrılıp gitmişti.
Birgün İmam Şâfiî hamamdan çıkarken, hamamcıya birçok mal vererek ayrıldı. Elindeki kamçı bir ara yere düştü. Biri yere eğilip kamçıyı alarak kendisine verdi. İmam Şâfiî derhal o adama elli dinar para verdi.
İmam Şâfiî'nin cömertliği burada anlatılanlardan çok daha iyi bilinmektedir. Zaten zühdün başı cömertliktir. Kişi neyi seviyorsa onu elinden kaçırmamaya bakar, Dünya malını ancak dünyaya ehemmiyet vermeyen kişiler dağıtır. Bu hal zühdün kemâl hâlidir.
İmam Şâfiî'nin zühdünün ne kadar ileri olduğuna, Allah'tan ne kadar çok korktuğuna ve himmetini daima ahirete yönelttiğine delil olmak bakımından şu hikâye yeter de artar bile!
Süfyan b. Uyeyne96 Rekâik'den aldığı bir hadîsi kendisine ri vayet etti. İmam, hadîsi duyar duymaz kendinden geçti. Süfyan'a 'İmam öldü' dendiği zaman Süfyan şöyle buyurdu: 'Eğer Şâfiî bayılmış değil de ölmüş ise, zamanının en faziletli kişisi ölmüş demektir'.

Abdullah b. Muhammed el-Belevî şöyle anlatır: "Ben ve Ömer b. Nebâte oturuyorduk. Aramızda âbidlerden ve zâhidlerden bahsedi yorduk. Bu konuşma sırasında Ömer bana şunları söyledi: 'Muhammed b. İdris Şâfiî'den daha müttaki, daha beliğ, daha fa sih bir kimseyi görmedim'. Ben, Ömer ve Haris b. Lebid, birlikte Safa tepesine çıktık. (Hâris b. Lebid, Salih el-Murrâ'nm97 talebe siydi ve çok güzel bir sesi vardı).
Hâris burada Kur'an'ı Kerim'den şu ayetleri okudu: 'Bugün dilleri tutulacak gündür. (İnkârcılara) izin verilmez ki özür dilesinler' (Mürselât/35-36) Orada bulunan ve ayeti dinleyen Şâfiî'nin benzi sarardı, âdeta tüyleri diken diken oldu. Sonra onun tir tir titreyerek yere serildiğini gördüm. Gözünü açtığı zaman Allah Teâlâ'ya şöyle niyazda bulundu.
Ey yüceler yücesi Allahım! Yalancılardan olmaktan ve ga fillerin yüzçevirmelerinden sana ve rahmetine sığınırım! Allahım! Ariflerin kalbi sana eğilmiş, müştekilerin boynu senin rahmetinin önünde bükülmüştür. İlâhi! Cömertliği bana hibe eyle ve beni örtünle setreyle. Mübarek yüzünün keremiyle kusurumu affet!
Abdullah diyor ki: Bu durumdan sonra İmam Şâfiî yürüdü ve biz de arkasından geri döndük. Ben Bağdad'a geldiğim zaman İmam Şâfiî de Irak'ta bulunuyordu. Dicle'nin kenarında abdest alıyordum. Birisi yanımdan geçerken bana seslendi: 'Ey genç! Abdestini güzel al ki, Allah sana dünyada ve ahirette güzellik ih san etsin'. Başımı çevirip baktığım zaman yanında topluluk bulunan bir zat gördüm. Abdestimi çabucak alarak derhal bu zâtı takip etmeye koyuldum. Bir ara bana dönerek şöyle buyurdu: 'Bir ihti yacın mı var?' Ben 'Evet, Allah'ın sana öğrettiklerinden sen de bana öğret!' dedim. O 'Bilmiş ol ki Allah'a sadakatle kulluk yapan lar kurtulur. Allah'ın dinine şefkat gösteren felâketten selâmet bu lur. Dünyada zâhid olanın gözleri yarın kıyâmet gününde karşılaştığı sevaptan dolayı nürlanır. Daha fazlasını söyleyeyim mi?' Ben 'evet' dedim. O da şöyle dedi: 'Kimde üç haslet varsa o imanını kemâle erdirmiştir, mârufu emr ve tatbik eden, münkeri yasaklayıp sakınan, Allah'ın hududlarını gözetip aşmayan. Daha fazlasını ister misin?' Ben 'evet isterim' dedim. O da şöyle dedi: 'Dünyaya sırt çevir, ahirete yöııel! Bütün işlerinde Allah'a doğruluk göster ki kurtulanlarla birlikte kurtulmuş olasın'. İşte bütün bunları söyleyerek uzaklaşıp gitti. O gittikten sonra kim olduğunu sordum. Bana onun İmam Şâfiî olduğunu söylediler".
İmam Şâfiî'nin Kur'an karşısında nasıl bayıldığını ve ayıldıktan sonra neler söylediğini dikkatlice düşünecek olursanız, bütün bu haller İmam Şafiî'nin ne kadar zâhid bir kimse olduğunu size anlatmaya, yeter. Çünkü bütün bu haller onun Allah'tan ne kadar çok korktuğunun apaçık birer delilidir. Böyle bir korku ve zühd ancak Allah Teâlâ'yı çok iyi tanıyanlara ve rilmiştir. Nitekim Allah Teâlâ Fâtır sûresinin 28. ayetinde bu hak îkate şu şekilde işaret buyurmaktadır: 'Allah'tan kulları içinde ancak (kudret ve azametini bilen) âlimler korkar'.
İmam Şâfiî bu takvâyı ve zühdü selem, icare ve diğer fıkhî ba hislerden elde etmemiştir. O takvâsını ancak Kur'an ve Sünnet'ten çıkarmış, ahiret ilimlerinden almıştır. Çünkü geçmişlerin ve gele ceklerin ilmi Kur'an'ı Kerim ile Sünnete dayanmaktadır.
İmam Şâfiî'nin kalbin sırlarını ve ahiret ilimlerini bilen bir âlim olduğuna dair delil ise, kendisinden rivayet edilen hüküm lerden anlaşılmaktadır:
Rivayet edildiğine göre, İmam Şâfiî'ye riya hakkında sual sor dukları zaman hiç düşünmeksizin riyayı şöyle tarif etmiştir: 'Riya bir fitnedir. Bu fitneyi heva ve heves meydana getirmiş ve âlimlerin kalp gözlerini tıkayarak görmelerine mâni olmuştur. Âlimler ne fislerinin arzusuna uyarak bu perdeye bakmışlar ve bütün amelle

