Değerli Kardeşimiz;
Temsil ve hikayenin anlatımdaki en büyük misyon ve gayesi, soyut olan manayı somut hale getirmek, derin olan manayı yüzeye çıkarmak, dağınık hakikatleri bir noktada toplamak, uzaktaki bir manayı yakınlaştırmak içindir. Zira insanların büyük bir kısmının zihin ve idrak dünyası, gayet somut, yüzeysel ve toplayıcılıktan uzaktır. Bu sebeple hatibin derin, soyut, uzak ve dağınık hakikatleri temsil ve hikaye yardımı ile yüzeysel, somut, toplanmış ve yakınlaştırılmış bir şekle getirmesi bir ihtiyaçtır.
İşte Kur’an’ın ve onu taklid eden Risale-i Nurların çokça ve mebzul bir şekilde, temsil ve hikaye metoduna baş vurması, bu sebepledir. Zira Kur’an’ın muhatap kitlesinin ekserisi avam ve basit anlayışlı insanlardan oluşuyor. Hal böyle olunca, Kur’an avam kitlesini eğitmek ve öğretmek için, onların duygu ve fikir alemine temsil ve hikayeler ile tenezzül ediyor, onların fikir ve hissiyatlarını okşayan ve tahrik eden misaller getiriyor.
Nasıl maddi alemde uzaktaki bir cismi çıplak gözle göremediğimizde, yakınlaştırmak için dürbün kullanırız; soyut mana ve olguları bulabilmek için, üstüne somut simge ve semboller koyarız, derin ve ince şeyleri görebilmek için mikroskoba müracaat ederiz, dağınık ışıkları toplamak için mercek kullanırız. Aynı şekilde manalar ve maneviyat alemindeki ince, derin, uzak, dağınık ve soyut manaları anlamak ve görebilmek için, maddi alemdeki mercek, mikroskop, dürbün, sembol gibi şeylere benzeyen bu temsil, hikaye, hayali seyahat gibi anlatım metotlarını kullanmak gerekiyor. İşte Kur’an ve onun mühim talebesi olan Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinde, temsil ve hikayeleri bolca ve kesretle kullanmaları, bu ince sırdan ileri geliyor.
Kıyas-ı temsilî yöntemi; kâinatta söz konusu olan genel bir kaideyi belli bir nesnede (cüz’î) belirleyip, o kaidenin aynı kategoriye giren tüm cüzlerinde de geçerli olduğu neticesine ulaşmayı hedefler. Güneşin nurlu bir varlık olmasından dolayı her parlak şeyde yansıması, cüz’î bir kaidedir, bu kaideden hareketle “Her nuranî varlık parlak şeylerde yansıyabilir” küllî sonucuna ulaşılabilir. Bu yaklaşımı mantığın genel ilkelerine göre, kıyasın ya tüme varım (istikra), ya da temsilin alt bölümlerinden birine dahil edebiliriz.
Kıyası temsilinin en parlak yüzü külliyi cüzide bulmak ve daha sonra külliyete intikal etmektir. Çok insan bir anda külliye intikal edemez, ama cüziden külliye intikal edebilir. Zira küllinin can damarının birisi cüzide de atıyor. İşte kıyası temsili cüzide atan bu damarı tutturmak ile bütün vücudun damarlarına intikal ettirip diğer alanları da fark ettiriyor.
İnsan ile insanlık kavramlarından insan cüzi, insanlık ise küllidir. İnsanlıktaki acıkma duygusunu göstermek için bir ferdin acıkma duygusunu göstermek kafidir, bütün insanları tek tek dolaşmaya lüzum yoktur. Zaten imkan da müsait değildir. Öyle ise insanlığın bir ferdini temsil getirip bütün insanlığa intikal etmek en sağlam ve kati bir yoldur denilebilir.
Risale-i Nurlardaki bütün temsiller, kainatta mevcut olan külli kanun ve kaidelerin uçları ve cüzileri mesabesinde olduğu için, önemi ve değeri olmayan hikaye ve temsiller ile karıştırılmamalıdır.
