İlim-irfan
Well-known member
Allah, insan, din, kâinat, yaratılış, ilim, huzûr, mutluluk, ölüm, sonsuz hayat, ahlâk gibi temel kavramlar; tarih boyunca peygamberlik müessesesi ile felsefenin temel uğraşı olagelmiştir.
Felsefe beşerî akla, din ise vahye dayanır. Din ile barışık olmayan felsefenin; bâzı kazanımları yanında pek çok zarar ve tahribatlarının olduğu yaşanan çok acı tecrübelerle görülmüş, görülmeye de devam edilmektedir.
Bunun sebebi, felsefenin insanın kafasındaki soruları cevaplayamaması, arzu, talep ve beklentilerini karşılayamaması, kalb ve vicdânını tatmin edememesidir. Ancak, peşinde sürüklediği kitleleri bir müddet umutlandırıp oyaladıktan sonra sapık alışkanlıkların, madde bağımlılıklarının, dünya fantazilerinin pençesine ve sonunda mutsuzluğun bataklığına atmıştır.
Doğru söyleyen tarihin tesbitiyle sabittir ki, din; insanlığa istikamet vermiş, akıl, kalb ve vicdanını tatmin etmiş; kafasını meşgul eden her türlü sorusunu cevaplandıra gelmiştir. İlim, hukuk, san'atın kaynağı din olduğu gibi; ahlâkı güzelleştirmenin iksiri de din olmuştur.
İnsana, gerçek “insânî kimlik” kazandıran da yine din, diğer bir tabirler imân ve Kur’ân hakikatleri olmuştur. Kimlik arayışı; “Ben kimim, nasıl bir toplumda yaşıyorum, ne olmak istiyorum?” suâl ve cevaplarıyla birlikte başlar. Bir merhale sonra “Nereden geliyorum, kim gönderdi, niye gönderdi, bu dünyada işimiz nedir, rehberimiz kimdir, sonunda ne olacağız” gibi hayâtî sorular gelir. Kimlik duygusu, bu sorulara verdiği cevaplara göre oluşur. Kimlik duygusu teşekkül eden insan, neye yönelmesi, neyi, niçin yapması gerektiğinin şuûruna varır. Eğer, bu sorulara tatmin edici cevaplar bulunamazsa, kimlik bunalımları “kimlik kargaşasına” dönüşür.
İslâm; insanlığın bu ihtiyaçlarını karşılayarak kişilikli, karakterli, ahlâklı, ruh ve beden açısından sağlıklı, dengeli ferd, âile ve toplumlar meydana getirir. Bireyi öne çıkarmakla birlikte; aynı zamanda sosyal hayatı ve dolayısıyla cemaatleşmeyi de hayatlandırır. Ferd, âile, cemiyet, hattâ milletler arası münâsebet, sorumluluk ve görgü kurallarını en ince detaylarına kadar düzenler.
Şâyet imân esasları akıl, kalb, vicdân ve sâir lâtifeleri ikna ve tatmin edecek tarzda özümsenir; İslâm şartları, ibâdetler ifâ edilirse hem dünyada, hem de sonsuzluk âleminde gerçek ve tam huzûr ile mutluluk kazanılır.
Ali Ferşadoğlu - Yeni Asya
15/02/2010
Felsefe beşerî akla, din ise vahye dayanır. Din ile barışık olmayan felsefenin; bâzı kazanımları yanında pek çok zarar ve tahribatlarının olduğu yaşanan çok acı tecrübelerle görülmüş, görülmeye de devam edilmektedir.
Bunun sebebi, felsefenin insanın kafasındaki soruları cevaplayamaması, arzu, talep ve beklentilerini karşılayamaması, kalb ve vicdânını tatmin edememesidir. Ancak, peşinde sürüklediği kitleleri bir müddet umutlandırıp oyaladıktan sonra sapık alışkanlıkların, madde bağımlılıklarının, dünya fantazilerinin pençesine ve sonunda mutsuzluğun bataklığına atmıştır.
Doğru söyleyen tarihin tesbitiyle sabittir ki, din; insanlığa istikamet vermiş, akıl, kalb ve vicdanını tatmin etmiş; kafasını meşgul eden her türlü sorusunu cevaplandıra gelmiştir. İlim, hukuk, san'atın kaynağı din olduğu gibi; ahlâkı güzelleştirmenin iksiri de din olmuştur.
İnsana, gerçek “insânî kimlik” kazandıran da yine din, diğer bir tabirler imân ve Kur’ân hakikatleri olmuştur. Kimlik arayışı; “Ben kimim, nasıl bir toplumda yaşıyorum, ne olmak istiyorum?” suâl ve cevaplarıyla birlikte başlar. Bir merhale sonra “Nereden geliyorum, kim gönderdi, niye gönderdi, bu dünyada işimiz nedir, rehberimiz kimdir, sonunda ne olacağız” gibi hayâtî sorular gelir. Kimlik duygusu, bu sorulara verdiği cevaplara göre oluşur. Kimlik duygusu teşekkül eden insan, neye yönelmesi, neyi, niçin yapması gerektiğinin şuûruna varır. Eğer, bu sorulara tatmin edici cevaplar bulunamazsa, kimlik bunalımları “kimlik kargaşasına” dönüşür.
İslâm; insanlığın bu ihtiyaçlarını karşılayarak kişilikli, karakterli, ahlâklı, ruh ve beden açısından sağlıklı, dengeli ferd, âile ve toplumlar meydana getirir. Bireyi öne çıkarmakla birlikte; aynı zamanda sosyal hayatı ve dolayısıyla cemaatleşmeyi de hayatlandırır. Ferd, âile, cemiyet, hattâ milletler arası münâsebet, sorumluluk ve görgü kurallarını en ince detaylarına kadar düzenler.
Şâyet imân esasları akıl, kalb, vicdân ve sâir lâtifeleri ikna ve tatmin edecek tarzda özümsenir; İslâm şartları, ibâdetler ifâ edilirse hem dünyada, hem de sonsuzluk âleminde gerçek ve tam huzûr ile mutluluk kazanılır.
Ali Ferşadoğlu - Yeni Asya
15/02/2010