Yine İmam Şâfiî şöyle buyurur: 'Amelini kibir ve gururun ze deleyeceğini hissedip korktuğun zaman, kimi razı etmek istediğine dikkat et! Hangi sevabı istediğini keşfetmeye çalış. Hangi cezadan korktuğunu araştır. Neden dolayı şükrettiğini anlamaya çalış. Hangi belâdan dolayı hatırlamış olduğunu tahkik et. Sen bu haslet lerden biri hakkında bile düşündüğünde amellerin gözünde küçülür'.
İmam Şâfiî'nin riyanın hakikatlerini nasıl belirtmiş olduğunu ve ayrıca riya kadar tehlikeli olan kibir ve gururun ilacını nasıl gösterdiğini düşün de, onun bu sahadaki büyük ilmini takdir et!
İmam Şâfiî şöyle demiştir: 'Nefsini günahlardan korumayana ilim bir fayda sağlamaz'.
Yine İmam Şafiî şöyle buyuruyor: 'İlmiyle Allah'a itâat eden, ibadetinin mânevî zevkine erer'.
Yine kendileri şöyle demiştir: 'Bu yeryüzünde dostu veya düşmanı olmayan hiç kimse yoktur. Madem ki durum böyledir sen, kendini Allah'ın ibadetine adayanlarla birlikte ol!'
Abdülkâhir b. Abdülâziz salihlerdendi ve çok muttaki bir kim seydi. İşte bu muttaki zat takvâ hakkında İmam Şâfiî'ye birçok sual sorardı. İmam da bu zâtın suallerine takvasından dolayı usanmadan cevap verirdi. Bu zat günün birinde İmam Şâfiî'ye şu suali sordu: 'Sabır mı, mihnet mi yoksa temkin mi daha üstün dür?'
İmam ise şöyle cevap verdi: Temkin peygamberlerin derecesi dir. Temkin derecesine ancak Mihnet'ten sonra varılır. O hale eren kimse imtihana çekildiği zamanlarda sabreder. Sabrettiği zamanlarda ise temkine varmış olur. Ey Abdülkâhir! Görmez mi sin? Allah Teâlâ, kulu ve rasûlü İbrahim'i (a.s) önce denedi. Sonra da temkin mertebesine ulaştırdı. Hz. Musa'yı da önce imtihan etti, sonra temkin derecesine vardırdı. Hz. Eyyûb'u da önce imtihandan geçirdi, sonra temkin'e vardırdı. Yine Hz. Süleyman'ı da imtihan ettikten sonra temkin derecesine vardırdı ve kendisine mülk ihsan eyledi. Demek oluyor ki temkin derecelerin en üstünü ve en efdali dir. 'İşte Yusufu böylece Mısır'a (temkin edip) yerleştirdik!' (Yusuf/21). Hz. Eyyûp büyük imtihandan sonra temkin mertebe sine vardi. Allah. Teâlâ HZ. Eyyûb'un başından geçen bu imtihan ve temkini Kur'an-ı Kerîm'de aynen şöyle ifade buyurmaktadır: 'Bizde duasını kabul edip hemen kendisindeki hastalığı giderdik. Tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir hatıra olmak üzere ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir katını daha ver dik'. (Enbiya/84)

