İmran Öktem'den Yalçınkaya'ya Üst yargı kibiri 24 Ekim 2010 Pazar 08:07 An

harp

Well-known member
İmran Öktem'den Yalçınkaya'ya Üst yargı kibiri
24 Ekim 2010 Pazar 08:07
Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç'ın "Statükonun kibirli mensupları" sözü beni yıllar öncesine götürdü.
1967 yılında dönemin Yargıtay Başkanı İmran Öktem, Adli Yıl açılış töreninde bildik nutuklardan birini îrad etmiş; inkılâplara ve laikliğe vurgu yapmış; irtica tehdidinden söz etmiş; sonra da hızını alamayıp, Voltair'e atıfla "Aslında Tanrı'yı da insan yaratmıştır" demişti. (*)
Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkenin bürokratı, milletin inancını rencide edici mahiyetteki böyle bir sözü nasıl söyleyebilmişti? Çocukluktan gençliğe intikal ettiğim o toyluk yıllarımda bu cüreti bir türlü kafama sığıştıramamıştım.
Sayın Kılıç'ın, "Statükonun kibirli mensupları" sözü tam tamına işte bu cür'ete işaret ediyor olmalı.
Sayın Haşim Kılıç'ın ve üst yargının kimi mensuplarının duruş ve tavırlarını istisna tutarak, söze muhatap aranacak olursa, tam tamına Kılıç'ın yıllardan beri çok yakından görüp tanıdığı üst yargı kurumları karşımıza çıkar.
Abdurrahman Yalçınkaya'nın müdahalesini hiç mi hiç yadırgamayalım. Anayasa'daki "Erkler Ayrılığı İlkesi"ne göre Yasama, Yürütme ve Yargı birbirlerinin alanlarına müdahale etmemesi gerekse de, üst yargı daima haddi aşar ölçüde yasama ve yürütmeye müdahale etme hakkını kendinde görmüştür.
Darbe mahsulü Anayasamızın kimi maddelerinde zahir; kimi maddelerinde de zımnen yer aldığı üzere, rejim üç kuruma emanettir: Ordu, üst yargı ve üniversite.
Rejimin koruyucuları (!) onlardır. Bizim gibi, yurdum insanları zaviyesinden cüret gibi görünse ve hatta Sayın Kılıç'ın sözüyle bu zevat-ı muhtereme "statükonun kibirli mensupları" olarak algılansa da, onlar her daim görevlerini yerine getirmenin güven ve huzuru içindedirler. Çünkü bizde genel anlamıyla yargının özellikle de üst yargının görevi adalet dağıtmaktan ziyade rejimi "iç ve dış tehditlere karşı" korumak ve kollamaktır.
1950 "Beyaz Devrim"den sonra bir daha iktidar yüzü göremeyeceğini gören CHP zihniyeti, rejimin güvenliğini (!) teminat altına almak için, bu kurumları millet iradesine fren olmak üzere Anayasa'ya koydurmuştur.
Bu zihniyet millete asla güvenmez. Nitekim bunlardan biri 1962 Anayasası'nın mimarı, Sıddık Sami Onar'ın, cumhurbaşkanını milletin seçeceği bir formülü dillendirmesi üzerine, "Sakın ha! Bu millete güven olmaz. Eğer onlara bırakırsak ya Said Nursi'yi veya onun halifesi bir profesörü seçer" demişti. Kastettiği Merhum Prof. Dr. Ali Fuat Başgil idi.
Bu zihniyete göre aslolan devlet, onun vazgeçilmez kurumları da ordu, üst yargı ve üniversitedir. Millet ise sadece seçim zamanları "muktedir olmaması" gereken iktidarları seçmek üzere kendisine ihtiyaç hissedilen kalabalıklardır. Hükümetler de, milletten gelecek "gayrimeşru" talepleri ya filtrelemek veya iğdiş etmek üzere görev yapmalıdırlar. Eğer yapmazlarsa, kaçınılmaz olarak süngünün ucu görünür.
Dolayısıyla, millet demek olan başörtüsünün, devlet demek olan kurumların civarına yaklaşması söz konusu olamaz! O sadece çarşıda, pazarda, fabrikada veya tarlada görülebilir.
Böyle ola geldi ama artık böyle gitmeyecek.
Eğer demokrasi varsa, demosun yani halkın iradesi iktidara ve devletin tüm kurumlarına yansıyacak; "Statükonun kibirli mensupları"nın direnci de bunu engelleyemeyecektir.
(*) İmran Öktem, 1969 yılında vefat ettiğinde Ankara Maltepe Camii imamı bu sözünden dolayı kendisinin cenaze namazını kıldırmamıştı.
Bugün
 
Üst