Kabe'den Bir Anı .....

teblið

Vefasýz
33374f8fc8385e0c9a1c06d3ae9a800a_1289591530.jpg


Öylece, olduğun yerde… Boyun büküklüğü ile… Gel beni teslim al diye durmak…
Kendini temize çıkarmak istercesine bir buğulu bilinmezin içine girmek…
Arınmak, arınmak, arınmak... Fikri paklamak, nefsi aklamak, gönlü yıkamak…
Mâna âlemlerinde tevkif edilmek ya da tevkif edilmeyi seve seve istemek…
Toplum içinde vâkıf olmak, Mescid’de mu’tekif... Arafat’ta Vakfe’ye durmak!
Durmak… Temizlenmek için durmak! Ve temizlenmek, arınmak, yunmak… Nur ile…


Kâbe’deyiz… Harem-i Şerifte! Ramazan’ın son on günü… Hakk’a kendimizi bağlamaya; hapsolmaya, vakfolmaya, tevkif olmaya, itikâfa gelmişiz. Ömürden bir on günü tam bir kulluk bilinci ile Allah’a has kılmaya niyetlenmişiz.

Ramazan bir başka mevsim… O mevsimin en güzel geçtiği yer ise Mekke! Hele Ramazan’ın son on gününde Kâbe’de isek, itikâfa girmişsek… Nur üstüne nur değil de nedir bu!
Ortamı nasıl anlatmalı ki… Bir panayır coşkusu desek sulandırır mıyız konuyu? Bir telaş var, bu kesin! Herkeslerde bir yarış, bir koşturmaca… Dünyanın merkezine koşup gelen renk renk, ırk ırk, dil dil, cins cins insan! Arabı acemi…Gecenin geldiğini ancak güneşin ışıklarının yerkürenin öte tarafına geçmesiyle anlıyorsunuz. Yoksa bu mevsimde, bu şehirde, bu “evde” kimsenin gece mahmurluğunu omzunda taşıyacak ne zamanı var ne de hâli! Dedik ya, bir alışveriş panayırı sanki; kim ne kadar alışveriş yaparsa o kadar kâra geçecek. O yüzden de gözü açık olmak lazım, gönlü hazır olda bekletmek lazım.
Evet, gece uzun… Evet, gündüz sıcak! Evet, yorgunluk, susuzluk, açlık, rahat yatak yüzü görmemek, uykusuzluk, ibadete kendini vermek, ter, gözyaşı… Hepsi ama hepsi akşam ezanıyla birlikte içilen zemzem, yenilen hurmalarla beraber bir Uhud Dağı büyüklüğünde sevinç oluyor sanki! Unutuldu işte tüm sayılan yorgunluklar… Ölmüş toprağa su verir gibi zemzem ile canlandı kurumuş bedenler, çatlamış dudaklar!
Zemzem! Ah o pınarının başında içilmesine doyulmayan zemzem!

Ama önce Mekke’de, Kâbe’de akşam ezanı…Ruha zarafetle “âşk verilme” hadisesi burada ezan! Tevhidi, çelikleme yapar gibi ustalıkla kalbe yedirmenin en maharetlisi…Gönle, “ah, şu ezanın bir harfiyle yanıp kül olsaydım da beraber semaya karışıp vuslata erseydim”i söyletebilme becerisi! Mekke’de ezan… Bilal-i Habeşi’nin üzerinden o kayayı alıp küfrün alnı çatına atma şecaati! Sonra, yıllar sonra yine Bilal-i Habeşî’yi Şam’dan Mekke’ye getirip ümmete “Muhammedî gözyaşı” döktürme bahanesi… Kâbe’de ezan, Ebrehe’nin ordusuna harf harf, nota nota Ebabil olabilme muştusu!

Âşk makamından açılıyor oruçlar bu ezanla! Kâbe’ye bakılıp iftar duası yapılıyor ama önce… Burada itikâfa girmenin işte en büyük nimeti bu; Kâbe’nin dizinin dibindesin! Ne yana baksanız o mübarek “evi” görüyorsunuz. ‘Ayağa kalk, o mübarek mescide bak ve duanı âlemlerin Rabbine gönder!’