İmam Şâfiî'nin verdiği bu cevap, Kur'an'ın sırlarını ve Allah'a yönelen enbiya ve evliyanın derecelerini ne denli bildiğini göster mektedir. Bu ise ahiret ilimlerini bilmenin bir sonucudur.
İmam Şâfiî'ye 'Bir kişi ne zaman âlim olur?' diye so rulduğunda şöyle cevap vermiştir: 'İlmini derinleştirip, diğer âlimleri tedkik ettiğinde hangisinin bilip, hangisinin bilmediğini anladığında...'
Hekîm Calinos'a 'Sen bir hastalık için niçin birçok ilaçtan mü rekkeb bir tedavi usûlü tavsiye ediyorsun' diye sorulunca, o bu sözü söyleyenlere şöyle cevap vermiştir: 'Gayeye bir ilaç da vardırır. Ancak o bir ilaca birçok ilacın eklenmesi hastanın hiddetini din dirmeye yarar. Zira teklik öldürücüdür'.
İmam Şâfiî'nin bu ve buna benzer daha nice sözleri, onun ma rifetullah' ta ve Ahiret İlmi'nde ne denli yüksek mertebelere çıkmış olduğunu göstermektedir.

İmam Şâfiî'nin Fıkıh'tan ve fıkhî konulardaki münazaralar dan sadece Allah'ın rızasını kastettiğine bir delil gösterelim.
Kendisi şöyle buyurmuştur: İsterdim ki herkes bu ilimden (fıkıh ilminden) menfaat görsün de bana bu menfaatin zerresi dahi isabet etmesin; hiçbir şeyi bana nisbet edilmesin'.
Dikkat edilecek olursa, İmam Şâfiî'nin ilimden doğacak olan âfeti ve ilmi şöhret elde etmek için istemenin felâketini nasıl idrâk etmiş olduğu, ilmi sadece Allah için istediği, ilimden gelecek olan şöhrete ise hiç iltifat etmeyip, kalbini benliğin her çeşidinden arındırdığı açıkça görülecektir.

İmam Şâfiî şöyle buyurmuştur: 'Kimle konuştuysam ilmî mü nazarada muvaffak olmasını, doğru yolda gitmesini ve Allah'tan yardım görmesini, Allah'ın muhafazası altında olmasını niyaz et tim. Kimle ilmî bir münazara yapmış isem, Allah Teâlâ'nın onun diliyle mi, yoksa benim dilimle mi hakkı açığa çıkaracağını bir an bile kendime mesele edinmedim'.
Yine şöyle buyurmuşlardır: 'Hak ve hakikatı hangi âlime söy lemişsem ve o söylediğim kimse de hakkı kabul etmişse, mutlaka onu büyük saydım ve onun sevgisinin bana gerekli olduğuna inandım. Benimle hak ve hakîkat konusunda haksız yere tartışarak hakkı kabul etmeyen kimseler ise gözümden düşmüş; hakkı kabul etmedikleri için kalbimde onlara karşı en küçük bir sevgi kalmamıştır'. Bütün bunlar İmam Şâfiî'nin Fıkıh'ta ve fıkhî münazaralarda dahi sadece Allah'ın rızasını aradığının açık bi rer delilidir.

 

İlim-irfan

Well-known member
Dikkat edecek olursanız, İmam Şâfiî'den sonra gelen ve sözde onun yolunda olduklarını iddia edenler, yukarıda bahsi geçen beş hasletten ancak birinde ona tâbi olmuşlardır. Hatta sonradan o bir haslette bile kendisine muhalefet etmişlerdir.
İşte Ebu Sevr98 'Ben Şâfiî gibi ne bir kimseyi gördüm ve ne de başkaları onun gibisini bir daha göreceklerdir' sözünü bu sırra bi naen söylemiştir.

Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: 'Kırk seneden beri her kıldığım namazda Şafiî'ye dua ediyorum'.
Dua edenin kadirşinaslığına, insafına ve dua edilenin de yük sek derecesine dikkat ediniz! Onunla günümüzdeki âlimleri, fa kihleri bir kıyas edin ve bu devirdeki âlimlerin aralarındaki buğz ve nefreti bir düşünün ki, bunların 'Biz Şâfiî gibilerin yoluna uy maktayız' sözlerinin ne kadar samimiyetsiz olduğunu anlayabile siniz.

