Konuya cevap cer

Yrd. Doç.  Musa Kazım Gülçür                                                                                                                                                                                                                                                        


       

       

     

         

    Bilindiği üzere müminlerin en temel özelliklerinden birisi gaybe  inanmalarıdır. Cenâb-ı Hak Bakara Sûre-i Celîlesinde: "Gerçek müminler  gaybe inanır, namazlarını kılar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da  infak ederler" (Bakara, 2/3) buyurmaktadır. Gayb kelimesi Türkçemizde,  göz önünde olmayan, gözle görülmeyen, gizli olan ve hazırda olmayan;  vahiy gibi yüksek bir bilgi kanalı olmaksızın akıl ve duyular yolu ile  hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı mânâsına gelmektedir. Yine,  henüz içinde yaşanılmayan gelecek zaman, gelecek zaman içerisinde  meydana gelecek olan hâdiseler; öldükten sonra dirilme, Cennet,  Cehennem, hesap günü gibi insanın haklarında doğrudan bilgi  edinemeyecekleri âlemler1 gibi mânâlara da gelmektedir. Kabir azabı  konusu da herkesin rahatlıkla bileceği üzere doğrudan gaybe iman ile  alâkalıdır. Ehl-i sünnet ulemasının neredeyse tamamı, bu dünyada  Allah'ın rızası istikameti dışında davranış sergileyenler için kabir  azabının varlığı konusunda ittifak hâlindedir. Şer'î delillere  dikkatleri çekmek için başta Kur'ân-ı Kerîm, sonra da Efendimiz'in  (sallallahü aleyhi ve sellem) aydınlatıcı beyanları ışığında konuyu ele  almaya çalışacağız. Önce âyet-i kerîmeleri sıralayacak ve müfessirîn-i  kirâmın açıklamalarına yer vereceğiz. Daha sonra da kütüb-ü sahîhada  kabir azabı hususunda Efendimiz'den (sallallahü aleyhi ve sellem)  bizlere nakledilmiş hadîs-i şerîfleri belirtmeye çalışacağız.


Âyet-i Kerîmeler

1.وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ  وَالْمَلاَئِكَةُ بَاسِطُو أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُوا أَنْفُسَكُمُ الْيَوْمَ  تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللهِ غَيْرَ  الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ

"Ölümün şiddetleri içinde kıvranırken, ölüm meleklerinin de yakalarına  yapışıp kendilerine: ‘Haydi, derhal ruhlarınızı çıkarıp teslim edin!  Bugün zillet azabıyla cezalanacaksınız; çünkü Allah hakkında gerçek dışı  şeyler söylüyordunuz ve çünkü kibirlenerek O'nun âyetlerinden yüz  çeviriyordunuz!' diye haykırdıkları sırada sen o zalimlerin halini bir  görsen!" (En'âm, 6/93)


Büyük müfessir Zemahşeri bu âyet-i kerîmede berzah hayatından haber  verilmekte olduğunu kabul eder.2 İbn Kayyim el-Cevziyye de şöyle  demektedir: "Zalimlere bu, ölüm anlarında söylenmiştir ve Melekler,  zalimlerin ölümleri ile birlikte korkunç bir kabir azabı göreceklerini  bildirmişlerdir. Şayet kıyamete kadar azapları geciktirilmiş olsaydı,  onlara: "Bugün cezalandı*rılacaksınız" denmezdi.3


2. وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْأَعْرَابِ مُنَافِقُونَ وَمِنْ أَهْلِ  الْمَدِينَةِ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لاَ تَعْلَمُهُمْ نَحْنُ  نَعْلَمُهُمْ سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَى عَذَابٍ  عَظِيمٍ

"Çevrenizdeki bedevîlerden ve Medine ahalisinden öyle münafıklar vardır  ki onlar nifak işinde mahir olmuşlardır. Pek sinsi hareket ettikleri  için sen onları bilemezsin, ama Biz pekiyi biliriz. Biz onları iki defa  azaba çarptıracağız. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir." (Tevbe,  9/101)


Müfessirler, âyetin sonunda zikredilen "Büyük azap"tan maksadın,  Ce*hennem azabı olduğu hakkında" ittifak etmişler, ondan önce zikredilen  "iki azap"tan neyin kastedildiği hususunda ise farklı görüşler  zikretmişlerdir. Bu ‘iki azap'tan birinin, kabir azabı olduğu, Ashaptan  Abdullah b. Abbas'tan nakledilmiştir.4