Akşam ezanından sonra iki, bilemediniz üç dakikanız var namaza hazırlık için. Zemzemler içilir, hurmalar yenir bu esnada. Birkaç lokmada doyarsınız zaten, ilginçtir! Sanki o bütün gün aç, susuz kalan, yorulan siz değildiniz. Birkaç bardak zemzem, birkaç hurma doyurur sizi Allah’ın lütfuyla. Suudlu bir Müslümanın mırra, Mısırlı bir diğer Müslümanın tebessüm ikramı… Yanınızda iftar yaptığınız kendi ülkelerinde ya hatırı sayılır bir ulemadandır, ya da herhangi bir fabrikada çalışan ama gözü yaşlı gönlü aşklı bir muttakî! Burada herkes Allah’ın evinin kutlu misafiridir, bu ise en büyük şereftir elbette kim olduğu çok da önemsenmeden…

Mu’tekif çok fazla konuşmaz itikâf süresince. Hatta hiç konuşmamalı diyen de vardır. Ama burada itikâf biraz farklı haliyle… Tebessümlerin lisanı var zaten istemeseniz de! Sonra çat pat kırık cümleler kuruluyor, farklı ırklardan kardeşlerinizle… İranlı, Mısırlı, Endonezyalı, Iraklı… Bak, diyor uzaklardan bir kardeşimiz; “Bak, nasıl da hepimiz ayrı ayrı yerlerden geldik de Allah’ın evinde toplanıverdik!” Tebessüm ediyoruz hep birlikte; “inşaAllah cennette de böyle toplanırız” deyince umudumuz gözlerimizi ışıl ışıl yapıyor sanki. Gönüllerde olan yüze vuruyor…
İtikâfta olanların bazı yasakları vardır. Demin saydığımız fuzuli konuşmama bunlardan birisi… Sonra zaruri olmadıkça yıkanmamak mesela. On gün boyunca yemekleriniz de ölçülü… Her ne kadar Kâbe'de bu şartlara uyamasanız da itikâfta tuzsuz çorba ile iftar, yirmi bir kuru üzüm ile sahurunuzu yaparsınız. Hayvanî gıda yemezsiniz. İç çamaşırınız on gün boyunca aynı kalır.

Farklı tarafları vardır tabi ki bu tür kuralların. Öncelikle bedene giren besinlerin kontrol altına alınması önemlidir. Ne kadar az çeşit yerseniz kalbinizin "ete" bakan tarafı değil de manâya bakan yüzü daha temiz; teriniz de o kadar daha saf olur mesela. Bir bebeğin belli bir aya gelinceye kadar idrarının necasetten sayılmaması gibi. Çünkü sadece anne sütüyle beslenir ve bu onun idrarını neredeyse su gibi tutar. İşte mu’tekifin de önce yediği dikkate alınır. Hem çok yiyip def-i hacet için fazla zaman harcamaması için de gereklidir bu.
Sonra yıkanmama, iç çamaşırı değiştirmeme hadisesi… Yeme içme kuralına dikkat ederseniz normal şartlardaki yıkanmama, elbise değiştirmeme durumundan daha temiz olacaktır buradaki bu haliniz. Normal zamanda bir günde oluşan terin verdiği rahatsızlık, orada on gün sonunda bile fark edilmez. Ayrıca bir yönüyle de hatırlatmadır bu kuralların sonucu. Temizlenmek nimetinin, çeşitli yiyeceklerin şükrünün hatırlatılması… Ya da “Sen de insansın işte; temizlenmezsen, yıkanmazsan çevrene verdiğin koku ile bir ölüye ne de çok benzersin! Peki ya hazır mısın ölüme? Ölmeden önce öl de tadına bak bakalım ölümün… Ya da dünyanın tadını kes damağından! Kalmasın orada dünyanın tadı… Bak işte sen de herkes gibisin; Rabbin tarafından verilen nimetler yok olsa, olmasa ne kadar da acizsin!” mesajının kalbe kısa yoldan gönderilme durumu.
Mutekifin uykusu sınırlıdır, belirli vakitlerle tanzim edilmiştir. Yatsı namazı sonrası 2-3 saat uyunur sonra teheccüd namazına kalkılır. Sabah namazından işrak namazına kadar uyanık kaldıktan sonra 2-3 saat tekrar uyunur. Bu uyku dışında zikr, tefekkür, tilavet… Tüm meşgale bunlardır.
Kâbe’de itikâf anlatılırken hiç cemaatle kılınan vitr namazlarından bahsetmemek olur mu? Aslında her namazın coşkusu ayrıdır burada. Bir başka latif, bir başka derunî… Ama vitr’deki o dua bölümü var ya! Hani dua bir yakınlık aracıydı ya!.. Hani dua’mız olmasa ne önemimiz vardı ya! Hani içten yapılan dua, Rabbe giden en kısa yoldu ya! Öyle işte… Burada vitr namazının son kıyamında eller semaya döner ve imamın duasına âmin denilir. Ama nasıl dua, ama nasıl âmin! İmam, duasını yaşar sanki. Ve ölür duasıyla… Fenâ olur yani, yok olur dua cümlelerinin içinde.