Ahmed b. Hanbel, imam Şâfiî'yi dualarında çokça andığı için oğlu kendisine 'Şâfiî nasıl bir kimse idi ki sen ona bu kadar dua ediyorsun?7 diye sorunca, Ahmed b. Hanbel oğluna şu cevabı verir: 'Ey oğlum! İmam Şâfiî dünya için bir güneş ve insanlar için de bir âfiyet kaynağı gibiydi'.
Tüm bu rivayetler sizlere günümüzdeki âlimlerin İmam Şâfiî ile Ahmed b. Hanbel'in halefi olup olmadığını göstermektedir.
Yine İmam Hanbel 'Eline kalem alan herkesin üzerinde mut laka İmam Şâfiî'nin hakkı vardır' demiştir.

Yahya b. Said el-Kattan" şöyle der: 'Kırk seneden beri her kıldığım namazda mutlaka İmam Şâfiî'ye dua ederim; zira Allah Teâlâ ona ilim kapısını açmış ve onu fıkıh ilminde başarılı kılmıştır'.imam Şâfiî hakkında naklettiğimiz bu rivayetlerle yeti nelim; zira ona ait hasletler saymakla ve yazmakla bitmez. Burada naklettiğimiz menkıbeleri
Şeyh Nâsir b. İbrâhim el-Makdisî nin100 İmam Şâfiî hakkında telif ettiği Menakıb adlı eserinden almış bulunmaktayız.
Allah Teâlâ, İmam Şafii den ve bütün müslümanlardan razı olsun!
91) Künyesi Rebî b. Süleyman b. Abdülcebbar b. Kâmil el-Muradi'dir, Hicretin 174. yılında doğmuş ve 204'de Şevval ayının 21. gecesinde vefat etmiştir.
92) Buveytî, Mısır'ın Buveyt köyündendir. Âlim, âbid ve zâhid bir kimseydi.
93) Ebu Ali Hasan b. Ali b. Yezid el-Kerabisî büyük bir imamdır. Önceleri Ebu hanife'den ders almış sonra imam-ı Şafii den ders alarak ona tâbi olmuştur. Hicretin 245. yılında vefat etmiştir.
94) Künyesi Ahmed b. Yahya b. Vezir b. Süleyman b. Muhacir el-Mısrî'dir. Hicretin 171. yılında doğmuş, 251'de ve Şevval ayının altısında vefat etmiştir.
95) künyesi Ebu bekr Abdullah, b. zübeyr b. İsâ'dır. Küreydin Esed kabile sindendir. Mekke'de hicretin 219. yılında vefat etmiştir.
96) Künyesi Ebu Muhammed'dir. Hicretin 198. yılında ve Receb ayında vefat, etmiştir.
97) Künyesi Salih b. Beşir b. Vadi' b. Ebîl-Ek'as'dır. Hicretin 188. yılında vefat etmiştir.
98)künyesi Ebu Seyr İbrahim b. Halid b. Yamandır. Hicretin 240.yılında vefat etmiştir.
 

İlim-irfan

Well-known member
İMAM MALİK:

İmam Mâlik'e gelince, o da İmam Şafiî gibi bahsettiğimiz beş haslet ile donatılmıştı.
Kendisine 'Ey İmam! İlim talebi hakkında ne dersin?' diye so rulduğunda, İmam Mâlik şu cevabı vermiştir: 'Güzeldir, fakat sa bahtan akşama kadar sana ilimden ne gerekiyorsa, sen o kadarına sarıl!'

İmam Mâlik, din ilminin tâzim edilmesi hakkında ifrat dene cek şekilde hareket ederdi. O kadar ki, bir hadîsi rivayet etmek is tediği zaman önce abdest alır, sonra o meclisin en yüksek yerinde oturur, sakalını tarar, kokular sürer, heybetli bir vaziyet aldıktan sonra kelimelerin üzerine basa basa Allah Rasûlü'nün sözlerini rivayet ederdi. Bu hali kendisine sorulduğunda 'Allah'ın Rasûlü'nün mübarek sözlerine tâzim etmeyi sevdiğim için böyle davranıyorum' cevabını vermiştir.
İmam Mâlik şöyle demiştir: 'İlim nûrdur. Allah o nûru di lediği yere bırakır. Bu nur ise çokça rivayette bulunmaya bağlı değildir'.
İmam Mâlik'in ilme gösterdiği bu ihtiram ve tâzim, Allah'ın celâlini bütün dehşetiyle bilmesinden kaynaklanmaktadır.
İmam Mâlik'in, ilmiyle sadece Allah'ın rızasını aradığını bize bildiren en müşahhas delil, 'Din hususunda cedel, insana hiçbir şey kazandırmaz' sözüdür.
İmam Malik'in bu yönüne, talebesi İmam Şafiî'nin şu sözleri de delâlet etmektedir: 'Benim de hazır bulunduğum bir mecliste İmam Mâlik'e kırksekiz sual soruldu. İkisi hariç hepsine La Edri (Bilmiyorum) cevabını verdi'.
İlmiyle Allah'ın rızasını aramayan kimseler, kolay kolay 'Bilmiyorum' diyemezler; zira böyle söylemeyi gururlarına yedi remezler.

