Hicri 150'de Bağdat'ta vefat eden İmam-ı Azam'ın gerideki alim evladı Hammad, her bakımdan muazzez babanın muhterem evladıydı.
Müçtehit babasından aldığı sorumluluk duygusu sonrakilere örnek olacak boyutta bir alimdi. Bağdat'ta babasının cenazesini bizzat kıldırıp defnini yaptıktan sonra ilk işi Bağdat kadısına gitmek oldu:
- Babama emanet olarak bırakılmış birçok altın, gümüş evde kaldı. Sahiplerini bilmediğim bu emanetleri şehrin kadısı olarak siz teslim alın, hem beni hem de babamı sorumluluktan kurtarın.
Düşünceye dalan Bağdat kadısı cevabını şöyle verir:
- Bu emanetleri korumaya Ebu Hanife'nin oğlu benden daha layıktır. Sahipleri gelinceye kadar senin yanında kalması Bağdat kadısının yanında kalmasından daha emniyetlidir...
Hammad'ın ısrarı fayda vermeyip de emanet altınlar, gümüşler yanında kalınca ikinci bir ısrarda bulunur:
- O halde der, gel benden bunları teslim al, tartıp miktarını kalitesini, cinslerini tespit et ki, durumları resmileşsin, benim yanımdaki miktarı ve kalitesi resmen şahitlerle tescil edilmiş olsun!.. Kadı, bunları günlerce tartıp tespit ile meşgul olurken Hammad ortadan kaybolur. Ararlar tararlar Hammad'ı bulamazlar. Ümidi kesilen Bağdat kadısı ilan eder:
- Kimin İmam-ı Azam'ın yanında emaneti varsa gelip benden alsın, Hammad emanetleri tümüyle bana teslim etmiştir. İlanı duyanlar gelirler, İmam-ı Azam'a emanet ettikleri altınlarını, gümüşlerini Bağdat kadısından eksiksiz alırlar. Sonra haber etrafa duyurulur:
- Bağdat kadısı teslim aldığı emanet altın ve gümüşleri sahiplerine teslim etmiştir... Bundan sonra derin bir nefes alan Hammad ortaya çıkar. Bağdat kadısına gelip teşekkür ederek der ki:
- Bu emanetler birer kul hakkı olarak yanımdaydılar. Bir hata ve kusur olsa da bir tanesi zayi olsa benim ve babamın ahiretteki durumumuz çok kötü olurdu. En iyisi sorumlu kadı efendiye teslim etmekti. Şükürler olsun kadı efendi görevini tam yaparak hem beni hem de müçtehit babamı emanete riayette kusur etmekten kurtarmış oldu.
Bu olaydan anlaşılıyor ki, o günkü harp ve darplardan çekinen insanların birçoğu kendinden daha emin biliyorlardı İmam-ı Azam'ı. Bu sebeple ona teslim ediyorlarmış değerli varlıklarını. Onun aziz evladı Hammad ise babasından daha az sorumluluk duygusuna sahip değilmiş anlaşılan. Babasından 26 sene sonra 176'da vefat ettiğinde halk arasında dolaşan değerlendirme aynen şöyle olmuştur:
- Müçtehit babaya layık bir evlad idi HAMMAD!..
Hammad'ın (dedesinden ibretli hatıralar anlatan) bir de oğlu vardı İsmail. İbni Hallikan İsmail'in dedesinden anlattığı bir hatırasını şöyle nakleder. İsmail der ki:
- Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer'e hürmetsizlik etmekten çekinmeyen Rafızi bir komşumuz vardı. İki katırının birine Ebu Bekir, ötekine de Ömer adını koymuştu. Ahırında bunları tımar ederken 'Ebu Bekir şöyle dur, Ömer şuraya çekil..' diyerek söylenir, bizi rahatsız ederdi. Dedem de bizlere hep sabır tavsiye eder:
- Sakın tartışmaya girmeyin, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer korumanıza ihtiyaç duymayacak kadar büyük insanlardır, onlar kendilerini korurlar... diyerek bizleri hep sakinleştirirdi...
Bir gün koşa koşa biri geldi dedeme dedi ki:
- Katırlarına Ebu Bekir, Ömer adını koyan adamı bir katırı teperek öldürmüş, cesedi ahırdaymış şimdi!.. Dedem de tebessüm ederek dedi ki:
- Gidin bakın mutlaka Ömer tepelemiştir onu. Ebu Bekir affeder; ama Ömer kolay kolay affetmez, adaletini uygular!.. Gerçekten de gidenler haber getirdiler. - Ömer tepelemiş, cesedi orada yatmaktadır. Dedem bizi tekrar ikaz etti: - Sakın böyle insanlarla tartışmaya girmeyin. Büyüklere saygısızlık edenler eninde sonunda layıklarını bulurlar...