Mesela Birinci Söz'deki bedevinin, bir reisin ismi ile gezmesindeki hakikat, kainattaki bütün şeylerin Allah ismi ile hareket etmesinin bir ucu, bir somut timsali olmasından tam manası ile bir hakikattir. Bedevi temsili kainattaki külli bir hakikatin hem dürbünü hem de somut bir ucu gibidir. Bu ucu takip eden, külli bir hakikate ulaşır.
Burhan-ı kat'î-yi mantıkî: Mantıkta katiyet ifade eden önermelerdir. "Güneş varsa gündüzdür. Şu anda gündüz var, öyle ise şu anda güneş vardır" önermesi, önermeler içinde en kesin ve kati olan önermedir. Üstad Hazretleri Risale-i Nurlardaki kıyası temsil bu önermeden bile daha kuvvetlidir diyor. Risale-i Nurlardaki iman hakikatlerinde akıl ve kalbin tam teslim olması bu kıyası temsilin katiyetinden ileri geliyor.
Özet olarak, Risale-i Nurlarda kullanılan temsil ve hikaye metodu ile bildiğimiz hikaye ve temsilleri karıştırmamak gerekir. İkisi arasında dağlar kadar fark vardır. Üstad Hazretleri bu hususa şu şekilde işaret ediyor:
"Bir sual: Diyorsunuz ki: "Sen Sözlerde kıyas-ı temsilî çok istimal ediyorsun. Halbuki, fenn-i mantıkça, kıyas-ı temsilî yakîni ifade etmiyor. Mesâil-i yakîniyede burhan-ı mantıkî lâzımdır. Kıyası temsilî, usul-ü fıkıh ulemasınca zann-ı galip kâfi olan metâlipte istimal edilir. Hem de, sen temsilâtı bazı hikâyeler suretinde zikrediyorsun. Hikâye hayalî olur, hakikî olmaz, vakıa muhalif olur."
"Elcevap: İlm-i mantıkça, çendan, "Kıyas-ı temsilî, yakîn-i kat'î ifade etmiyor" denilmiş. Fakat kıyas-ı temsilînin bir nev'i var ki, mantığın yakînî burhanından çok kuvvetlidir ve mantığın birinci şeklinin birinci darbından daha yakînîdir. O kısım da şudur ki:"
"Bir temsil-i cüz'î vasıtasıyla bir hakikat-i küllînin ucunu gösterip, hükmü o hakikate bina ediyor; o hakikatin kanununu, bir hususî maddede gösteriyor-tâ o hakikat-i uzmâ bilinsin ve cüz'î maddeler ona ircâ edilsin. Meselâ, "Güneş, nuraniyet vasıtasıyla, birtek zat iken her parlak şeyin yanında bulunuyor" temsiliyle bir kanun-u hakikat gösteriliyor ki, nur ve nuranî için kayıt olamaz, uzak ve yakın bir olur, az ve çok müsavi olur, mekân onu zaptedemez."
"Hem meselâ, "ağacın meyveleri, yaprakları bir anda, bir tarzda, kolaylıkla ve mükemmel olarak birtek merkezde, bir kanun-u emrî ile teşkili ve tasviri" bir temsildir ki, muazzam bir hakikatin ve küllî bir kanunun ucunu gösterir. O hakikat ve o hakikatin kanununu gayet kat'î bir surette ispat eder ki, o koca kâinat dahi şu ağaç gibi o kanun-u hakikatin ve o sırr-ı ehadiyetin bir mazharıdır, bir meydan-ı cevelânıdır."
"İşte, bütün Sözlerdeki kıyâsât-ı temsiliyeler bu çeşittirler ki, burhan-ı kat'î-yi mantıkîden daha kuvvetli, daha yakînîdirler."(1)
(1) bk. Sözler, Otuz İkinci Söz, İkinci Mevkıf