İşte bu sırrı anlatmak için İmam Şâfiî "Âlimler arasında, İmam Mâlik delici bir yıldız gibiydi. Benim için ilim hususunda İmam Mâlik'ten daha emin biri yoktur bu dünyada. (Başka bir ri vayete göre; 'Benim İmam Mâlik'ten daha çok minnet duyduğum bir âlim yoktur')" demiştir.
Rivayet edildiğine göre Halife Ebu Cafer ElMansur,101 'Karışım boşanmaya zorlayan kişinin karısı boşanmaz' hadîsini İmam Mâlik'in rivayet etmesine zorla mâni olmuştur.
İmam Mâlik'in bu hadîs hakkında ne düşündüğünü anlamak için adamlarından birini gizlice göndererek bu konuda İmam Mâlik'e sual sordurmuştu. İmam Mâlik ise halkın huzurunda sual soran kişiye 'Karışım zorla boşayan bir kimsenin talâkı düşmemiştir' diye cevap verdi. Bunun üzerine devrin sultanı olan Ebu Cafer, İmam Mâlik'i kırbaçlatmıştı. Fakat o bütün bu işkencelere rağmen, o hadîsi nakletmekten bir an bile geri dur mamıştı.
İmam Mâlik şöyle buyurmuştur: 'Kişi konuşmalarında, doğru ise Allah Teâlâ onun aklını korur. Ne kadar yaşlanırsa yaşlansın aklına bir eksiklik gelmez'.

İmam Mâlik'in dünya hakkındaki zühdü1ı0 gelince; o, zühdün zirvesine çıkmıştı.
Nitekim bunu şu rivayet açıkça ispatlamak tadır:
Emîr'ul-Mü'minîn eî-Mehdî 102 İmara Mâlik'e şöyle sorar: 'Evin var mı?' İmam Mâlik 'Hayır evim yok. Fakat size ev mesele siyle ilgili bir hadîs nakledeyim; 'Ben Rabia b. Ebi Abdurrahman'dan dinledim, şöyle demişti: 'Kişinin nesebi onun evidir'.103

Hârun Reşid. İmam Mâlik'e şöyle sorar: 'Evin var mı?' imam Mâlik 'Hayır yok' der. Bu cevabı alan Hârun Reşid, İmam Mâlik 'e üç bin dinar vererek 'Bununla kendine bir ev al der.
İmam Mâlik, Harun Reşid'den parayı alır, fakat parayı ev almak için sarfetmez. Harun Reşid Bağdad'a dönmek istediğinde İmam Mâlike kendi siyle birlikte Bağdad'a gelmesini söyler: Ben herkesi senin Muvatta adlı kitabına tâbi kılmak istiyorum. Tıpkı Hz. Osman'ın herkesi istinsah ettirdiği mushaflara zorlaması gibi...'
Bu söz üzerine İmam Mâlik, Harun Reşid'e hitaben şöyle der: 'Herkesi benim Muvatta adlı kitabıma zorlamak imkânsız bir iştir. Çünkü Hz. Peygamberin ashabı onun ölümünden sonra dünyanın dört bir bucağına yayıldılar. Hz. Peygamberin hadîslerim gittikleri diyarlara yaydılar. Bu nedenle her belde halkında ayrı ayrı ilim vardır. Hz. Peygamber 'Ümmetimin ihtilâfından rahmet doğar'104 buyurmuştur. Seninle birlikte hükümet merkezine gelmeme de imkân yoktur.
Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
'Eğer bilseler, Medineli Münevvere onlar için daha hayırlıdır'.105

'Demircilerin körüğünün, demirin pasını temizlediği gibi, Medine i Münevvere de (günahkâr kulları) günahlarından öylece temizler'.106 Buyurun, şunlar bana vermiş bulunduğunuz dinarlarınız! Bana verdiğiniz bu şeyleri ister geri alın, ister bırakın'.
İmam Mâlik bu sözleriyle Hârun Reşid'e şunları anlatmak is tiyordu: 'Bana yaptığın iyiliğin karşılığı olarak beni Medine'den ayırmak istiyorsun. Bana bütün dünyayı verseniz Hz. Peygamberin şehri olan Medine'den ayrılmam'.
İşte İmam Mâlikin dünyaya karşı zühdü bu derecedeydi. İlmi ve talebeleri, dünyanın her tarafına yayıldığı sıralarda dünyanın her tarafından kendisine bolca para akmaktaydı. Fakat o kendisine gelen bütün paraları Allah yolunda sarfederdi. Onun cömertliği, dünyayı az sevdiğine ve zühdüne delâlet eder. Zâhidlik sadece malı sarfetmekten ibaret değildir. Zâhidlik, aynı zamanda kalbi mal sevgisinden uzak tutmaktır. Nitekim peygamberlerin en zengini olan Hz. Süleyman, mülk ve serveti hususunda çok zâhid bir kişi idi.
İmam Mâlik'in dünyayı hakir gördüğünün delili olarak İmam Şâfiî'den gelen şu rivayet yeterlidir: "İmam Mâlik'in kapısında Horasan diyarının küheylan atlarından ve Mısır'ın meşhur katırlarından öylelerini gördüm ki, onlardan daha güzelini hiçbir yerde görmemiştim. Bunları gördüğümde hocam İmam Mâlik'e 'Bunlar ne güzel şeyler' dedim. O bu sözümü işittiği zaman şöyle dedi: 'Ey Ebu Abdullah,! Onlar benden sana hediye olsun'. Ben de ona 'Bari binmeniz için kendinize birini bırakın' dedim. O 'Allah'ın Rasûlü'nün gömülü bulunduğu bir toprakta binekli ola rak dolaşmaya utanırım' dedi".
İmam Mâlik'in cömertliğine bakınız ki; elindeki servetin ta mamını birden hediye edebilmektedir. Üstelik Medine-i Münevverinin topraklarında binekli olarak dolaşmayı hürmetsiz lik kabul ettiği için o topraklara hayvan ayağıyla basmak istemiyor.

Onun sadece Allah'ın rızası için ilim talep ettiğini ve dünyayı bir hiç mesabesinde gördüğünü ispatlayan delillerden biri de şudur:İmam Malikin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Harun Reşid'in huzuruna girdim. Bana 'Ey Ebu Abdullah! Bize sık sık gelmen gerekir; zira çocuklarımın senden Muvatta'yı dinlemesini istiyorum' deyince, ona şöyle cevap verdim: 'Allah Teâlâ Emîr'ul Mü'minîn'i aziz etsin. Bu ilim siz ehl-i beyt'ten gelmiştir. Eğer siz bu ilme hürmet gösterirseniz, bu ilim hürmet görür. Bu nedenle ilmin ayağına gidilmesi gerekir, ilim insanın ayağına gelmez'. Benim bu sözümü dinleyen Emîr'ul-Mü'minîn 'Doğru söylüyor sun yâ Mâlik!' diye mukabele etti. Sonra çocuklarına dönerek 'Mescide giderek halkla beraber İmam Mâlik'in derslerini dinleyin' diye emir verdi".
99) Künyesi Ebu Said'dir. Hadîs hafızıdır. Hicretin 158. yılında doğmuş ve 98) yılında vefat etmiştir.
100) Bu zat birçok İslâm beldesini gezerek âlimlerden ders almıştır. Zahidlikte, kitap yazmada ve selefe uymada emsalsizdi. Sayısız kitap telif etmiştir hicretin 506. senesinde Şam'da vefat etmiştir.
101) künyesi Ebu cafer abdullah b. Ah b. Abdullah b. Abbas'dır. Hz. Abbas'ın neslinden gelen Abbasî halifelerinin ikincisidir.
102) Künyesi el-Mehdi Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah b. Ali b. Abdullah b. Abbas tır. Abbasî halifelerinin üçüncüsüdür.
103) Bu bir hadis değil, İmam Mâlik'in ismini verdiği Rabia'nın sözüdür, Bu söze mecaz yoluyla hadîs denmiştir. Bu sözün sahibi olan Rabia, Medine'nin meşhur âlimlerindcndir. Hicretin 130. yılında el-Enbarda vefat
etmiştir.
104) Beyhaki, el-Eş'arıyye ve ayrıca bkz. el-medhal (İbn Abbas'dan)
105) ibn ebi Hatim, el-cerh ve ta'dil, (İmam Mâlik'den)
106) İbn Esir ve İmam Mâlik, (Ebu Hüreyre'den); Buharî, Müslim ve Nesâî
 

İlim-irfan

Well-known member
İMAM AZAM EBU HANEFİ

İmam Ebu Hanife âbid, zâhid, Allah'ı bilen, Allah'tan korkan ve ilmiyle sadece Allah'ın rızasını murad eden bir zât idi.
Onun büyük bir âbid olduğu şu menkıbesinden açıkça
anlaşılmaktadır:

İbn Mübârek107 şöyle der 'Ebu Hanife büyük bir mürüvvete sahip ve çokça ibadet eden bir zât idi'.
Hammad b. Ebi Süleyman108 Ebu Hanife'nin (ömrünün son günlerinde) bütün geceyi ibadetle geçirdiğini rivayet etmiştir.
İmam A'zam, hayatının ilk devrelerinde gecelerinin yarısını ibadetle ihya ederdi. Bir gün yoldan geçerken bir adam kendisini yanındakilere göstererek şöyle söyledi: İşte bu zat bütün geceyi ibadetle ihya eden bir kimsedir'. Bu sözü duyan İmam A'zam o günden itibaren kendisi hakkında bu bilgiyi taşıyan adamı yalancı çıkarmamak için bütün gecelerini ibadetle ihya etmeye başladı ve 'Ben halkın beni bende olmayan vasıflarla övmesinden dolayı Allah Teâlâ'dan utanırım' dedi.
Rebî b. Asım109 şöyle anlatır: 'Yezid b. Ömer b. Hubeyre, beni Ebu Hanife yi onun huzuruna getirmem için gönderdi. Vezir, Ebu
Hanife ye Beytülmal nâzın (Mâliye Vekili) olması için teklifte bu lundu. Ebu Hanife vezirin bu teklifini reddetti. Teklifini reddettiği için vezir ona yirmi değnek vurarak cezalandırdı.
İmam A'zam'ın işkence çekmek pahasına makam ve mansıbdan nasıl kaçtığına çok iyi dikkat edilmelidir.

Hakem b. Hişam Sakafi110 'Şam'da bulunduğum bir sırada bana, Ebu Hanife'nin devrimizin en emin insanı olduğunu söyledi ler' demiş ve şu menkıbeyi anlatmıştır: "Devrin sultanı Ebu Hanife'ye Beytülmal nâzırlığı teklif etmiş ve 'Şayet benim bu tekli fimi kabul etmezsen seni kırbaçlatırım' diyerek onu tehdit etmeyi de ihmal etmemişti. Ebu Hanife ise, onun vuracağı kırbaçların acısını Allah'ın kendisine vereceği azabın acısından daha hafif bulduğu için dünya azabını tercih etti ve hükümdarın kendisine teklif ettiği görevi reddetti".
İmam A'zam hakkında İbn Mübârek'in yanında bir söz açılınca İbn Mübârek şöyle der: 'Siz öyle bir kişiye kötülük yakıştırıyorsunuz ki, bütün dünya ona ait olmak istedi, fakat o, Allah'tan korkarak kendisini isteyen bu dünyadan kaçtı'.

Muhammed b. Şücâ'dan ve bir kısım arkadaşlarından rivayet edildiğine göre, Ebu Hanife'ye 'Emîr'ul-Mü'minin Ebu Cafer Mansur size on bin dirhem verilmesini emretmiştir' denildiği za man Ebu Hanife 'Ben bu parayı kabul etmem' diye razı olmadığını izhar eder. Fakat sultanın bu parayı kendisine göndereceği günün sabahı, namazını kılar ve sonra elbisesine bürünerek sessiz se dâsız yatağına girer ve kimseyle konuşmaz. Bu esnada Hasan b. Kahtebe'nin111 bir adamı, yanında bahsi geçen parayı getirerek Ebu Hanife'nin huzuruna girer.
İmamın yanında bulunanlardan bazıları devletin gönderdiği elçiye 'Ancak arada sırada ve pek az konuşabiliyor' derler ve ilâve ederler:'Sizin anlayacağınız kendisine bir hastalık ârız olmuştur; bu hastalık ârız olduğundan bu yana hâli hep böyledir'. Parayı ge tiren elçi 'O halde getirdiğim parayı şu keseye koyup evin bir ke narına bırakın ve iyileştiği zaman da kendisine teslim edin' der,
Bu hal karşısında İmam A'zam, terekesi hakkında oğlu Hammad'a şu vasiyette bulunur: 'Öldüğüm zaman beni defneder etmez bu paraları al, Hasan b. Kahtebe'ye götür ve ona de ki: 'Ebu Hanifenin yanında emanet olarak bıraktığınız şu paranızı geri alın.
Oğlu Hammad şöyle anlatır: 'Babamın vasiyetim aynen tatbik ettim. Bunun üzerine Hasan bana dedi ki: 'Allah'ın rahmeti ba banın üzerine olsun. O, dini hakkında çok sıkı idi...'
Ebu Hanife Kadı'ul-Kudal (Şeyhülislâm) olmaya dâvet edildiğinde şunları söylemiştir: 'Ben bu vazifeye lâyık değilim'. Neden lâyık olmadığı sorulduğu zaman da şu cevabı vermiştir: 'Eğer doğru isem bu vazife için ben işe yaramam; şayet yalancı isem bir yalancının kadı olması yanlış bir iş olur'.

Âhiret yolunu, din işlerim ve Allah Teâlâ'nın sıfat-ı ilâhîyele rini bilmesine gelince, dünyadaki zühd ve takvâsı ve Allah'tan şiddetle korkar olması bunun açık bir delilidir.
İbn Cüreyh112 şöyle der: 'Sizin şu Kûfeli Nûman b. Sâbit'ten bahsedenler, hep onun Allah'tan şiddetle korktuğunu söylüyorlar'.

Şerik en-Nehaî113 şöyle demiştir: 'Ebu Hanife çok susardı, da ima düşünceliydi ve halk ile az konuşurdu'.
Bu durumu, onun Bâtınî İlim e sahip olduğunun en bariz deli lidir. O, dinin en mühim ve "hayatî konularıyla ilgili meseleleri üzerinde düşünür ve netice çıkarmaya çalışırdı. Çünkü susmasını bilip, sükût eden kimseye ilmin tamamı verilmiştir.

Yukarıda zikrettiğimiz menkıbeler sözü edilen üç büyük imamın hallerinden sadece birer küçük bölümdür.
107) Künyesi İbn Mübârek b. Vadih el-Hanzelî'dir. Muhaddislerin Sultanı kabul edilir. Hicretin 181. yılında ve 63 yaşında vefat etmiştir. Ebu
Hanife'nin talebelerindendir. Hocasının ilminden birçok bilgiler nakletmiş ve onun rahle-i tedrisinde uzun zaman kalmıştır,
108) Asıl ismi Müslim'dir, Kûfelidir. Sahabe'den Ebu Musa el-Eş'ari'nin azadlısıdır.
109) Bazı nüshalarda er-Rebî b. İsmail Ebu Asım diye geçmektedir.
110)Aslen Kûfelidir, Bilahare Şam'a yerleşmiştir.
111) Abbasî devletinin hükûmet erkânından biridir.
112) Mekkelidir. Büyük âlimlerdendi ve ünlü bir fakihti. Hicretin 149, yılında vefat etmiştir.
İlâ) Künyesi Şerik b. Abdullah b. Ebi Şerik'tir. Aslen Kûfelidir. Buhara şehrinde hicrî 95 yılında doğmuş, hicretin 177. yılında vefat etmiştir.
 

İlim-irfan

Well-known member
AHMED b. HANBEL ve SÜFYAN Es-SEVRî


Ahmed b. Hanbel ve Süfyan es-Sevrî'ye gelince, bu iki imamın takipçileri diğer üç imamınkinden daha azdır. Hele Süfyan'a tâbi olanlar hemen hemen hiç kalmamıştır. Fakat bu iki zâtın takvâsı ve zühdü apaçık ortadadır. Şu kitabımızın birçok bölümlerinde bu iki zâtın fiillerinden ve sözlerinden sık sık bahsedilmektedir. Bu bakımdan acele edip onlara ait menkıbeleri şuracığa sıkıştırmak lüzumsuz bir hareket olur.
Bu nedenle şimdilik sözünü etmiş olduğumuz üç imamın hallerine bakarak derin derin düşününüz! O zaman göreceksiniz ki bu haller, sözler ve fiiller, sadece fıkıh il minin Lian, İla, Zihar, İcare ve Selem gibi fer'î meselelerine vakıf olmaktan dolayı elde edilecek şeyler değildir. Çünkü bu ilimler veya bu ilimlerden daha şerefli ilimler insana bu semereleri ver mez. Bunlar sadece dünyadan yüzçevirmiş ve yalnız Allah'a gönül vermiş kimselerin halleri, sözleri ve fiilleridir.
Bir de bu zatların peşinden gittiğini iddia edenlerin hallerine bakınız, hiç sözlerinde bir doğruluk payı var mı? Söyledikleri yalan mı, değil mi bir düşünün!
 
Üst