Ahmet ŞAHİN ZAMAN
Müçtehit babasından aldığı sorumluluk duygusu sonrakilere örnek olacak boyutta bir alimdi. Bağdat'ta babasının cenazesini bizzat kıldırıp defnini yaptıktan sonra ilk işi Bağdat kadısına gitmek oldu:
- Babama emanet olarak bırakılmış birçok altın, gümüş evde kaldı. Sahiplerini bilmediğim bu emanetleri şehrin kadısı olarak siz teslim alın, hem beni hem de babamı sorumluluktan kurtarın.
Düşünceye dalan Bağdat kadısı cevabını şöyle verir:
- Bu emanetleri korumaya Ebu Hanife'nin oğlu benden daha layıktır. Sahipleri gelinceye kadar senin yanında kalması Bağdat kadısının yanında kalmasından daha emniyetlidir...
Hammad'ın ısrarı fayda vermeyip de emanet altınlar, gümüşler yanında kalınca ikinci bir ısrarda bulunur:
- O halde der, gel benden bunları teslim al, tartıp miktarını kalitesini, cinslerini tespit et ki, durumları resmileşsin, benim yanımdaki miktarı ve kalitesi resmen şahitlerle tescil edilmiş olsun!.. Kadı, bunları günlerce tartıp tespit ile meşgul olurken Hammad ortadan kaybolur. Ararlar tararlar Hammad'ı bulamazlar. Ümidi kesilen Bağdat kadısı ilan eder:
- Kimin İmam-ı Azam'ın yanında emaneti varsa gelip benden alsın, Hammad emanetleri tümüyle bana teslim etmiştir. İlanı duyanlar gelirler, İmam-ı Azam'a emanet ettikleri altınlarını, gümüşlerini Bağdat kadısından eksiksiz alırlar. Sonra haber etrafa duyurulur:
- Bağdat kadısı teslim aldığı emanet altın ve gümüşleri sahiplerine teslim etmiştir... Bundan sonra derin bir nefes alan Hammad ortaya çıkar. Bağdat kadısına gelip teşekkür ederek der ki:
- Bu emanetler birer kul hakkı olarak yanımdaydılar. Bir hata ve kusur olsa da bir tanesi zayi olsa benim ve babamın ahiretteki durumumuz çok kötü olurdu. En iyisi sorumlu kadı efendiye teslim etmekti. Şükürler olsun kadı efendi görevini tam yaparak hem beni hem de müçtehit babamı emanete riayette kusur etmekten kurtarmış oldu.
Bu olaydan anlaşılıyor ki, o günkü harp ve darplardan çekinen insanların birçoğu kendinden daha emin biliyorlardı İmam-ı Azam'ı. Bu sebeple ona teslim ediyorlarmış değerli varlıklarını. Onun aziz evladı Hammad ise babasından daha az sorumluluk duygusuna sahip değilmiş anlaşılan. Babasından 26 sene sonra 176'da vefat ettiğinde halk arasında dolaşan değerlendirme aynen şöyle olmuştur:
- Müçtehit babaya layık bir evlad idi HAMMAD!..
Hammad'ın (dedesinden ibretli hatıralar anlatan) bir de oğlu vardı İsmail. İbni Hallikan İsmail'in dedesinden anlattığı bir hatırasını şöyle nakleder. İsmail der ki:
- Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer'e hürmetsizlik etmekten çekinmeyen Rafızi bir komşumuz vardı. İki katırının birine Ebu Bekir, ötekine de Ömer adını koymuştu. Ahırında bunları tımar ederken 'Ebu Bekir şöyle dur, Ömer şuraya çekil..' diyerek söylenir, bizi rahatsız ederdi. Dedem de bizlere hep sabır tavsiye eder:
- Sakın tartışmaya girmeyin, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer korumanıza ihtiyaç duymayacak kadar büyük insanlardır, onlar kendilerini korurlar... diyerek bizleri hep sakinleştirirdi...
Bir gün koşa koşa biri geldi dedeme dedi ki:
- Katırlarına Ebu Bekir, Ömer adını koyan adamı bir katırı teperek öldürmüş, cesedi ahırdaymış şimdi!.. Dedem de tebessüm ederek dedi ki:
- Gidin bakın mutlaka Ömer tepelemiştir onu. Ebu Bekir affeder; ama Ömer kolay kolay affetmez, adaletini uygular!.. Gerçekten de gidenler haber getirdiler. - Ömer tepelemiş, cesedi orada yatmaktadır. Dedem bizi tekrar ikaz etti: - Sakın böyle insanlarla tartışmaya girmeyin. Büyüklere saygısızlık edenler eninde sonunda layıklarını bulurlar...
Ahmet ŞAHİN ZAMAN