“Rabbenaaaa… vağfirlenaaa… zünubenaaa…”
Allahım, ey Rabbimiz; afvediver bizi işte, vazgeçiver günahımızı bize göstermekten!
Yürek, dayanamaz bu inceliğe… Koyverir gözlerde tuttuğu damlaları. Gözler, baktığı yere değil aktığı makama râm olmuştur artık. Bir güzel imam arkasından da yüz binler, milyonlar sürüklenir. Milyarlarca gözyaşı “Âşk Seli” olur da kim varsa içine katıp ulaşılması murad edilen en yüce makama çıkartan bir Burak olur sanki! Sağınızdaki Müslüman, solunuzdaki Müslüman… Nasıl ağlar, bir görseniz. Peygamberimizin eşleri ki bizim annelerimizdir, işte o an “anadilinizi” tastamam öğrenmediğinize pişman olursunuz. Tamam, çok yabancı değil dualar ama yine de siz “ne diyor” diye anlamaya çalışırken başkaları çoktan başka bir âleme geçmiştir bile. Buna rağmen geç de olsa bu sele kapılmamak mümkün mü? Çokluk içinde birden tekliği yaşayıveriyorsunuz. Çünkü bütün bir mescidle aynı duygu içindesiniz. Yekpare bir vücud olmuşsunuz yani… Siz hiç hıçkıra hıçkıra namaz kıldınız mı?Ömründe bir kez olsun ağlayamadan namaz kılan, bari buna ağlasın!

Kâbe’de sabah namazı şimdi… Hiç durmayan koşturmacaya rağmen sabahın bir dinginliği çöker havaya! Mekke semâları renklerin en güzel tonuna bürünmeye başlar. Göğe dualar çıkar teker teker; gökten melekler iner, ellerinde hediyeler… Bir hoşluk yüreklerde… Bir başkalık, seherin son diliminde! Sabah namazı sonrası işrak vaktine kadar mescidde oturup ibadetle meşgul olmak haber-i sadıka göre tam umre sevabına nail olmaya vesile… İtikâfa giren bu ikrama doğal aday ve hazır konucu. Bir güzellik yağmuruna yakalanıyorsunuz ve ruhunuz ile bedeniniz nasibini alıyor farkında olmasanız da!

Kâbe'de mûtekif olmak ikram içre ikram yani kısaca!
Anlatmaya çalıştıklarımızla, anlatamadıklarımızla; anlatmaya memur, anlatmamaya mecbur olduklarımızla istedik ki bu anımızı sizlerle de paylaşalım.
Allah kabul buyura;
gönlünüze şevk ola...
 

Denis

Well-known member


tebliğ kardeşim bizlere öyle güzel duygular yaşatıyorsun ki,

Allah (c.c.) razı, iki cihan serveri Efendimize (s.a.v.) e komşu olursun inşllh..

 

teblið

Vefasýz
Şimdi Âdem (a.s) inşa ettiği Kâbe'deyim. Aşk diyarında, Kâinatın merkezindeyim.Allah'ın ikliminde ve kalbimin mahkûmiyetindeyim, tutukluyum. Elim Kâbe'de kalbim Allah'a bağlanmış, devr-i âlemdeyim, çok mutluyum.

Burası Kâbe. Kâinatın kalbi yani, burayı seyretmek gerçekten bir ibadet, çünkü burayı seyrederken dünyalık bütün düşüncelerden sıyrılıyorsunuz. Burası maddeden manaya geçişin sınırı. Burası insanın zaman boyutlarının değiştiği hudut, çünkü burada zaman kavramı önemini kaybediyor. Sadece tavafı ve ezan senini dinleyip namaz kılmayı bekliyorsunuz.

Allaha ait bir mekân bu kadar mı sade olabilir diye düşünüyor insan.
En güzel sanat eserlerini bile geride bırakacak bir duruşu ve tavrı var buranın.
Çünkü burası Allahın evi, Tevhid inancı ancak bu kadar muhteşem bir mimari duruşla anlatılabilirdi.
Oda aynı ihramını giymiş Âdem gibi bütün dünyanın süslerinden uzak, sade ve temiz. Günümüzdeki gökdelenlere göre alçak olsa da ondaki görkem ve azamet hiçbir binaya verilemez.
O sadece bir sembol. Çünkü onu mükemmelleştirmeye kalktıkça Allahın güzelliği karşısında gittikçe aciz kalınır.
Yani o "Ey Allah'ım, ben ne yapsam yapayım, senin güzelliğinin yanında bir hiç kalır "ın sembolü..
Onun için sembol olarak en düzünü, en sadesini, en basitini koydum ki benim madde anlamında acizliğimi anla demek.


Kâbe Allaha olan teslimiyetin yeryüzünde maddeye dönüşmüş şeklidir.
Kâbe aşkın simgesi, tutkunun 4 iklimidir. Aşığın etrafında pervane olduğu ışığın hapsetme gücüdür.
Burası sevginin yeşerdiği, putların yıkılıp kırıldığı yerdir.
Burası Hz Âdem gibi Hz İbrahim gibi, Hz Muhammet gibi hanif dinin hayata geçirildiği yerdir.
Uyanın ey insanlar, uyanın ey ümmeti Müslümanlar burası Hz Muhammed'in doğduğu yerdir
Âdem A.S, ardından Şit A.S, İbrahim Peygamber ve son olarak Kureyşlilerin inşa ettikleri Kâbe'deyim şimdi.
Buranın 19 defa onarıldığı söyleniyor. Ama ilk temeli atan insanlığın atası Âdem (A.S) Yüce Allahtan aldığı emirle yeryüzünün ilk mabedini inşa eder. Daha sonra Allah'ın kendisine öğrettiği duvar örme tekniği ile Şit (A.s) Kâbe'yi günümüze kadar gelecek temeller üzerine oturtur.
Sayıları gittikçe çoğalan Âdem (A.S) zürriyeti uzaklara gidip yeni şehirler kursalar da senenin belirli bir ayında Mekke'ye gelip burada hem tavaf yapar, hem de iman eden topluluklarla tanışırlardı.
Nuh tufanı ile yok olan Kâbe'yi yeniden ihya etme görevi Hz İbrahim Peygambere verilir. Hz İbrahim (A.S) oğlu İsmail ile inşa ettiği bu yapıyı Ebu Kubeys tepesinden getirdiği taşlarla tamamlar. Cebrail As tarafından getirilen cennet taşını da Kâbe'nin bir köşesine yerleştirir. İskele olarak kullandığı taş ise o üzerine bindiği zaman kendiliğinden yükselip alçalabilen, şu an İbrahim Makamı olarak muhafaza edilen taş.
Ve Yüce Allah Hz İbrahim'e Mekke'de yeniden HAÇ geleneği kurmasını ister.
Hz İbrahim'in kurduğu bu mabet küpe benzediği için adına Kâbe denir. Dört köşesi, pusulanın dört yönüne göre yapılır.