Tâbiinden Ebu Malik, İbni Cüreyc, Süddî, Mücahid, Katâde, Hasan  el-Basrî, İbnu Zeyd, Ferra ve Muhammed b. İshak gibi âlimlerimiz, ayet-i  kerîmede yer alan iki cezadan birincisinin dünyevî azap, ikincisinin de  "kabir azabı" olduğunu ifade etmişlerdir.5


Büyük müfessir İmam Taberi, âyetin sonunda zikredilen "azîm azap"tan  maksadın, Ce*hennem azabı olduğu hakkında âlimlerin ittifak hâlinde  olduğunu belirterek şunları söylemektedir: "Allah Teâlâ, âyetin sonunda,  münafıkları Cehennem'de büyük bir azaba uğratacağını zaten beyan  etmiştir. Bu durumda daha önce zikrettiği "iki azap"tan birisinin kabir  azabı olması büyük bir ihtimaldir."6 Bu durumda azap; dünya, kabir  (berzah) ve ahiret azabı olmak üzere üçe ayrılmaktadır.


3. قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلاَلَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمَنُ مَدًّا  حَتَّى إِذَا رَأَوْا مَا يُوعَدُونَ إِمَّا الْعَذَابَ وَإِمَّا  السَّاعَةَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَانًا وَأَضْعَفُ جُنْدًا

"De ki: Dini inkâr edenlere Rahmân biraz mühlet versin, bundan ne çıkar?  Ama onlar, kendilerine vaat olunan ister azabı isterse de kıyamet  vaktini görünce, kimin şerli bir mekânda bulunduğunu ve kimin askerî güç  itibarı ile en zavallı bir durumda olduğunu öğrenecekler." (Meryem,  19/75)


Âyetteki "ister azabı" ifadesi, kıyametten önce olacak bir azabın  kastedildiğine açıkça delâlet eder. Çünkü âyette "isterse de kıyamet"  ifadesi ile kıyamet günü kastedildiğine göre, kıyamet gününden önce  olacak o azap ile kabir azabı kastedilmiş olmalıdır.7


4. وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى

"Ama kim Benim zikrimden yüz çevirirse kitabımı dinlemez ve Beni  anmaktan gaflet ederse, muhakkak ki ona sıkıntılı bir yaşayış vardır ve  Biz onu kıyamet günü kör bir şekilde diriltiriz." (Tâhâ, 20/124)


Bu âyet-i kerîmede yer alan "sıkıntılı yaşayış" Ebu Said el-Hudrî ve Abdullah b. Mes'ud'a göre kabir azabıdır.8

5. لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ كَلَّا إِنَّهَا كَلِمَةٌ  هُوَ قَائِلُهَا وَمِنْ وَرَائِهِمْ بَرْزَخٌ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ

"Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım. Hayır! Bu  onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibarettir. Onların önünde ise,  yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah hayatı vardır."  (Mü'minun, 23/100)


"Onların önünde berzah vardır" cümlesi, onlarla dünyaya dönüş arasına  girecek bir perde vardır mânâsındadır. Bu da kabirlerinden haşre  gönderildikleri güne, yani Kıyamet'e kadar devam eder. Bu âyet on*ların  dünyaya dönüşlerinin imkânsız olduğunu belirtiyor. Yani bu perdenin  varlığı, dünyaya tekrar dönmelerine kesin bir engeldir ve bu perde asla  kalkmaz. Bu kesinlik, tıpkı "Kâfirler, deve iğnenin deliğinden  geçmedikçe Cennet'e dâhil olamazlar" mealindeki ayette olduğu gibidir.9


6. قَالُوا رَبَّنَا أَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَأَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ  فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ إِلَى خُرُوجٍ مِنْ سَبِيلٍ

"Ya Rabbenâ!" derler, "Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin.  İşte günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi, telâfi etme için buradan çıkmaya  bir yol yok mudur?"(Mü'min, 40/11)

"Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin" mealindeki âyeti  âlimlerimiz kabir azabına delil olarak göstermişlerdir. İmam Süddî  âyet-i kerîmeyi şu şekilde tefsir eder: Kâfirler bu dünyada öldürülecek,  daha sonra kabirlerde sorgu için diril*tileceklerdir. (Yani kabirde bir  berzah hayatı olacaktır.) Daha sonra tekrar öldürülecek ve âhirette  yeniden diriltileceklerdir. Böylece âyet-i kerîme, kabir hayatına  doğrudan delâlet etmiş olmaktadır.10


7. اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ

"Sabah ve akşam ateşin karşısına getirilerek onlara azap edilir. Kıyamet  koptuğunda ise: "Firavun hanedanını şimdi de en şiddetli azaba sokun!"  denilir." (Mü'min, 40/46)

Cumhurun kanaatine göre burada "sabah-akşam ateşin karşısına getirilme",  Berzah'ta gerçekleşmek*tedir. Mücahid, İkrime, Mukatil ve Muhammed b.  Ka'b da: "Bu âyet-i kerîme dünyada iken kabir azabına delil teşkil  etmektedir" demektedirler.11


8. وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذَلِكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ

"Muhakkak ki zalimler için bundan daha başka bir azap da vardır; fakat onların çoğu bunu bilmezler." (Tûr, 52/47)

Surenin 45 ve 46. âyet-i kerîmelerinde mealen: "Öyleyse sen onları en  dayanılmaz bir azapla çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak. O  gün hile ve tuzakları kendilerine asla fayda sağlamaz ve asla yardım da  edilmez." denilerek, kıyamette karşılaşacakları büyük azaptan  bahsedilmiş, arkasından gelen bu âyet-i kerîmede ise, zulmedenlere,  âhiretteki büyük azapları dışında daha başka bir azabın da veri*leceği  zikredilmiştir. Berâ b. Âzib, Abdullah b. Abbas ve Katade'ye göre bu  başka azaptan maksat, kabir azabıdır.12 Kurtubi, Hz. Ali (r.a)'in de bu  görüşte olduğunu nakletmektedir.13


9. مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا فَأُدْخِلُوا نَارًا فَلَمْ يَجِدُوا لَهُمْ مِنْ دُونِ اللهِ أَنْصَارًا

"Hâsılı, birçok suçları sebebiyle suda boğuldular ve ateşe tıkıldılar!  Allah'a karşı, kendilerine yardım edecek bir tek yardımcı bile  bulamadılar." (Nuh, 71/25)

فَاُدْخِلُوا (ve ateşe tıkıldılar) ifadesinin başındaki "fa" edatı,  ateşe girdirilme işinin, boğulmanın hemen peşinden geldiğine, dolayısı  ile kabir azabına delalet etmektedir. Âyetin bu ifadesini, âhiret azabı  mânâsına almak mümkün değildir. Aksi halde, "fâ" edatının delaleti yok  olmuş olur.14


10. أَلْهَاكُمُ التَّكَاثُرُ حَتَّى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ كَلَّا سَوْفَ  تَعْلَمُونَ ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ  عِلْمَ الْيَقِينِ لَتَرَوُنَّ الْجَحِيمَ ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ  الْيَقِينِ ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

"Dünyalıklarla böbürlenmek, oyaladı sizleri. Hatta kabirleri ziyaret  ettiniz! Hayır, (geçici dünya zevklerine bağlanmak doğru değil) ileride  kesinlikle bileceksiniz. Sonra, yine kesinlikle ileride bileceksiniz.  Hayır! Siz şayet ilme'l-yakîn bir tarzda bilseydiniz, cehennem ateşini  kesinlikle görürdünüz. Daha sonra zaten o cehennem ateşini mutlaka  ayne'l-yakîn bir tarzda göreceksiniz. Sonra da o kıyamet gününde  verdiğimiz nimetlerden kesinlikle hesaba çekileceksiniz." (Tekâsür,  102/1–8)


Hz. Ali (r.a): "Bu âyetler inince kabir azabı konusundaki kanaatimiz  kesinlik kazandı."15 demektedir. Hz. Ali de (r.a) kesin kanaat meydana  getiren âyet-i kerîmelere daha yakından bakmak, –şayet varsa– birtakım  tereddütleri mutlaka giderecektir. Şimdi sûrede yer alan cümlelere  dikkatlice bakmaya çalışalım:


"Gerçekten kesin bir bilgi (ilme'l-yakîn) ile bilseydiniz." Yani, bugün  dünyada iken, kabir hayatı ve âhirete müteallik ileride göreceğinizi  anlattığımız hususları kesin olarak bilseydiniz "andolsun siz ateş  azabını kalb gözlerinizle görecektiniz." İlme'l-yakîn mertebesinin, bir  insanın Cehennem'i kalb gözüyle görmesini sağladığı anlaşılmaktadır. Bu  da kıyamet hâllerinin, kişinin kalb gözü önünde canlanmasıyla olur.  "Yine and olsun onu zaten ayne'l yakîn olarak göreceksinizdir." Yani  Cehennem ateşi kesin olarak baş gözüyle ileride görülecektir.16


Kurtubî şöyle demektedir: "Bu sûre kabir azabının varlığını  göstermektedir. Kabir azabına iman ve onu tasdik farzdır. Yüce Allah,  mükellef olan kulunu kabrinde diriltecek ve ona hayatta iken sahib  olduğu nitelikteki bir aklı orada da verecektir. Böylece kişi kendisine  sorulacak so*ruları anlayacak, ne cevap vereceğini bilecek, Rabbinden  geleni kavraya*cak, kabrinde kendisine hazırlanmış olan lütuf ya da  aşağılatıcı halleri anlayabilecektir. Ehl-i sünnet'in kabul ettiği görüş  ve bu din mensuplarının bü*yük cemaatinin benimsediği kanaat budur.17


Hadîs-i Şerîfler

Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Sizden biri  ölünce, kendisine akşam ve sabah Cennet veya Cehennem'deki yeri arz  edilir. Cennet ehlinden ise, yeri Cennet ehlinin, ateş ehlinden ise yeri  ateş ehlinin yeridir. Kendisine: ‘Allah seni kıyamet günü diriltinceye  kadar, senin yerin işte budur!' denilir."18


Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) "Kabir azabı haktır. Kabirde  azap çekenleri, hayvanlar işitir!" buyurmuştur. Hz. Aişe (r. anhâ) der  ki: "Resülullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılıp da  namazında kabir azabından istiâze etmediğini hiç görmedim."19


Bir defasında Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki kabre uğradı  ve: "Bu kabirdekiler azap çekiyorlar. Azapları büyük bir günahtan dolayı  değil. Kabirdekilerden birisi, laf getirip götürmeden diğeri de idrar  sıçramasına karşı korunmamaktan azap görüyor." buyurdu. Resülullah  (sallallahü aleyhi ve sellem) daha sonra yaş bir hurma dalı istedi ve  onu ikiye böldü. Bir dalı kabrin birisine, diğer dalı da ikincisinin  üzerine dikti ve: "Belki bu fidanlar taze kaldıkça onların azapları  hafifler" buyurdu.20


Ebû Said el-Hudrî'den rivayet edilen bir ha*dis-i şerifte Resülullah  (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kabrinde kâfire doksan dokuz tinnîn  saldırtılır ve kıyamet gününe kadar onu ısırır ve sokarlar. Eğer  onlardan birisi yeryüzüne tıslayacak olsa, orada hiç bir yeşillik  kalmazdı."21 buyurmaktadır.


Yine Ebu Hüreyre'den yapılan benzer bir rivayette ise Peygamberimiz  (sallallahü aleyhi ve sellem), "Muhakkak ki ona sıkıntılı bir hayat  vardır." cümlesinin kabir azabı hakkında indiğini haber vererek:  "Allah'a yemin olsun ki, ona doksan dokuz tinnîn gönderilir. Tinnîn  nedir bilir misiniz? Her birinin dokuz başı olan doksan dokuz yılan. Bu  tinnîndeki yılanbaşları, Kıyamet gününe kadar onun bedenine tıslar,  sokar ve ısırırlar."22 buyurmuştur.


Hz. Osman (r.a), kabir konusu açılınca sakalı ıslanıncaya kadar ağlar,  kendisine: "Cenneti ve cehennemi hatırladığın vakit ağlamıyorsun, fakat  kabri hatırlayınca ağlıyorsun!" denildiğinde de Resülullah'ın  (sallallahü aleyhi ve sellem) şu sözlerini aktarırdı: "Kabir, ahiret  menzillerinin ilk durağıdır. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler  daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur,  daha şiddetlidir. Ahiret âleminden gördüğüm manzaraların hiçbirisi kabir  kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!"23


Kabir Azabının Diğer Canlılarca İşitilmesi 

Zeyd İbn Sabit'ten (r.a): Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem),  bizimle birlikte, Beni Neccar'a ait bir bahçede bulunduğu sırada biniti  aniden yoldan çıktı. Nerdeyse Allah Rasûlü'nü sırtından yere atacaktı.  Karşımızda beş veya altı kabir görünüyordu. Efendimiz (sallallahü aleyhi  ve sellem):


