Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder.
Hattâ, mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder.
Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor.
Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.
İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz,
elini suya uzatamaz diye,
mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.
Hattâ, mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder.
Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor.
Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.
İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz,
elini suya uzatamaz diye,
mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.