İşte şimdi bu insanlığın atası Âdem as, HZ İbrahim Peygamber ve kâinatın nuru Peygamber Efendimizin ellerinin deydiği bu yapıya değiyor ellerim.
Şimdi Kâbe'deyim. Allahın evinde.
Burada biraz âdem olmak, günahlarımın affı için ona yalvarmak
Biraz İbrahim olup bu yakıcı güneş altında kavrulmak,
Hacer olup koşmak Safa ve Merve tepelerinde ve buz gibi zemzemle ödüllenmek.
İçimdeki şeytanı taşlamak, bütün putlarımı kırıp tek Allaha yer açmak kalbimde.
Buraya Haram diyorlar, yani mübarek ve de kutsal yer. Ayakkabı ve çorapla basamazsınız bu topraklara. Ayaklarınız Peygamber Efendimizin bastığı topraklara basıp, onun ayağının tozuna karışmalı.

Burada her şey eşit, zengin, fakir, siyah, beyaz, erkek, kadın, sağlam, sakat, şöhretli, şöhretsiz, bilgili, cahil, hiçbirinin diğerinden bir farkı yok.
Size her türlü yüklenen sıfatlardan kurtulup bu anlamda temizlenmelisiniz.

Yani üzerinizdeki bütün rütbeler, markalar, giysiler çıkacak ve siz mezara giren bir ölü gibi dikişsiz kefen ile geleceksiniz buraya. İhramınız beyaz ve dikişsiz, süsü yok, modeli yok, rengi yok, markası yok. Yani bir anlamda kefenlendiniz. Çünkü kendi mahşerinizi yaşayacaksınız birazdan. Buradaki tek bir rütbeniz var. O da Ademiyet.
Âdemin dışında yaratılanlara karşı en üstün sizsiniz.

Ve burada sadece kendinsin. Irkın, kavmin, ceddin, sülalenin, makamın sana hiçbir faydası yok. Ama İslam olmakla hükümlüsün. Ve burada sadece kendinsin.
Uzaydan bakıldığında bir zerre bile değilsin.
Ayakların çıplak, kutsal topraktasın. Hz Âdemin, İbrahim'in Muhammed'in toprağındasın.
Allah ile selamlaşmaya, onunla kavilleşmeye geldin. Topraktan yaratıldın. Burada toprak olmaya, toz olmaya geldin.

Artık ihramdasın. Geçmişin geride kaldı. Ne süsün, ne güzelliğin, ne şöhretin, ne paran, ne malın mülkün sana faydası yok.
Burada kalbini süslemelisin Allah'a karşı. Burada dış değil, iç önemli. İç âlemine dön ve onu süsle. Burada kokuya da ihtiyacın yok. Ana rahminden çıktığın kokun sana yeter.

Burada dünyalık laflar konuşulmaz, dünyalık aşklar düşünülmez. Sana bütün büyük aşkları sunan aşkın pınarındasın.

Allah'ı düşün.
Dünyalık her şeyi çıkar aklından. Unutma buraya gerçek aşkını ziyarete geldin. Davete icabet ettin, aşkın kaynağına geldin.
Geldiğim Mescid-i Haramda çıplak ayakla ilerlerken birazdan karşımda duran o küp şeklindeki Kâbe'yi görmenin doyulmaz heyecanını yaşayacağım.
Kâbe: Allaha olan teslimiyetin sembolleşmiş, maddeye dönülmüş şekli. Kâbe bana göre aşkın simgesi, aşkın 4 iklimi. Kuranda burası Beyt-ül Haram yani güvenlik evi, mukaddes ev olarak geçer. Başka bir adı da Beyt-ül Atiktir yani özgürlük evidir.

Şimdi Âdem (a.s) inşa ettiği Kâbe'deyim. Aşk diyarında, Kâinatın merkezindeyim.Allah'ın ikliminde ve kalbimin mahkûmiyetindeyim, tutukluyum. Elim Kâbe'de kalbim Allah'a bağlanmış, devr-i âlemdeyim, çok mutluyum
 
Üst