– "Bu kabirlerin sahiplerini bilen var mı?" buyurdular. Bir adam:

– "Ben biliyorum!" deyince, (Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

– "Ne zaman öldüler?" dedi. Adam:

– "Şirk devrinde" deyince Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):

– "Bu ümmet kabirde fitneye maruz kılınacak. Eğer birbirinizi  defnetmemenizden korkmasaydım, şahsen işitmekte olduğum kabir azabını,  size de işittirmesi için Allah'a dua ederdim. Kabir azabından Allah'a  sığınınız!" Oradakiler:

– "Kabir azabından Allah'a sığınırız!" dediler.24

Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) akşam olunca duasında: "Rabbim!  Cehennem azabından, kabir azabından sana sığınıyorum!" derdi.25


Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün güneş battıktan sonra  dışarı çıkmıştı ki bir ses işitti ve: "Bu ses, kabirlerinde azap çeken  Yahudilerin sesidir!" buyurdular.26


Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Kul kabrine  konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak  seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup:


– "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında ne diyordun?" diye sorarlar. Mümin kimse bu soruya:

– "Şahadet ederim ki. O, Allah'ın kulu ve elçisidir!" diye cevap verir. Ona:

– "Cehennem'deki yerine bak! Allah orayı, cennette bir mekâna tebdil  etti" denilir. Adam Cennet'i de Cehennem'i de görür. Allah ona,  kabrinden Cennet'e bakan bir pencere açar. Eğer ölen kâfir ve münafık  ise meleklerin sorusuna:

– "Sorduğunuz zatı bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!" diye cevap verir. Kendisine:

– "Anlamadın ve uymadın!" denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden  bir sopa ile vurulur. Sopanın acısıyla öyle bir çığlık atar ki, onu  insan ve cinlerden ibaret olan iki varlık dışında kendisine yakın olan  bütün mahlûklar işitir."27


Kabir Sıkması

Hakîm-i Tirmizi, İbni Ömer'den (r.a) rivayet ettiğine göre şöyle  demiştir: Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sa'd bin Muâz'ın  kab*rine girdi ve içinde biraz fazlaca durdu. Çıktığında orada bulunan  ashab hazerâtı:


– "Yâ Resülallah kabirden niçin geç çıktınız?" diye sordular. Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cevaben:

– "Kabir Sa'd'ı sıkmıştı. Genişletmesi için Allah'a dua ettim." buyurdular.


Hz. Aişe validemizden rivayet edildiğine göre Resülullah (sallallahü  aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak kabrin bir sıkması vardır  ki, eğer ondan kimse kurtulacak olsaydı Sa'd b. Mu'âz kurtulurdu."28  Sa'd'ın bazı akrabalarına, "Resülullah'ın ‘Kabir Sa'd'ı sıktı' sözünden  ne anladınız?" diye sorulmuş, onlar cevaben: Bu konuda, Resülullah'a  (sallallahü aleyhi ve sellem) ne kastettiği soruldu ve: "Küçük taharette  kusurlu davrandığından dolayı kabir Sa'd'ı sı*kıştırdı." cevabı alındı  demişlerdir.29


Hz. Aişe validemiz Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)  Efendimiz'e bir gün şöyle diyor: "Ey Allah'ın Resulü, sen bana Münker ve  Nekir'in seslerini ve kabir sıkmasını anlattığın günden beri hiçbir  şeyden tat alamaz oldum." Bunun üzerine Resülullah (sallallahü aleyhi ve  sellem): "Ey Aişe, Münker ve Nekir'in sesleri mümine, gözdeki sürme  gibi gelir. Kabir sıkması da mümine, şefkatli bir annenin yavrusunun  başını okşaması gibidir. Ama ya Aişe, şakîlere yazıklar olsun ki onlar  kabirlerinde, düz ve sert taş üzerine yumurtanın çarpılıp kırılması gibi  sıkıştırılacaklardır."30


Kabir Azabından Korunma İçin Dua Etme

Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ım, ben Cehennem  azabından sana sığınırım. Kabir azabından da sana sığınırım"31 şeklinde  dua ederdi.


Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir cenazenin namazını  kıldırdı. Okuduğu duada şunları ezberledik: "Allah'ım, şunu mağfiret et  ve şuna rahmet eyle. Afiyet ver, affeyle, vardığı yerde ikramda bulun,  girdiği yeri genişlet. Onun günahlarını kar ve buzla yıka, hatalardan  pâk eyle, tıpkı elbisenin kirden pâk edilmesi gibi. Onu dünyadaki  evinden daha iyi bir eve, ailesinden daha hayırlı bir aileye koy,  eşinden daha hayırlı bir eşe ulaştır. Onu kabir azabından, ateş  azabından sakındır."32


Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mülk Sûresi ile alâkalı olarak  şöyle demiştir: "Bu sûre (kabir azabına veya kabir azabına sebep olan  günahlara karşı) engeldir, bu sûre kurtuluş sebebidir, kişiyi kabir  azabından kurtarır." Benzer bir rivayette de: "Mülk Sûresi, kabirde, onu  okumayı itiyat hâline getiren kişinin yerine mücadele eder ve onu  azaptan korur."33 denilmektedir.


Netice

Temel olarak üç âlem ya da boyut vardır: Dünya yurdu, berzah yurdu ve  ebedî kalınacak ahiret yurdu. Allah (celle celâlühü) her bir yurda ait  özel hükümler tespit etmiştir. Kabirdeki ateş ile kabirdeki nimetler, ne  dünyadaki ateş, ne de dünyanın nimetleri türündendir. Yüce Allah onun  toprağını, üstündeki ve altındaki taşları, dünyadaki kor ateşten çok  daha sıcak olacak hâle gelinceye kadar kızdırır da, dünya ehlinden hiç  kimse bunu hissedemeyebilir.


Bir kısım hadîslerden öğrendiğimize göre, Hazreti Abbas (radıyallâhu  anh), şiddetle arzu etmesine rağmen, Hazreti Ömer'i (radıyallâhu anh)  ancak vefatından tam altı ay sonra rüyasında görebilir ve sorar:  "Neredeydin yâ Ömer?" Hazreti Ömer, "Sorma, hesabı henüz verebildim."  der. Belki, orada üzerinde en ufak bir iz kalmaması için Mevlâ, onu  böyle bir ameliyeye tâbi tutmuştur; şu kadar var ki onun hesabı kendi  seviyesi ve mukarrebînden olması açısından değerlendirilmelidir. Evet,  günah ve zellelerin küçüklerini temizlemede kabrin sıkması ve tazyiki  büyük bir rol oynar. Kabir hayatına inanmak esastır. Fakat onun  keyfiyeti ile alâkalı yakışıksız iddialar Allah'a karşı saygısızlıktır.  Kabir hayatı, halk-ı cedid, yani yepyeni bir yaratılış eseridir. Hazreti  Âdem'in melekleri hayran bırakan yaratılışı gibi, kabir ehlinin  yaşayışı da insanların dünyevî ölçü ve kâidelerle idrak edemeyecekleri,  anlamakta zorluk çekecekleri bir hayattır.34


Dünden bugüne ulemanın neredeyse tamamı telâkki bi'l-kabûl şeklinde  kabir azabının varlığını kabul etmişlerdir. Elbette ki Yüce Allah'ın  kudreti geniş ve hayret vericidir. Şu kadar var ki bazı emmâre nefisler,  bilgisini kuşatamadıkları, ilme'l-yakîn bir tarzda anlayamadıkları  hususları yalanlama eğilimindedirler. Yüce Allah, kudretinin akıllara  durgunluk verecek yönlerini bazı yüksek şahsiyetlere göstermeyi dilediği  takdirde gösterir. Bu yüksek şahsiyetler, yerin ve göklerin perde  arkasına Allah'ın izni ile muttali olur, onlardaki ilim kendilerinde bir  yakîn hâsıl eder de Allah'ın izni ile ilmelyakîn sahibi olurlar.  Başkalarına ise bu incelikler gösterilmez ve bu husus onlar için sadece  gaybe ait bir konu olarak kalır. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.  Bizler de Cehennem ve kabir azabından azametince Cenâb-ı Hakk'ın rıza,  af ve mağfiretine sığınır, bizleri daimî istikamette bulundurmasını ve  bilgimizi artırmasını dileriz.


*İstanbul Üniv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi

mkgulcur@yeniumit.com.tr


http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/kabir-azabi-basyazi-nisan-2012


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst