İnsanın mevhum rububiyeti,temellük davası

Sergerdan

Well-known member
Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder.

Hattâ, mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder.

Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor.

Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.

İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz,
elini suya uzatamaz diye,


mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.​
 

Sergerdan

Well-known member
Enâniyetin vücudu ise, haksız temellük ve aynadarlığını bilmemek ve mevhumu muhakkak bilmekten ileri geldiğinden vücud rengini ve suretini almış bir ademdir.

İnsandaki benlik ve sahiplenme dürtüsü de vehmi bir haldir. İnsanın bir şeye gerçek manada sahip olması, o şeyin bütün hal ve keyfiyetlerini bilip onları tedbir ve idare etmesinden geçer. Yoksa her şeyini Allah yaratsın, bütün gereklerini Allah yoktan var edip tanzim etsin ama sahiplenmeye gelince, insan sahiplensin. Bu tam bir safsatadır. Bir şeye gerçek manada sahip olabilmek için, o şeyin her şeyini yaratmak gerekir. İşte insan, vehmi ve hayali olan sahiplenme dürtüsü ile kendinin olmayan şeylere, kendininmiş gibi sahipleniyor. Bu ise haksız ve yersiz bir temellük (sahiplenme) davasıdır. Hakikati halde olmayan, ademi bir durumdur. Halbuki bu benlik ve sahiplenme duygusu insana; Allah’ın mutlak sıfatlarına farazi bir kıyaslama yapabilmesi ve o sıfatları idrak edebilmek için verilmiş hayali ve farazi bir hattır. İnsan bu farazi ve hayali hali temellük ile amacının dışına çıkarıyor, hakikati hale uygun olmayan bir hale sokuyor. Bu ise hakikatte olmayan ademi bir durumdur.
 

Sergerdan

Well-known member
Nefsin vehmi ve hayali olan hürlügü,serbestligi,kendisine olan sahipligi tavrını kolaylaştıran bir neden şu hal olabilir:

İ'lem eyyühe'l-aziz! Nefsin belâhet ve hamakatine bak ki, bir Rabb-i Muhtar-ı Hakîm tarafından terbiye edildiğini ve o Rabb-i Hakîmin memlûk ve masnûu olduğunu bildiğine ve bu temellük ve terbiyenin bütün efrad, envâ, ecnasta câri olmakla meselenin bir kaide-i külliye şeklini aldığına ve bu feyzin şümullü olmakla bir nevi icmâ ve fiilî bir tasdike mazhar olduğuna nazaran kanun ve düstur şeklinde olan hadiseye ve kesb-i külliyet eden kaideye bakarak kanaat ve itminan etmesi lâzımken, bütün âfâkı cilvelendiren tecelliyât-ı esmâyı -kendisi de o cilvelerde hissedar olduğu halde- vasıta-i tesettür ve alâmet-i ihmal sanıyor. Güya o nefsin fevkinde onun bütün ahvâlini kontrol eden kimse yoktur. Ve kendisini, yaptığı fiillerinde fiil içinde müstetir Hû gibi görüyor. Tecelliyâtın genişliğini imtinâa, büyüklüğünü ademe hamletmekle, şeytanı bile yaptığı mugalâtadan utandırıyor.


Burada, insanın bakışındaki bir hastalığa işaret ediliyor. O hastalık da şudur: Bir şeyin umumi olması, her tarafta cereyan etmesi, sanki ehemmiyetli değilmiş hissini uyandırıyor.

Nefis için önemlilik derecesi merkezden başlar, muhite yayıldıkça değerini yitirmeye başlar. Bu yüzden nefis, umumi bir fiilin içinde kendini dikkate değmez bir nokta, bir nesne görüp kendini harice atıyor.

Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatlarının kainattaki umumi tecelli ve cilvelerinin her şeyi kapsadığı ve kuşattığı halde, kendi de bu kapsamın içinde olduğu halde, bundan ders alıp imanı inkişaf edeceğine, tam tersine, bu umumi ve kuşatıcılığı, gaflet haline dönüştürüyor.

Sanki umumi kanunlar ve cilveler sahipsiz ve tesadüfi zannına kapılıyor.

Evet, Nefsin bu ve buna benzer haletleri vardır. Bu kadar büyük işler ve olaylar içinde ben ne yer işgal edebilirim, ne önemim var, ya da gizlenebilirim gibi safsatalara sapar.

Halbuki her şeyi kuşatan bir fiil, seni nasıl harice atar. Bu, ona kemal değil, kusur olur.

Bir şeyin umumi ve kural dahilinde olması, sebebi tesettür, yani gizlenmek, alameti ihmal, yani boş vermek manasını gerektirmez.

Tam tersine her şeyin kontrol altında, her halin muhafaza ediliyor manası çıkar.Bu nefsin aldatmacasına Üstad dikkat çekmiş. Bu gibi marazi hallerin reçetesi Mesnev-i Nuriye risalesidir.


Selam ve dua ile...
Sorularla Risale-i Nur
 

hulusi

Well-known member
Ey nefsim! Deme

"Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestij eder, derd-i maışetle sarhoştur." Çünkü ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kaybolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insani değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür'at peydâ ediyor.

Hem deme

"Ben de herkes gibiyim." Çünkü, herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musîbette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır..

Rabbim sayınızı meskur kılsın..Emeginize sağlık
 
Üst