teblið
Vefasýz
Öylece, olduğun yerde… Boyun büküklüğü ile… Gel beni teslim al diye durmak…
Kendini temize çıkarmak istercesine bir buğulu bilinmezin içine girmek…
Arınmak, arınmak, arınmak... Fikri paklamak, nefsi aklamak, gönlü yıkamak…
Mâna âlemlerinde tevkif edilmek ya da tevkif edilmeyi seve seve istemek…
Toplum içinde vâkıf olmak, Mescid’de mu’tekif... Arafat’ta Vakfe’ye durmak!
Durmak… Temizlenmek için durmak! Ve temizlenmek, arınmak, yunmak… Nur ile…
Kâbe’deyiz… Harem-i Şerifte! Ramazan’ın son on günü… Hakk’a kendimizi bağlamaya; hapsolmaya, vakfolmaya, tevkif olmaya, itikâfa gelmişiz. Ömürden bir on günü tam bir kulluk bilinci ile Allah’a has kılmaya niyetlenmişiz.
Ramazan bir başka mevsim… O mevsimin en güzel geçtiği yer ise Mekke! Hele Ramazan’ın son on gününde Kâbe’de isek, itikâfa girmişsek… Nur üstüne nur değil de nedir bu!
Ortamı nasıl anlatmalı ki… Bir panayır coşkusu desek sulandırır mıyız konuyu? Bir telaş var, bu kesin! Herkeslerde bir yarış, bir koşturmaca… Dünyanın merkezine koşup gelen renk renk, ırk ırk, dil dil, cins cins insan! Arabı acemi…Gecenin geldiğini ancak güneşin ışıklarının yerkürenin öte tarafına geçmesiyle anlıyorsunuz. Yoksa bu mevsimde, bu şehirde, bu “evde” kimsenin gece mahmurluğunu omzunda taşıyacak ne zamanı var ne de hâli! Dedik ya, bir alışveriş panayırı sanki; kim ne kadar alışveriş yaparsa o kadar kâra geçecek. O yüzden de gözü açık olmak lazım, gönlü hazır olda bekletmek lazım.
Evet, gece uzun… Evet, gündüz sıcak! Evet, yorgunluk, susuzluk, açlık, rahat yatak yüzü görmemek, uykusuzluk, ibadete kendini vermek, ter, gözyaşı… Hepsi ama hepsi akşam ezanıyla birlikte içilen zemzem, yenilen hurmalarla beraber bir Uhud Dağı büyüklüğünde sevinç oluyor sanki! Unutuldu işte tüm sayılan yorgunluklar… Ölmüş toprağa su verir gibi zemzem ile canlandı kurumuş bedenler, çatlamış dudaklar!
Zemzem! Ah o pınarının başında içilmesine doyulmayan zemzem!
Ama önce Mekke’de, Kâbe’de akşam ezanı…Ruha zarafetle “âşk verilme” hadisesi burada ezan! Tevhidi, çelikleme yapar gibi ustalıkla kalbe yedirmenin en maharetlisi…Gönle, “ah, şu ezanın bir harfiyle yanıp kül olsaydım da beraber semaya karışıp vuslata erseydim”i söyletebilme becerisi! Mekke’de ezan… Bilal-i Habeşi’nin üzerinden o kayayı alıp küfrün alnı çatına atma şecaati! Sonra, yıllar sonra yine Bilal-i Habeşî’yi Şam’dan Mekke’ye getirip ümmete “Muhammedî gözyaşı” döktürme bahanesi… Kâbe’de ezan, Ebrehe’nin ordusuna harf harf, nota nota Ebabil olabilme muştusu!
Âşk makamından açılıyor oruçlar bu ezanla! Kâbe’ye bakılıp iftar duası yapılıyor ama önce… Burada itikâfa girmenin işte en büyük nimeti bu; Kâbe’nin dizinin dibindesin! Ne yana baksanız o mübarek “evi” görüyorsunuz. ‘Ayağa kalk, o mübarek mescide bak ve duanı âlemlerin Rabbine gönder!’
Akşam ezanından sonra iki, bilemediniz üç dakikanız var namaza hazırlık için. Zemzemler içilir, hurmalar yenir bu esnada. Birkaç lokmada doyarsınız zaten, ilginçtir! Sanki o bütün gün aç, susuz kalan, yorulan siz değildiniz. Birkaç bardak zemzem, birkaç hurma doyurur sizi Allah’ın lütfuyla. Suudlu bir Müslümanın mırra, Mısırlı bir diğer Müslümanın tebessüm ikramı… Yanınızda iftar yaptığınız kendi ülkelerinde ya hatırı sayılır bir ulemadandır, ya da herhangi bir fabrikada çalışan ama gözü yaşlı gönlü aşklı bir muttakî! Burada herkes Allah’ın evinin kutlu misafiridir, bu ise en büyük şereftir elbette kim olduğu çok da önemsenmeden…
Mu’tekif çok fazla konuşmaz itikâf süresince. Hatta hiç konuşmamalı diyen de vardır. Ama burada itikâf biraz farklı haliyle… Tebessümlerin lisanı var zaten istemeseniz de! Sonra çat pat kırık cümleler kuruluyor, farklı ırklardan kardeşlerinizle… İranlı, Mısırlı, Endonezyalı, Iraklı… Bak, diyor uzaklardan bir kardeşimiz; “Bak, nasıl da hepimiz ayrı ayrı yerlerden geldik de Allah’ın evinde toplanıverdik!” Tebessüm ediyoruz hep birlikte; “inşaAllah cennette de böyle toplanırız” deyince umudumuz gözlerimizi ışıl ışıl yapıyor sanki. Gönüllerde olan yüze vuruyor…
İtikâfta olanların bazı yasakları vardır. Demin saydığımız fuzuli konuşmama bunlardan birisi… Sonra zaruri olmadıkça yıkanmamak mesela. On gün boyunca yemekleriniz de ölçülü… Her ne kadar Kâbe'de bu şartlara uyamasanız da itikâfta tuzsuz çorba ile iftar, yirmi bir kuru üzüm ile sahurunuzu yaparsınız. Hayvanî gıda yemezsiniz. İç çamaşırınız on gün boyunca aynı kalır.
Farklı tarafları vardır tabi ki bu tür kuralların. Öncelikle bedene giren besinlerin kontrol altına alınması önemlidir. Ne kadar az çeşit yerseniz kalbinizin "ete" bakan tarafı değil de manâya bakan yüzü daha temiz; teriniz de o kadar daha saf olur mesela. Bir bebeğin belli bir aya gelinceye kadar idrarının necasetten sayılmaması gibi. Çünkü sadece anne sütüyle beslenir ve bu onun idrarını neredeyse su gibi tutar. İşte mu’tekifin de önce yediği dikkate alınır. Hem çok yiyip def-i hacet için fazla zaman harcamaması için de gereklidir bu.
Sonra yıkanmama, iç çamaşırı değiştirmeme hadisesi… Yeme içme kuralına dikkat ederseniz normal şartlardaki yıkanmama, elbise değiştirmeme durumundan daha temiz olacaktır buradaki bu haliniz. Normal zamanda bir günde oluşan terin verdiği rahatsızlık, orada on gün sonunda bile fark edilmez. Ayrıca bir yönüyle de hatırlatmadır bu kuralların sonucu. Temizlenmek nimetinin, çeşitli yiyeceklerin şükrünün hatırlatılması… Ya da “Sen de insansın işte; temizlenmezsen, yıkanmazsan çevrene verdiğin koku ile bir ölüye ne de çok benzersin! Peki ya hazır mısın ölüme? Ölmeden önce öl de tadına bak bakalım ölümün… Ya da dünyanın tadını kes damağından! Kalmasın orada dünyanın tadı… Bak işte sen de herkes gibisin; Rabbin tarafından verilen nimetler yok olsa, olmasa ne kadar da acizsin!” mesajının kalbe kısa yoldan gönderilme durumu.
Mutekifin uykusu sınırlıdır, belirli vakitlerle tanzim edilmiştir. Yatsı namazı sonrası 2-3 saat uyunur sonra teheccüd namazına kalkılır. Sabah namazından işrak namazına kadar uyanık kaldıktan sonra 2-3 saat tekrar uyunur. Bu uyku dışında zikr, tefekkür, tilavet… Tüm meşgale bunlardır.
Kâbe’de itikâf anlatılırken hiç cemaatle kılınan vitr namazlarından bahsetmemek olur mu? Aslında her namazın coşkusu ayrıdır burada. Bir başka latif, bir başka derunî… Ama vitr’deki o dua bölümü var ya! Hani dua bir yakınlık aracıydı ya!.. Hani dua’mız olmasa ne önemimiz vardı ya! Hani içten yapılan dua, Rabbe giden en kısa yoldu ya! Öyle işte… Burada vitr namazının son kıyamında eller semaya döner ve imamın duasına âmin denilir. Ama nasıl dua, ama nasıl âmin! İmam, duasını yaşar sanki. Ve ölür duasıyla… Fenâ olur yani, yok olur dua cümlelerinin içinde.
“Rabbenaaaa… vağfirlenaaa… zünubenaaa…”
Allahım, ey Rabbimiz; afvediver bizi işte, vazgeçiver günahımızı bize göstermekten!
Yürek, dayanamaz bu inceliğe… Koyverir gözlerde tuttuğu damlaları. Gözler, baktığı yere değil aktığı makama râm olmuştur artık. Bir güzel imam arkasından da yüz binler, milyonlar sürüklenir. Milyarlarca gözyaşı “Âşk Seli” olur da kim varsa içine katıp ulaşılması murad edilen en yüce makama çıkartan bir Burak olur sanki! Sağınızdaki Müslüman, solunuzdaki Müslüman… Nasıl ağlar, bir görseniz. Peygamberimizin eşleri ki bizim annelerimizdir, işte o an “anadilinizi” tastamam öğrenmediğinize pişman olursunuz. Tamam, çok yabancı değil dualar ama yine de siz “ne diyor” diye anlamaya çalışırken başkaları çoktan başka bir âleme geçmiştir bile. Buna rağmen geç de olsa bu sele kapılmamak mümkün mü? Çokluk içinde birden tekliği yaşayıveriyorsunuz. Çünkü bütün bir mescidle aynı duygu içindesiniz. Yekpare bir vücud olmuşsunuz yani… Siz hiç hıçkıra hıçkıra namaz kıldınız mı?Ömründe bir kez olsun ağlayamadan namaz kılan, bari buna ağlasın!
Kâbe’de sabah namazı şimdi… Hiç durmayan koşturmacaya rağmen sabahın bir dinginliği çöker havaya! Mekke semâları renklerin en güzel tonuna bürünmeye başlar. Göğe dualar çıkar teker teker; gökten melekler iner, ellerinde hediyeler… Bir hoşluk yüreklerde… Bir başkalık, seherin son diliminde! Sabah namazı sonrası işrak vaktine kadar mescidde oturup ibadetle meşgul olmak haber-i sadıka göre tam umre sevabına nail olmaya vesile… İtikâfa giren bu ikrama doğal aday ve hazır konucu. Bir güzellik yağmuruna yakalanıyorsunuz ve ruhunuz ile bedeniniz nasibini alıyor farkında olmasanız da!
Kâbe'de mûtekif olmak ikram içre ikram yani kısaca!
Anlatmaya çalıştıklarımızla, anlatamadıklarımızla; anlatmaya memur, anlatmamaya mecbur olduklarımızla istedik ki bu anımızı sizlerle de paylaşalım.
Allah kabul buyura;
gönlünüze şevk ola...